Paylaş
Hiçbir şey, dünkü gazetelerin sayfalarını süslüyen, Şerafettin Elçi için TBMM önündeki tören fotoğrafı kadar çok şey anlatamazdı. Sessiz fotoğraf karesi, dün Cizre’de, bugün Roboski’deki onbinlerin haykırışından çok daha güçlü bir sese sahipti.
TBMM’nin önünde “tek bayrak”a sarılı bir tabut; içinde Şerafettin Elçi. Tabutun önünde Başbakan Tayyip Erdoğan, solunda TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Tayyip Erdoğan’ın hemen yanıbaşında ana muhalefet lideri, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Onun solunda, Tayyip Erdoğan’ın sağ kolunu atsa omuzuna dokunabileceği yakın mesafede BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Ahmet Türk. Ahmet Türk’ün solunda Aysel Tuğluk. Aysel Tuğluk ile Sırrı Sakık’ın ortasında, Sırrı Süreyya Önder’in hemen önünde, eski TBMM Başkanı, günümüzün Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç.
Ve, dünkü Radikal’in bu fotoğrafın üzerine yerleştirilmiş birinci sayfa manşeti: “Son Nesil”.
“Son Nesil”den kasıt rahmetli Şerafettin Elçi’nin “Sorunun çözümü için son nesil bizleriz” sözlerine yapılan gönderme.
Şerafettin Elçi’nin “tek bayrak”a sarılı tabutunun önüne dizilmiş olan ve birbirleriyle pek görüşmeyen, konuşmayan; ağızlarını açtıkları vakit ise, birbirlerine yüz yüze bakamayacak ağırlıktaki sözlerle saldıran siyasi şahsiyetler.
Orada öyle, Şerafettin Elçi’nin tabutu başında niye dizilmişler?
“Sorunun çözüm umutları”nın “defin töreni”ndeler mi? Ömrünü “Kürt sorunu”nun çözümü için tüketmiş ve kendi kuşağını çözüm için “son nesil” olarak nitelemiş olan Şerafettin Elçi’ye “Sağlığında bu işi beceremedik. Kusura bakma. Elvada!” mı demek istiyorlardı?
O sessiz fotoğraf, Şerafettin Elçi’nin cansız bedeninin şahsında bir “umutsuzluk haykırışı” mıydı acaba?
Yoksa?
Bu ülkede 20 ay bakanlık yaptıktan sonra, 12 Eylül darbesinin “Türkiye’de Kürt halkı vardır. Ben de Kürt’üm” demiş olduğu için–sadece bunu demiş olduğu için- bakanlık süresine yüzde 50’lik bir süre ekleyip, 30 ay hapse attığı bir TBMM üyesinin önüne, tüm “devlet ricali”nin dizilmiş olması; yoksa, “Senin tüm hayat mücadelene saygı duyuyoruz. Senin yürüdüğün yoldan yürürsek, bu işi çözeriz. Böylece ruhun şad olur” mesajını mı ifade ediyordu.
Öyle değilse, Başbakan’ın, Başbakan Yardımcısı’nın, TBMM Başkanı’nın en ön sırada ne işi var orada?
Şerafettin Elçi’nin önüne başları önde, yakalarında onun fotoğrafı dizilmiş olan “zevat” bir “günah çıkarma ayini” için mi oradaydılar acaba? Bu, bir “çözüm umudu haykırışı” mıydı yoksa?
Ne olursa olsun, “hayırlı bir buluşma”ydı Şerafettin Elçi’nin önünde gerçekleşmiş olan…
Ya bugün, Roboski’ye akan, aralarında çok sayıda Türk, Türkiye’nin insanları; “kaçakçıya çıkmış adımız”dan gayrı anlamlı bir sıfatı olmayan TC vatandaşı 34 Kürt çocuğu için biraraya gelmeleriyle, ne demiş oluyorlar aslında?
Bunu, “Birlikte yaşayacağız. Devletin yanlışlıklarından ötürü vatandaşları önünde hesap vereceği özgür bir ülkede, özgür vatandaşlar olarak birlikte yaşayacağız” mesajı olarak da algılamak gerekmiyor mu?
Roboski, yol açtığı sonuçlar itibarıyla “Kürt sorunu”nun çözümüne ilişkin bir “umutsuzluk vesilesi” olmanın tam tersine, bu ülke halkının “dayanışma vesilesi” olarak öne çıktı.
Bugün Roboski’de ve ülkenin her yanında onun için çarpan yürekler, dün toprağa verilmiş olan Şerafettin Elçi’nin, ruhunu TBMM önündeki törenden daha ziyadesiyle şad edecek bir değere sahip.
Ve, hayır; öyle demiş olsa da, rahmetli Şerafettin Elçi, “son nesil” değildi. Başbakan’ın bir kol boyu mesafesinde onun tabutunun önünde duran Selahattin Demirtaş, Elçi’den yaklaşık 30 yaş daha genç.
Daha önce de bu köşede belirtmiştim; Fırat Anlı, bana ve Hasan Cemal’e, Diyarbakır’da 2009 yılında “Konuşulacak son kuşağız biz “ demişti ve Fırat’ın sözleri o gün bugündür yankılanıyor.
Fırat Anlı, bugün KCK tutuklusu olarak yaklaşık 3 yıldır Diyarbakır’da hapis yatıyor. O ve kuşakdaşları –biri Selahattin Demirtaş- 49’lardan biri olarak ta 1959’da hapsi boylamış olan Şerafettin Elçi’den yaklaşık 30 yıl sonra dünyaya gelip, “konuşmayı” sürdürüyorlar.
“Kürt sorunu”nun diyalogla çözülebileceği “son nesil” yenilenerek varolmaya devam ediyor.
Roboski’de “Encü” soyadı taşıyan onca çocuğu, F-16 bombaları vücutlarını paramparça ederek konuşamaz hale getirdi. Ama, bir yıl sonra, dağa çıkan hiçbir “Encü” yok; Ferhat Encü ise konuşuyor. Üç hafta önce Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda beraberdik. Adana’da, İstanbul’da, Ankara’da, Ferhat Encü, her gün “diyalog mesafesi”nde.
Aslında, Şerafettin Elçi, TBMM önündeki törenin fotoğrafında görüldüğü gibi “diyalog mesafesi”ni bir kol boyu kısalttı.
Şerafettin Elçi, “özel” bir insandı gerçekten. Türkiye, hem gizli ve yasa dışı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi kurucularından ve yöneticilerinden olup, hem Adalet Partisi ve CHP saflarında bulunup Bülent Ecevit hükümetlerinde birinde bakanlık yapıp, hem “Kürt” olduğunu söylemiş olduğu için başına bela getirip, hem “federasyon”u savunup, hem de BDP seçmen kitlesinin desteğiyle 2011 yılında tekrar TBMM’ye giren ondan başka bir “bağımsız” siyasi şahsiyet görmedi.
Şerafettin Elçi’den başka, hiçbir siyaset adamı, Tayyip Erdoğan’ı, Ahmet Türk’ü, Cemil Çiçek’i, Aysel Tuğluk’u, Bülent Arınç’ı, Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve Selahattin Demirtaş’ı omuz omuza aynı safa dizemezdi.
2011’i Türkiye, Şerafettin Elçi’yi toprağa teslim ederek büyük bir kayıpla ve bir yandan da, “Kürt sorunu”nun çözüm ufku bakımından “büyük umutlar”la kapıyor.
2010 sonundaki Roboski katliamı, nasıl bir karabasan idiyse, bu yıl orada toplanan onbinler, o derece umut verici bir “ortak yaşam geleceği”nin habercisi.
Paylaş