Paylaş
Hatta, Bill Clinton’ın, karşısında Bülent Ecevit, ayaklarını birleştirmiş terbiyeli bir üslupla otururken divanın arkalığına sere serpe kaykılmış fotoğrafını veya George W. Bush’un Abdullah Gül’ün sırtına pat pat vuruşunun görüntülerine dikkat çekerek Türkiye’nin yetkili isminin “emperyalist Amerikan başkanı” tarafından “aşağılandığı”na dikkat çekmek isterler.
Bir taşla iki kuş vurulur. Bir yandan Amerikan “Coni”si ya da “kovboyu”nun münasebetsizliğinin altı çizilerek “anti-Amerikan duygular”a gıda verilmiş olur, diğer yandan da kendisine muhalif olunan Türk şahsiyetin bizi “rezil ettiği” duygusu bilinçaltlarına zerk edilerek “etkin” bir muhalif tavır, “siyaset geyiği” üzerinden sergilenmiş olur.
Çok kez, görüşmenin içeriği de bu karşıt sunuşlar ve değerlendirmeler arasında kaynar gider. Beyaz Saray görüşmesinin gerçek boyutlarını, ne bir eksiği ne de bir fazlası olmadan, anlamak mümkün olmaz.
Beyaz Saray görüşmeleri, çoğunlukla Türkiye’nin kutuplaşmaya fevkalade müsait iç politikasına uygun olarak değerlendirmeye tabi tutulduğu için, arada “gerçek” de kolaylıkla kaybolur gider.
*** *** ***
Abdullah Gül’ün Beyaz Saray görüşmesinin başına da büyük ölçüde bu geldi ama bir farkla. Bu kez, ülkemizin en önemli sorununa ilişkin neyin, nasıl, ne çerçevede konuşulduğu üzerinde yoğunlaştı. “Kürt sorunu”na “siyasi çözüm” ya da “kapsamlı çözüm” üzerinde konuşuldu mu, konuşulmadı mı? Bu, merak edildi ve bu merak sağlıklı ve doğruydu.
Ne var ki, bizzat Abdullah Gül’ün Beyaz Saray konuşması ardından düzenlediği ve bir bölümü kameralara kapalı basın toplantısında, daha sonra Wilson Center’daki konuşmasını izleyen soru-cevap bölümündeki sözleriyle Amerikan tarafının Beyaz Saray internet sitesinden yayımladığı nelerin nasıl konuşulduğuna ilişkin 12 sayfalık açıklama arasında saklanamaz, belirgin bir çelişki var.
Beyaz Saray’da ne oldu? “Siyasi” ya da “kapsamlı çözüm” konuşuldu mu, konuşulmadı mı?
Buna takıldığımız ölçüde, “işin esası” bir kez daha kaçıyor; “siyasi” ya da “kapsamlı çözüm” neyin nesi?
Evet, bunun, “sorunun sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceği” anlamı taşıdığı biliniyor da ne? Anladık, sadece askeri yöntemlerle çözülemeyecek bir sorun olduğunu herkes, hatta Genelkurmay da kabul ediyor. Peki, “siyasi çözüm” ya da “kapsamlı çözüm” diye nitelenenin içeriği ne? Neyi kapsıyor?
Bundan, “PKK ile dolaylı temas” ya da “PKK’nın siyasallaşması” gibi anlamlar çıkartılabileceği ve böyle bir söylemin Türk iç politikasında bir “bumerang” etkisi yaratacağı kaygısıyla Abdullah Gül, “siyasi çözüm”ün konuşulmadığını, hayli asabi bir üslupla kestirdi attı. Oysa, “siyasi çözüm”den gerçekten yana bir iktidar ya da “devlet aklı”nın, bu konuda böyle sinirlenmesi gereksiz. “Siyasi çözüm”, Beyaz Saray’da niçin konuşulmasın? Asıl, konuşulmaması tuhaf ve konuşulmamış olması, “negatif” sayılmalı.
