Paylaş
SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) ile Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün (KDK) ortaklaşa düzenlediği ve Başbakan “Recep Tayyip Erdoğan’ın himayelerinde” olduğu ilån edilen toplantının temel sloganı “dünya adaleti tartışıyor” idi.
Başbakan Tayyip Erdoğan, iki günlük toplantıyı açış konuşmasında Suriye üzerinden BM sistemine yüklendi ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyelerin veto yetkisine bir “adaletsizlik ölçüsü” olarak meydan okudu.
Söylediklerinde haklıydı ama uluslararası sistemin bugünkü yapısı itibarıyla bu “adaletsizliği” değiştirebilecek bir “güç birikimi” yok ve dolayısıyla Türkiye Başbakanı’nın sözleri bir “rutin şikayet” olmanın ötesinde bir değer kazanmıyor.
İki gün boyunca İstanbul’da 30 dolayında değişik ülkeden gelen 130 konuşmacının 25 değişik konulu ve değişik başlıklar altındaki oturumlarda söz aldığı bir toplantı, yer alan isimlere –uluslararası düşünce ve siyaset dünyasını kapsayan yelpazenin tanınmış ve etkili şahsiyetleri- bakıldığında çok başarılı sayılmak durumundadır.
Böyle bir toplantının, ana konu başlığı Suriye olmasa bile, “Suriye gölgesi” altında cereyan etmesi, Suriye’nin ne kadar önemli ve hayati bir konu olduğunun bir başka göstergesi.
Aslında, “İstanbul Küresel Forumu”nun iki günlük çalışmalarında Suriye adının doğrudan yer aldığı tek bir oturum vardı. “Suriye’de Geçiş Süreci” başlığını taşıyan Mete Çubukçu moderatörlüğündeki panelde, SETA BaşkanıTaha Özhan ile ABD’nin bu konu üzerinde en çok çalışan düşünce kuruluşu USIP’ten Steven Heydemann’ın yanısıra çok ilginç iki konuşması yer alıyordu: Türkiye desteğindeki Suriye muhalefetinin şemsiye örgütü SUK’un (Suriye Ulusal Konseyi) Kürt kökenli başkanı Abdülbaset Seyda ve Suriye’nin Mesut Barzani desteğinde, 16 dolayında Kürt partisini biraraya getiren çatı örgütü Kürt Ulusal Konseyi’nin başkanı Abdülhekim Başşar.
Abdülhekim Başşar, tıpkı KUK’un arkasında temel bölgesel aktör Mesut Barzani’nin Irak’ta istediğine ve gerçekleşen benzer bir şekilde Suriye’de “federasyon” istiyor. Bunu, panelde açıkça dile getirdi. Türkiye desteğindeki SUK’un Kürt kökenli başkanı Abdülbaset Seyda ise bu konuya hiç girmedi. USIP’ten Steven Heydemann’ın Suriye’de iç savaşın üç-dört yıl daha sürmesi halinde ortada Suriye kalmayacağına ilişkin “kötümser” değerlendirmesi de dikkat çekici ve doğruydu.
Bir gün önce, aynı salonda yapılmış olan benim katıldığım panelde, ben de aynı değerlendirmeyi farklı cümlelerle yapmıştım; Suriye’de süregelen belirli bir yoğunluktaki “iç savaş”ın uzaması, bir başka deyimle Baas rejiminin yaşam süresinin –hernekadar Abdülbaset Seyda’nın doğru tespitiyle sadece “klinik anlamda yaşıyor” olsa da, devam etmesinin Türkiye için çok büyük “risk” oluşturacağını, Suriye’nin, Türkiye’nin (ve kendisinin) çıkarlarına uygun biçimde bütünlüğünü koruyabilmesi için, rejim ne kadar önce çöker ve giderse, o kadar iyi olacağını söylemiştim.
Bir gece önce, paylaştığımız yemek masasında, Kürt Ulusal Konseyi’nin başındaki ve Suriye Kürt şahsiyetleri arasındaki “en Barzanici” kişi olarak bilinen Abdülhekim Başşar’a, “’Suriye’de geçiş süreci’” dendiği zaman, şu önümüzdeki dönemi mi kastediyorsunuz; yoksa Başşar Esad’ın yıkılmasından sonraki süreyi mi?” sorusunu yöneltmiştim. Abdülhekim Başşar, “Başşar Esad’ın yıkılmasından sonrasını” karşılığını verdi.
