Paylaş
Tahminim şuydu: İktidar çevreleri bunu “tarihi” bir gelişme olarak sunacaklar; bunu destekleyenlerin kimisi bunu bir “devrim” olarak bile niteleyecek. Buna karşılık Kürt siyasi hareketi –ana gövdesi ve omurgası itibarıyla- bunu çok yetersiz bulmanın da ötesine geçecek. Nitekim, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, Kürtçe’nin seçmeli ders olmasını “asilimilasyonculuk” olarak damgaladı.
İki tavır da, bence, yanlış; tipik bir “ifrat-tefrit” denklemi durumu. Ortada ne “tarihi” bir adım –“devrim” kusur kalsın-, ne de “asimilasyonculuk” var.
Bu ülkede Mardin Artuklu Üniversitesi’nde “Yaşayan Diller Enstitüsü” bünyesinde bir “Kürt Enstitüsü” kurulmuş vaziyette. Muş Alparslar Üniversitesi’nde ise adıyla sanıyla “Kürt Dili ve Edebiyatı” bölümü açık. YÖK Başkanı Prof. Gökhan Çetinsaya, bu konudaki yeni talepleri olumlu değerlendirdiklerini ve üniversitelere yeni Kürtçe bölümleri açabileceklerini söyledi.
Bu adımların atılmış ve bu yönde adımların daha da atılacağı besbelli olan bir ülkede, “orta öğrenimde Kürtçe’nin seçmeli ders” olarak konulmasının “tarihi” yönü de kalmamıştır; buna “devrim” hiç denmez.
Ama, “süreç”in ne şekilde, hangi aşamalardan geçerek ne yönde ilerlediğine bakılırsa, bu adımı “asimilasyonculuk”la damgalamak da insafsız kaçar.
BDP’nin diğer eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, “Kürt çocuğu anasından doğarken dilini seçiyor mu ki, sen ona seçmeli ders sunuyorsun? Önce sen Tayyip Erdoğan olarak torununu Türkçe seçmeli desse göndermeyi kabul et, Kürtler de seçmeli dersi kabul etsin... Ama Kürt çocuğuna 5. Sınıftan sonra iki saat Kürtçe ders demek, ‘5 sene seni asimile edeceğim, sonra Kürtçeyi yabancı dil gibi seçmeli vereceğim’ demektir...” diye tepkisini belirtti.
Doğru değil mi söyledikleri?
Doğru. A’dan Z’ye doğru. Ama yine de olan “asimilasyonculuk” değil. Belki, “asimilasyoncu” zihniyetin son siperlerine doğru geri çekilmesi ve “asimilasyonculuk”tan toptan vazgeçememesi denebilir ama atılan adım, bir “asimilasyon hamlesi” değil.
Ak Parti iktidarı döneminde, Kürtlerin “inkarı”na son verildiği gibi, “asimilasyonculuk” da süreç içinde erozyona uğramaya başladı.
Hatırlayalım, 2004’te Kürtçe dil dersleri açılmıştı. Onu da da, o dönem “tarihi” bir ilerleme diye nitelendirenler çıkmıştı. 1 Ocak 2009’da devlet kanalında, TRT-6 Kürtçe televizyon yayınına başladı. 12 Haziran 2012’ye gelindiğinde ise, Kürtçe orta öğretimden itibaren “seçmeli” ders oldu. Üniversitelerinde –hem de öncelikle Güneydoğu bölgesindeki üniversitelerinde- Kürt enstitülerinin ve Kürt Dili ve Edebiyatı kürsülerinin bulunduğu bir ülkede oluyor bunlar.
Bu adımlar, “çok az, çok geç” cinsten olabilir. Bence öyledirler; ama şundan da kimsenin şüphesi olmasın:
Türkiye, anadilde eğitime doğru yol alıyor. Yani, bir süre sonra, ilköğretimde “çift dilli” eğitim başlayacak ve Kürtler, okula başlangıç çağından itibaren ana dillerinde eğitim göreceklerdir. En azından, ister kullanır ister kullanmazlar, böyle bir hakka sahip olacaklardır.
Türkiye’de tarihin bu yönde ilerlemesini engellemek artık mümkün değildir.
