Kendisine “Şeyh Moaz” diye hitab ediyoruz ama tam adı Ahmed Moaz el-Hatip el-Hasani.
Şam’ın köklü bir ailesine mensup. Şam’ın tarihi Emevi Camii’nin imamı olarak tanıtılmış olmasına rağmen, Emevi Camii’nin imamı babası ve büyük babası. “Şeyh Moaz” da babadan kalma bir işlevi yerine getirmiş olmakla birlikte jeofizik okumuş ve petrol mühendisi olarak Shell’in Suriye bölümünde bir 6 yıl kadar çalışmış. İyi İngilizcesi oradan kalma olmalı. Suriye muhalefetinin Kasım 2012’de Katar’da oluşmuş çatı örgütünün, yani upuzun ismiyle “Suriye Devrimci ve Muhalif Güçler Koalisyonu”nun (el-İtilaf el-vatani el kuvvet-ül thawri ve el-mua’rada el Suriye) başkanı Şeyh Moaz. Yanında, “Koalisyon”u “Suriye halkının temsilcisi” olarak ilk tanıyan ülke Fransa’nın “Suriye Büyükelçisi” olarak tanıdığı Monzer Makhous ve dört Suriye muhalefet yetkilisi; karşılarında ise dört Türk basın mensubu. Suriye konuşuyoruz tabiatıyla. Uzun uzun. Şeyh Moaz ile ilk karşılaşmam. Son derece alçakgönüllü birisi. Sadece çok alçakgönüllü değil, çok da açık yürekli. Diplomatik bir dille cevap vermesini beklediğiniz sorulara gayet açık, anlaşılık cevaplar veriyor. Halep’ten gelmiş. “Muhalefet Halep’in ne kadarını kontrol ediyor” sorumu, “Henüz son Halep Muharebesi’nin verilmediğini” söyleyerek, ve cevabına biraz da “askeri gizem” vererek karşılıyor. Tek muğlak bıraktığı soru bu oldu diyebilirim. Zaten, tam Halep’e de girmiş değil. Halep’in ilçesi Monbij’e gitmiş. Çok yakın şehre. Halep’in bir başka ilçesi Carablus’tan (bizim sınırda, Karkamış’ın tam karşısında) geçerek gitmiş. Türkiye-Suriye besbelli muhalefetin elinde. Peki, Kürtler ve PYD bu işin neresinde? Şeyh Moaz, bu soruya, “isimler üzerinden hareket etmeyelim; ilkeleri söyleyeyim” diyerek cevap veriyor ve “kırmızı çizgiler”i “Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozmamak ve Suriye halkının birliğinden ayrılmamak” olarak niteliyor. “Bölünme”ye karşı. Peki, “özerklik” ya da “federal yapı” veya “merkeziyetçilik”? Bunları, esas konular olarak görmüyor. Halledilebilecek “teknik” konular bunlar. Yeter ki, Suriye toprakları bir ve bütün kalsın, “ayrılıkçılık” olmasın. Biraz irdeliyoruz, PYD’yi nasıl gördüğü konusunda. Bir hafta önce Kahire’de PYD lideri Salih Müslüm ile biraraya geldiğini söylüyor. “Bana, Devrim’le beraber olduklarını ve Türkiye ile ilişkilere de açık olduğunu söyledi” diyor. Buna karşılık, Şeyh Moaz da, Türkiye ile PYD arasında “bir köprü rolü” oynama önerisinde bulunmuş ve Salih Müslüm bunu olumlu karşılamış. Suriye’nin kimi yerlerinde, PYD’nin “Devrim’le”, kimi yerlerinde ise “Rejim’le” birlikte hareket ettiği görüntüsü verdiğini sözlerine ekliyor. Serekaniye’deki (Resulayn) gelişmeleri dikkatle izliyor. Hatta arabuluculuk için, bir aşiret reisi olan Şeyh Salim’i oraya gönderdiğini anlatıyor. Henüz kalıcı bir anlaşma sağlanmamış PYD ile Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) arasında; bir ön anlaşma söz konusuymuş. Danışmanlarından biri, el-Kaide’nin Suriye kolu diye tanıtılan an-Nusra’nın PYD karşısında ağır kayıplar verdiğini, daha ziyade Gureba el-Şam ve en önemlisi el-Faruk adlı birliklerin PYD ile çatışmayı sürdürdüğünü bildiriyor. El-Faruk, Humus’taki çatışmalarda öne çıkan ve oradan gelen İslami unsurlar. Şeyh Moaz’ın başkanlığındaki “Koalisyon”un, sınırdaki gelişmeleri gayet ayrıntılı biçimde bildiği belli oluyor. Rejimin ömrü konusunda ise Şeyh Moaz, net bir gözlemde bulunmuyor. Kendisinin yaptığı “rejimle görüşme önerisi”ne ilişkin ısrarlı sorularımıza, “Rejim meseleleri komplike hale getiriyor” cevabını vererek, ortadaki tıkanıklığın günahını rejimin sırtına yıkıyor. Gelinen noktada, muhalefet “askeri zafer yolu” ile rejimi deviremiyor; rejim ise yıkılmamakla birlikte, Suriye’nin büyük bölümüne artık hükmedemiyor. Kanlı bir “pat” hali. Şeyh Moaz, bu gözlemimize itiraz etmiyor. Şeyh Moaz’ın aklında hep halkın ıstırabı var. İnce siyaset ve