Abdülhekim Başşar ve başını çektiği, PKK’nin uzantısı olarak bilinen PYD haricinde kalan Kürt örgütleri için, Başşar Esad yıkıldıktan sonra “federal Suriye” yani Kürtlerin Irak’taki gibi bir “statü” elde edecekleri bir Suriye, adetå “olmazsa olmaz” niteliğinde. Zaten, KUK’un herşeye rağmen Türkiye desteğindeki SUK’a entegre olmamasının nedenlerinin başında, bu konuda, –ister İslåmcı olsun, ister milliyetçilik tonları taşıyan ve hatta laik olan- Arap muhalefet ile“uzlaşamama” durumunun devam etmesinden kaynaklanıyor.
Bu arada, Temmuz 2011’de Mesut Barzani’nin huzurunda imzalanmış olan KUK ile PYD arasında, Suriye’nin “kurtarılmış Kürt bölgelerini yönetmek üzere” imzalanmış anlaşmanın kağıt üzerinde kaldığını, fiiliyatta uygulanmadığını kaydedelim.
Anlaşmanın uygulanan tek hükmü, her iki taraftan 5’er kişinin katılımıyla bir “Yüksek Kürt Heyeti”nin kurulmuş olması. Anlaşma, bunun ötesinde bir uygulama alanı bulmuş değil.
Peki, “iç savaş” sesleri gelmeyen Suriye’nin Kürt kent, kasaba ve köylerini kim kontrol ediyor, kim yönetiyor?
Rejimini kurumları bunların bir çoğunda –Afrin ve Kobani hariç- varlıklarını sürdürüyorlar ama fiili kontrol, elinde silah bulunan tek Suriye Kürt kuruluşu olan PYD. PYD ile KUK’un sürtüşmesi bir sır değil.
Türkiye’nin bu sürtüşmede, yakın müttefiki haline gelen Mesut Barzani’nin desteğindeki KUK’tan yana olduğuna kuşku yok. Ne var ki, paradoks o ki, KUK’un başı –dolayısıyla ve muhtemelen Mesut Barzani- Abdülhekim Başşar, PYD’nin savunduğu “özerklik”ten daha ileri bir “statü” olan “federasyonu” öngörüyor.
Türkiye’nin Suriye Kürtlerine ilişkin kartları net biçimde açılmış değil ama şu tespiti yapmak yanlış olmayabilir: Türkiye, bir an önce çökmesini istediği Baas rejiminin ardından, Suriye’nin kuzeyinde Barzani’ye yakın bir federal yapıyı, PYD (PKK-BDP) ağırlığı altında bir “özerkliğe” tercih edecek.
Nitekim, dün Ankara’da toplanan BDP Kongresi’nde Eş Başkan Gültan Kışanak’ın bu konudaki sözleri çarpıcıydı; Türkiye’deki iktidarı eleştirirken, “Suriye’deki Kürtler için özgürlük fırsatı çıktığında hemen ayağa kalktılar, ‘asla izin vermeyiz’ deme cesareti gösterdiler. Kürt halkına sesleniyorum. Türkiye halkları bu savaş politikalarına karşı güçlü direniş sergilemelidir.” dedi.
Kışanak, Suriye’deki özerk Kürt bölgesine destek çağrısında bulundu ve “Türkiye bir yol ayrımında; ya barışı, özgürlüğü seçecek ya da savaş yolunda rotasında kaybedecek” diye konuştu ve Türkiye’nin Suriye’deki amacının oradaki Kürt halkını yok etmek olduğunu iddia etti.
Tabii, bunu, Türkiye’nin PYD’ye tahammül edememe hali diye okumak doğru olur; aksi halde, Türkiye’nin “Suriye’deki Kürt halkını yok etmek” gibi bir hedefi olamaz, zaten yok da.
Önümüzdeki dönem asıl ilginç gelişme, PYD’nin BDP’ye benzer bir parti haline dönüşmesi. Böyle bir durum söz konusu olursa –ki, olabilir- PYD’nin Suriye’nin yakın geleceğinde meşruiyetini kaldırmak için, Türkiye’de de BDP’nin meşruiyetini de kaldırmak gerekecek.
Suriye, giderek, Türkiye’nin Kürt politikasının önündeki açmazları sergileyen bir “ayna” işlevi görmeye başlıyor. Türkiye, kendi “Kürt sorunu”nu aşamadan, Suriye’de –yanına Barzani’yi almış görünse bile- kolay manevra alanı bulamayacak.
Yani, “Türkiye, Suriye ile savaşa girecek mi?” sorusu kadar öncelikli soru şudur: “Suriye’de hiç Kürt yaşamasaydı, Türkiye-Suriye savaşı ihtimalinden söz edilebilir miydi?”
Hemen cevaplamayın. Acele etmeyin. Üzerinde düşünün. Sonra cevaplarsınız...
Paylaş