Paylaş
Eğer “14 Aralık Operasyonu” olarak siyasi tarihimizde şimdiden yerini almış olan gelişmeye içte ve dışta çok geniş bir tepki ortaya konmamış olsaydı, Ekrem Dumanlı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılır mıydı?
Hayır, bırakılmazdı.
Eğer Hidayet Karaca ismi, Ekrem Dumanlı kadar bilinen bir isim olsaydı, önceki gün tutuklanır mıydı?
Hayır, tutuklanmazdı,
Eğer Fethullah Gülen için yakalama kararının çıkartıldığı bir “Türkiye hukuk ortamı”nın “dayanılmaz ağırlığı” söz konusu olmasaydı, böyle bir ortamda Pınar Selek için dördüncü kez beraat kararı çıkabilir miydi?
Hayır, çıkamazdı.
Türkiye’de adaletin yürütme tarafından “manipüle edilen” bir mekanizma görüntüsü en ziyadesiyle son bir haftada gözüktü. 14 Aralık’ta bir hayli acemice yürütülen polis operasyonunun “simge ismi” olan Ekrem Dumanlı’nın ifadesi, tam 80 saat sonra alındı. Daha da büyük tuhaflık, mahkemenin kararını 24 saat sonra vereceğini açıklamasıydı.
Yani operasyondan tam 5 gün sonra, dört duvar arasında kala kala sayıları 5 inmiş kişilerin 4’ü tutuklandı, biri (Ekrem Dumanlı) tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Ne ülke içinde ne de ülke dışında, Türkiye’de “bağımsız yargı” olduğuna dair aklı başında hiç kimseyi ikna etmenin mümkün olmadığı bir algı, son bir hafta boyunca yaratılmış oldu.
Önceki günkü New York Times gazetesinde yine Tayyip Erdoğan ve onun Türkiye’si hakkında bir başyazı vardı. Son bir yıl içinde, NYT’nin başyazısına konu olma rekoru sanırım Türkiye’nin Cumhurbaşkanı'nda. Başka Hiçbir lidere ona NYT başyazılarında verilen yer kadar yer ayrılmadı.
NYT’nin son başyazısı da "Erdoğan Türkiye"si için olumsuz bir algı oluşturacak nitelikte. Alaycı ve ağır bir dille kaleme alınmış. Cumhurbaşkanı’nı “paranoya” ile bir tür ruh hastalığına kapılmış olmakla değerlendiriyor.
“Paralel devlet ile mücadele”gerekçesi olarak gösterdiği 14 Temmuz’da gazeteciler, senaristler ve televizyon yapımcılarının toplatılmasını şu cümleyle yorumluyor:
“Erdoğan’ın, eleştiri ve muhalefeti bastırma çabaları, paralel evrende yaşayan bir otoriter lideri gösteriyor.”
NYT, “bir demokraside, bir NATO üyesi ve Avrupa Birliği’ne aday bir ülkede, hukuk devletine son vermek ve ifade özgürlüğünü yok etmek girişimlerinin mümkün olamayacağı”ndan yola çıkarak, Tayyip Erdoğan’ı “paralel yapı”yla mücadele ediyorum derken “paralel evren”de yaşıyor olmakla anlatıyor.
Yani “bu dünyanın gerçeklerinden kopmuş olmak” ile değerlendiriyor ve bunun “paranoya”dan kaynaklandığını öne sürüyor. Bu gözlemini desteklemek için bir dizi örneğe de başyazısında yer veriyor. Örnekler arasında, Erdoğan’ın, Orhan Pamuk ve Elif Şafak gibi romancıları “dış çevrelerin lobiciliği” ile suçlamış olması sıralanıyor.
Başyazı, “Erdoğan’ın paranoyakça kabadayılığı son derece kaygı vericidir. Hükümetinin ifade özgürlüğünü bastırmak, romancılara hakaret etmek ve yargıyı nötralize etmek yönündeki girişimleri Türkiye’nin demokrasisini tahrip ediyor. Gelecek yıl, Türkiye G-20’nin başkanlığını üstlenecek. Erdoğan hükümeti bunu Türkiye’nin uluslararası itibarını yükseltecek bir platform olarak kullanmayı umut ediyor. Demokratik haklara saldırısı sonucunda tam tersini elde ediyor” cümleleriyle son buluyor.
Denebilir ki, ne önemli var; Tayyip Erdoğan, NYT’yi ve benzerlerini takmıyor ki. Bu arada, son bir hafta içinde televizyonları kanal kanal gezerek, “neo-faşist teorisyenlik” rolüne soyunan kimi “neo-başdanışman”lar, “Batı dünyasının Türkiye’yi hiç anlayamadığını” da öne sürüyorlar.
