Paylaş
İki Türk genç adam, “Beyrut’a niçin gittiğimi” sordular bana; “Gezmeye mi?”Niye gidiyordum?
“Benim Beyrut’a gitmem olağandır. Niçin gittiğim sorulmaz. Ömrüm geçti orada. Asıl siz niçin gidiyorsunuz?” diye soruyu soruyla cevapladım.
“Feyruz konserine” dediler. “Dünya gözüyle bir kez görüp dinleyelim Feyruz’u diye...”
Feyruz hala söylüyor muydu? Yaşı 80’e dayanmış olmalıydı.
80 değilse bile üç hafta önce 76 yaşını ardında bırakmış; Mardin’li bir Süryani baba ile Lübnan’lı Maruni bir annenin 1935 doğumlu kızı, 1950’lerden beri başta Lübnan, tüm Arap dünyasını sesiyle efsunluyor. Yaşayan en büyük Arap sesi o. Lübnan’ın “ulusal hazinesi” olarak addediliyor.
Nitekim, uçakta elime aldığım Lübnan gazetesinin son sayfasında yaşını ele veren kocaman bir fotoğrafı; bembeyaz giysisi altında her zaman olduğu gibi tek bir jest ve mimik yapmadan, hareketsiz halde verdiği bir başka muhteşem konserinin görüntüsü.
Onun sahnede hareket etmesine gerek yoktur; büyülü sesini duyduğu anda kalabalıklar hareketlenirler. Zaten arka arkaya vereceği üç konserin ilkine 3800 kişi, Lübnan’ın ve dünyanın her yönünde koşup gelmiş. Gazete, fotoğrafının üzerine “Feyruz kalabalıkları yine hareketlendirdi” diye başlık atmış.
Haber yazısının giriş paragrafı şöyle:
“Siyasete saplanmış bir toplumda yaşayan Lübnanlılar en temel ilkelerde bile anlaşmakta zorlanırlar. Ama Lübnanlılar, Feyruz’a duydukları aşkta neredeyse ittifak halindedirler.”
Feyruz Lübnan’dır... Ve, Suriye’dir
Sadece Lübnanlılar değil. Suriyeliler de öyle olmalı. Onun insanı kendinden alıp başka katmanlara taşıyan ilahi sesini, bundan 40 yıl kadar önce Suriye’nin en güneyinde Deraa yakınlarında bir yemek molasında çalan bir radyodan duymuştum. Hani, 9 aydır Suriye’ye sallayan büyük halk hareketinin kıvılcımının çakıldığı Deraa’da. “Kim bu?” diye hayretle sorduğum vakit, çevremdekilerin hayret dolu nazarları bana dönmüş, Feyruz’u nasıl tanımıyor olduğumdan şaşkınlık duymuşlardı. O gün tanıştık. O gün bugündür tanışıyoruz. 40 yıllık bir tanışıklık.
“Feyruz Lübnan’dır” denir. 1970’lerde Filistin ve Kudüs için söylediği şiirsel sözlü şarkılarına bakılırsa, ona “Feyruz Filistin’dir” denilebilirdi pekala. Ve, Feyruz, şu sıralarda Suriye için söylüyor. Son konserinde unutulmaz şarkılarından birinin “Beyrut’ta geceyi uzatmıyorsak, bunu Şam’da yapabiliriz” dediği anda, kalabalık içindeki Suriyeliler göz yaşlarını tutamamışlar.
Şam, tüm Suriye için kullanılan bir metafordur buralarda. Feyruz’un o şarkıyı neden söylediğini, neye, niçin gönderme yaptığını herkes anlamış.
Bundan sonra, pekala “Feyruz Suriye’dir” de!
Şu günlerde Suriye’yi izlemek, ne olup bittiğini öğrenmek ve anlamak için, en öne çıkan iki ülke varsa, bunların biri Türkiye, diğeri de Lübnan. Türkiye, Suriye muhalefetine ev sahipliği yaptığı için.