Galiba, bu konudaki “en doğru” değerlendirme, kim olduğunu tahmin ettiğimiz “Köşk’ten üst düzey bir isim”in dün gazete satırlarına düşen şu “bilgi notu”:
“PKK’yla mücadele konusunda atılacak adımları, Başbakan Erdoğan 5 Kasım’daki toplantıda detaylarıyla Başkan Bush’la paylaşmıştı. Burada da karşı taraf bize sormadan Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’de dile getirdiğimiz ve sosyal, ekonomik reform adımlarını genel çerçevesiyle anlattı. Operasyonun halen devam ettiğini, PKK ile askeri mücadelede bir noktaya gelindiğinde sonuçlarının değerlendirileceğini, aynı zamanda sorunu çözmeye yönelik ekonomik, sosyal ve siyasi adımların değerlendirileceğini söyledik. Biz anlatınca da Başkan Bush’un herhangi bir sorusu olmadı.”
Soracak bir şey yok. Türkiye’de kaygılı kamuoyunda iyimser bir beklenti yaratan “retorik” Bush’a da aktarılmış. Bu, şimdilik, sadece bir “retorik”.
*** *** ***
Birkaç şeyi bilebiliyoruz:
1. Amerika, Kürt sorununa “siyasi çözüm”den yana;
2. Bu çerçevede ve diğer “stratejik gerekçeler”le Türkiye’nin Irak Kürt liderliği ile “diyalog”a oturması ve “yakın işbirliği” içinde bulunmasından yana.
3. Amerika, bu yaklaşımı Türkiye’ye aktarıyor ama Türkiye ile ilişkilerinin “olmazsa olmaz” koşulu halinde dayatmıyor, empoze etmekten kaçınıyor. “Arif olan anlar” edası içinde.
Bunları bilenler ve sezenler, AK Parti hükümetinin ve bu arada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de çeşitli beyanlarından, dahası “hayatın gerçekleri”nden yola çıkarak, yakında Kürt sorununun çözümüne yönelik “siyasi adımlar” atılacağı beklentisi içindeler ve bu konuda hükümete hayli cömert bir “avans” da veriliyor.
Kendi payıma, “iyimserler cephesi”nde yer almıyorum. Hükümetin, bu konuda “kapsamlı çözüm"e sahip olmak bir yana, bunun bir “ciddi hazırlığı” içinde olduğunu da göremiyorum. Üstelik, Başbakan, bu konuda 2005’te vardığı noktadan hayli geriye düşmüş vaziyette.
AK Parti’nin 22 Temmuz seçimlerinde Güneydoğu’da oyların yüzde 56’sını elde ederek sergilediği parlak performansın ve yine Başbakan'ın sık sık dillendirdiği “Bizde 75 Kürt milletvekili var. Kürtleri temsil yetkisi ve gücü bizde” mealindeki sözlerinin, hükümette Kürt sorununun “siyasi ve kapsamlı çözüm”ü için bir ivme yaratmaktan ziyade, Genelkurmay ile işbirliği halinde “PKK’ya karşı güvenlik öncelikli yaklaşım”ı öne çıkartarak, bir “rehavet”e yol açtığını gözlemliyorum.
Konu gündeme geldiğinde, akıllarına öncelikle gelen “Güneydoğu’da ekonomik ve sosyal gelişmeye yönelik önlemler”in alınması ve uygulanması. “Siyasi” sözcüğü kullanılsa da bu, içi dolmayan boş bir sözcükten ibaret.
Bu yaklaşımın, Türkiye’de on yıllardır sürüp giden “geleneksel” yaklaşımdan, sorunu bir “ekonomik gelişmişlik sorunu” olarak gören ve bir “kimlik sorunu” olarak ele almamakta direnen yaklaşımdan özünde bir farkı yok.
Kürt sorunu, bir “kimlik sorunu” olarak görülmedikçe ve buna uygun yasal düzenlemeler yapılmadıkça, “kapsamlı siyasi çözüm”den gerçek anlamında söz edemezsiniz. Bunu yapabilmek için, oldukça net bir “stratejik vizyon” ve en önemlisi “siyasi kararlılık” gerekiyor.
Böyle bir “yaklaşım”a oranla çok daha kolay yapılabilecek bir 301 değişikliği ya da iptalinde bile, AK Parti hükümeti hâlâ patinaj yaparken Kürt sorununa “siyasi çözüm” gibi hiçbir cumhuriyet hükümetinin altından kalkamadığı bir devasa atılımı, bu hükümetten beklemek, fazlaca iyimserlik gibi gözüküyor. Hele, muhalefetin hükümeti bu noktada adım atması için sıkıştırması bir yana, müthiş bir “takoz” olduğu bir siyasi iklimde ve ortamda.
Yanılıyor olmayı daha fazla istediğimiz, başka hiçbir konu olamaz...
Paylaş