Ne var ki, NYT’nin ve benzeri yayın organlarının etkisi, dünyanın en önemli siyasi, ekonomik karar vericilerinin orada yazılanları dikkatle ve ciddiyetle okumalarında, okuduklarına önem vermelerinde yatar.
Tayyip Erdoğan’ın takıp takmaması ve bazılarının ortaya saçılıp ”Batı bizi iyi tanımıyor” diye “paralel evrendeki paranoya seansları”nda vakit tüketmeleri, Türkiye’ye yönelik artan ölçüdeki olumsuz algının yapacağı tahribatı önlemeye çare olmuyor.
New York Times’daki başyazının yayınlandığı gün, başyazının yanı başındaki sayfada NYT’nin Nobel ekonomi ödüllü köşe yazarı Paul Krugman’ın bir yazısı vardı. “Putin’in balonu patladı” başlığını taşıyordu.
Yazı, “Eğer maço tavırlarını etkileyici bulan biriyseniz, Vladimir Putin tam sizin tipinizdir” cümlesiyle başlıyordu. “Kasımpaşa tarzı”nı bir siyasetçi erdemi gibi algılayanlar için de geçerli bir giriş. Ardından gelen cümle de aynı şekilde, aynı tip “Türk yandaşlar”a bir şey anlatıyor olmalı:
“Ama Putin afra tafrasını destekleyecek kaynaklara hiç sahip olmadı. Rusya, Brezilya ile aşağı yukarı aynı büyüklükte bir ekonomiye sahip. Ve, şimdi görüyoruz ki, mali kriz karşısında hayli kırılgan – Putin rejiminin tabiatı ile yakından ilgili bir kırılganlık.”
Rusya’nın içine sürüklendiği ağır krizde, petrol fiyatlarının büyük düşüşünün ve Rusya’nın enerji ihracatına dayalı bir ülke olmasının elbette payı var. Ancak, Krugman, her şeye rağmen gelinen noktayı, “Putin’in siyasi performansı ve Rusya ekonomisinin yapısal özellikleri”yle açıklıyor ki, bu konuda dünyada neredeyse bir “konsensüs” mevcut.
“Rusya’nın şimdi karşılaştığı kriz, dışarıdan büyük ölçüde para aldığınız vakit kırılganlaşan ekonomiye kötü şeyler olduğunda olan cinsten” diyor. “Özellikle özel sektörün büyük çapta borçlanmasının ve borçlanılan para birimiyle ilgili gelişmelerin söz konusu olduğu durumlar” diye ekliyor.
Ayrıca, Rusya ekonomisinin Putin’in “oligarklar” üzerinden bir “kayırmacı kapitalizm”e dayalı olduğu üzerinde duruyor.
Bu “semptomlar” aynı şekilde Türkiye’de de söz konusu. Petrol fiyatların düşmesinin cari açığın kapatılması bakımından Türkiye’ye büyük avantaj sağlaması gereğine rağmen dolar karşısında paranın değer kaybetmesi, dış yatırımların durma noktasında bulunması, sıcak paranın ülkeyi hızla terketme ihtimalinin devam etmesi, enflasyonist baskılar, büyüme hızı düşüklüğü, işsizlik rakamlarının aşağıya çekilememesi ve bu arada tipik bir “kayırmacı kapitalizm” örneği olan “yolsuzluklar”ın üstünün kapatılıp, bunların üzerine gitmek isteyenlerin üzerine amansızca gidilmesi.
Bütün bunlar, “Putin’in balonunun patlaması”nın yanında, onun “siyasi ikiz” gibi giderek görünmeye başlayan bir kişinin “balonunun patlaması” ihtimalini gündeme getiriyor.
Türkiye’de “demokrasiye son verilmekte” olduğuna, “hukuk devletinden uzaklaşıldığı”na dair giderek yayılan uluslararası algı, küresel ekonomide Türkiye’deki gibi bir ekonominin en fazla ihtiyaç duyduğu iki şeyden biri olan yabancı doğrudan yatırımın gelmesini engeller; sıcak paranın çıkmasına yol açar.
Demokrasi-ekonomi ilişkisi, ya da çağdaş hukuk devleti-ekonomi ilişkisi Türkiye için özellikle geçerlidir.
Dünyanın etkin ve saygın yayın organlarında, Türkiye’nin yönetimi “paralel evrende yaşamak” ve “paranoya” ile niteleniyor ise her gün AB ile “kavga”ya girip, “demokrasi notunuz” sürekli kırılmaya başlamışsa, “ekonomi balonu” ya patlar veya patlatırlar.
“Siyasi paranoya” ile “ekonomi balonu” arasındaki yakın ilişki Rusya’da görüldü.
Türkiye’de de izlenebilir…
Paylaş