diplomasinin farkında ama “görüşme önerisi”ni yaptığında hareket noktası, kan banyosunun durması, durdurulması. Durumun bu şekilde devam etmesinin en büyük nedeninin, Başşar Esad’ın hala “direnişi ezebileceğini düşünmesi”yle ilgili olduğu kanısında. Ona bu aklı Rusya’nın ve İran’ın verdiğini düşünüyor. Ruslar, Çeçenistan’daki Grozni örneğini Başşar’a hatırlatıyorlar, İranlılar ise Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonraki “Yeşil Hareketi” nasıl ezmiş olduklarını, Başşar’a örnek olarak gösteriyorlar. Başşar da güç kullanarak, Rus ve İranlı dostlarının yolundan giderek başarıya ulaşabileceğini düşünmeye devam ediyor. Şeyh Moaz, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’la görüşmüş. İzlenimlerini paylaşıyor. Ona göre, Ruslar, “Suriye’nin dağılmasından ve ülkeyi toparlayacak bir lider olmamasından korkuyorlar; ayrıca zaman kazanmak istiyorlar. Bir ihtimal, rejim işleri tersine döndürebilir mi, biraz daha zaman tanıyalım havasındalar...” Bununla birlikte, “bunun olamayacağını da biliyorlar” diyor Şeyh Moaz. Yanında oturan ve Lazkiye’li bir Alevi ailenin Rusya’da ve İngiltere’de Oxford’da okumuş, Fransa’da Sorbonne’da hocalık yapmış olan üç doktoralı Monzer Makhlouf atılıyor, “Ben Rusya’yı ve Rusları gayet iyi bilirim. Rusya bu rejim uğruna asla savaşmaz. Tartus’taki deniz üssü de değil sorunları. Ama onların sorunu, Arap Baharı ile. Arap Baharı’nın İslami siyasi akımları yüzeye çıkardığını görüyorlar ve bunun Kafkasya’ya, Çeçenistan’a, Dağıstan’a yansımasından korkuyorlar” diyor. Maklouf’a göre, İran, Rusya’dan daha önemli. “İran, Suriye’deki sorunun doğrudan parçası” diye ekliyor. Bu arada, Suriye’nin, Başşar istese bile, bir “kıyı havzasında bir Alevi devleti kurularak parçalanmasının mümkün olamayacağını, zira asla öyle bir Alevi devleti kurulamayacağını” ısrarla vurguluyor. Niçin? Bu hükme nereden varıyor? “Çünkü” diyor, “Alevi halkının çoğunluğu Başşar’a karşı.” Bunu bir “Alevi otoritesi” edası ile söylüyor. Kendisinin Alevi olduğunu söylediğinde, Şeyh Moaz’a dönüp takılıyorum, “Anlaşılan Monzer bey, Salah Cedid fraksiyonundan...” Şeyh Moaz gülerek onaylıyor. Şaka yapmıştım ama meğerse tam isabet kaydetmişim. Zira, Başşar’ın babası Hafız Esad, 1970 yılında Baas rejiminin güçlü adamı, bir başka Alevi olan General Salah Cedid’e darbe yaptığında, devrilen hükümette “sol kanat”ı temsil eden Dışişleri Bakanı İbrahim Makhous, Monzer Makhous’un amcası imiş. Monzer Makhous, o günden beri sürgünde yaşıyor. Şeyh Moaz, birçok noktada, Monzer Makhous’un söylediklerini onaylıyor. Suriye’de ne bir iç savaş, ne de mezhep savaşı olmadığını, Alevilerin büyük çoğunluğunun yoksul olduğunu, kendisinin 1987’de onların bölgesinde askerlik yaptığını anlatıyor. “İç savaş” ve “mezhep savaşı” çıkartmaya Başşar Esad’ın çabaladığını söylüyor. İnce bir ayrıntıya vurgusu dikkatimi çekiyor: “Başşar, Suriye’nin parçalanması ya da taksimine son çare olarak başvurabilir. Şam’a hükmettiği sürece buna ihtiyacı yok.” Muhalefet saflarındaki “Cihadi” ve “Selefi” unsurlara gelince; “Cihadi” kavramına itirazı var. “Cihad’ın İslam’da kutsal bir kavram olduğunu” hatırlatıyor. “Selefilerle direkt temasım yok ama diyalog yoluyla onları kazanabiliriz” diye konuşuyor. Gelelim ABD’ye. Yeni Dışişleri Bakanı John Kerry ile de konuşmuş; Amerikalıların “takıntı” haline gelen üç “endişesi”ne gönderme yapıyor: “1. Azınlıkların durumu (özellikle Hristiyanların geleceği); 2. Kimyasal silahlar ; 3. Teröristler dedikleri...” Suriye’nin Batı dünyasının da benimsediği muhalefet lideri Şeyh Moaz, ABD için en öncelikli olanın “İsrail’in güvenliği olduğu”nun farkında bulunduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor. Şeyh Moaz’la uzun görüşmeden sonra, “Suriye’de durum nedir?” diye sorarsanız; “Bildiğiniz gibi” derim. Yani, henüz bir “çözülme” ya da “çözüm” eşiğinin epey uzağındayız. Korkarım, daha gidecek uzunca bir yol var...