Suriye’nin esas olarak Türkiye tarafından oluşturulan muhalefet bloku “Suriye Ulusal Meclisi” (İngilizce başharfleriyle uluslararası medyaya oturduğu haliyle SNC) de Türkiye’de; giderek silahlı direnişi başlattığı izlenimi veren ve Suriye ordusundan kopanların oluşturduğu “Hür Suriye Ordusu”nun (yine uluslararası medyada yer alan İngilizce başharfleriyle FSA) yönetim kademesi de Türkiye’de.
Suriye’yi Lübnan’dan izlemek
Bununla birlikte, Arap dünyasının, en başta Suriye’ye ilişkin olarak üzere, “radar ekranı” hep Lübnan olagelmiştir. Esasen, Suriye ile Lübnan, etle tırnak gibidirler. Lübnan’ın geçmişi gibi, geleceği ve kaderi çok büyük ölçüde Suriye tarafından şekillenir ve şekillenecektir.
Türkiye’nin Suriye’deki mevcut altüst oluşla fiziki irtibatı nasıl Hatay ilinin çevresi üzerinden sağlanıyorsa, Türkiye, Hatay üzerinden nasıl İdlib-Halep hattıyla, Yayladağı-Samandağı ekseninden Lazkiye ile ilişkileniyorsa; Lübnan da kuzey, kuzeydoğu ve doğusundan öncelikle Homs ve Şam’la irtibatlanır. Beyrut’tan Lübnan-Suriye sınır kapısı karayoluyla birbuçuk saati aşmaz; Şam da o noktadan bilemediniz yarım saat kadardır.
Tabii, asıl bağlantı kuzeydoğusunda Anti-Lübnan dağlarının yüzyıllar boyu önlenememiş olan kaçakçılık yolları üzerinden Homs iledir. O yolların, Suriye’nin içindeki direnişçi güçlere silah, cephane ve gıda malzemeleri sağladığı, artık uluslararası basının sayfalarına düştüğüne göre, bir sır olmaktan çıkmıştır.
Hatta geçen Cuma günü İngiliz The Times gazetesinde Hür Suriye Ordusu tarafından Lübnan’dan Homs’a geçirilen, orada bir süre kaldıktan sonra, aynı yollardan Lübnan’a geri gönderilen Sky televizyon ekibinden birinin (StuartRamsay) izlenimleri iki tam sayfa boyunca yayımlanmıştı.
Suriye’nin üçüncü büyük kenti olan ve Şam-Halep bağlantısını Hama ile birlikte tutan Homs, büyük ölçüde “rejimin elinden çıkmış” bir şehir. Şu anda kuşatma ve büyük bir katliam tehdidi altında. Haftalar önce de yazmıştım; Homs, muhtemelen Suriye’nin yakın geleceğinin anahtarını elinde tutuyor. Şehrin birçok mahallesi Hür Suriye Ordusu’nun silahlı güçlerinin mevzilendiği alanlar; şehir merkezi ve çevresi rejime bağlı ordunun kontrolünde, tank ve top yığınağı yapılıyor.
Homs’ta rejime karşı direnişin –ülkenin her yerinde direnişçiler “Eşgüdüm Komiteleri” adıyla örgütlenmiş olan isimsiz kahramanlar- yöneticilerinden biri, dış dünyanın kendilerini yalnız bıraktığını İngiliz gazeteciye şikayet ederek, “Böyle olacağını bilseydik, hiç kimsenin yardım etmeyeceğini bilseydik; asla buna kalkışmazdık. Ama artık başladı ve devam etmekten başka hiçbir seçeneğimiz yok” diye yakınmış. (The Times, 9 Aralık Cuma, s.4-5)
Suriye’de kitlesel katliam gerçekleşmese, tehdit boyutlarında kalsa bile, günde en az 15-20 kişi oluyor. Zamana yayılmış bir katliam söz konusu adeta. Kahraman bir halk, kendini yalnız bırakılmış hissederek, sonuna kadar direnmeye kararlı gözüküyor. Cin şişeden çıkmış durumda.
Suriye’de trajedinin alacağı boyutlar, Türkiye dahil, birçok ülkenin izlediği ve izleyeceği politikanın doğrultusunu da belirleyeceğe benziyor.
Suriye ile kaderi birleşmiş Lübnan’dan, Suriye’ye bakacağız...
Paylaş