Bunu bilmek ve görmek için kahin olmak gerekmiyor. 1920’lerin ortalarında başlatılan “inkar”dan 2004’te Kürtçe kursları açılmasına, Mardin ve Muş üniversitelerinde, sırada Diyarbakır Dicle Üniversitesi var, Kürtçe kürsülerine, 2009’de Kürtçe televizyona, 2012’de Kürtçe’nin orta öğretimden itibaren “seçmeli ders” olmasına vardık. Buradan, bir “temel insan hakkı” olan anadilde eğitime yol alınacağı kesindir.
Bu, hiç değilse Türkiye’nin bir bölgesinde “çift resmi dil”e götürmez mi? Götürebilir. Kıyamet mi kopar? Türkiye’de halkı ve ülkeyi bölen, “kimlik inkarı” idi; kimliğe saygı ve bunun gereğini yerine getirmek ise, birlik ve bütünlüğü sağlama alacaktır.
Gündemin bu heyecanlı yeni unsurunda, yani “Kürtçe’nin seçmeli ders” olması konusunda dünkü Radikal’de Mehmet Ulaş imzalı çok önemli bir haber yer aldı. Mardin Artuklu Üniversitesi’nin Rektör Yardımcısı ve Yaşayan Diller Enstitüsü Dekanı Prof. Kadri Yıldırım, seçmeli Kürtçe dersi için alt yapının henüz müsait olmadığını, şu anda Kürtçe ders verecek 100 eğitmen bulunduğunu açıkladı. Yani, anadilde eğitim hakkı kabul edilmiş olsa, daha büyük rakam gerekecek.
Ama önemli olan bu değil; Kürtçe’nin önünün açılması ve Kürtçe öğretecek insanların sayısının pıtırak gibi artacak olması. Dolayısıyla, anadilde eğitim, ister istemez, birkaç yıl içinde kabulü kaçınılmaz bir hak olarak kendisini dayatacak.
Anlatmak istediğimiz, “asilimilasyon” değil, tam tersine, “de-asimilasyon” yoluna girilmiş olduğu.
Bu noktada, BDP’nin tavrı özel bir önem kazanıyor. Konu, sadece “dil” konusu değil. Siyasi boyutu olan bir konu ve nitekim, Prof. Kadri Yıldırım “Kürtçe’nin seçmeli ders” olması konusunda şunu söylüyor:
“Bu girişimde hem tehlike vardır, hem de yoktur... Çok dar bir çerçevede hareket edilirse, başarısızlık riski olabilir. Meselenin siyasi boyutu da var. BDP’nin bu işin neresinde yer alacağı çok önemli. Onların bakışı bu konuda belirleyici olacak. Bu şekilde onlar sürece dahil edilirse, onları da kamuoyunda tatmin edecek bir takvim belirlenirse, yansıması çok olumlu olacak. Ve, geniş bir sahiplenme de olacak. Aksi durumda biraz sancılı olur.”
BDP’nin “tepki”sini ve “bakış açısı”nı gözden geçirmesi gerekiyor.
Daha da öncelikli ve önemli olan iktidarın “siyasi süreç”e ilişkin bakışını ve “Kürt politikası”nı gözden geçirmesi gereklidir. Yeni Şafak’ta Ali Bayramoğlu dün şöyle yazdı:
“Ak Parti’nin Kürt politikasının üç ayağı var.
İlk ayak, demokratikleşme ve bireysel bazda kullanılacak kültürel haklar üzerinden Kürt taleplerini tatmin politikasıdır.
İkinci ayak, örgütün silah bırakmasını sağlayacak hamleler, görüşmeler, mutabakatlar üzerine oturan temas politikasıdır.
Üçüncü ayak ise, örgüt baskısının kalkmasıyla (ya da bu beklentiyle) hizmet üzerinden sağlanacak bir entegrasyon politikasıdır.
Bunlar arasında, tahmin edileceği gibi, özerklik verme, muhatap alma gibi tüzel ve siyasi kişilik tanınmasını içeren hususlar yer almamaktadır. Hatta bu üç ayaklı politika bu tür siyasi nitelikli hususların bertaraf edilmesini de öngörmektedir.”
Aylardır izlenmekte olan bu “üç ayaklı” politikanın farkındayız. “Üç ayak” üzerinden yürünerek, tam da Bayramoğlu’nun tanımladığı “amaç”a varılmak istenmektedir.
Ama, bu “imkansız”ın peşinde koşmaktır. Bu “amaç”a ulaşılamaz. Zaten ulaşılamayacak olmasından ötürü “anadilde eğitim” gün gelip, tekrar öne çıkacaktır.
Neden mi ulaşılamaz? Yarına...
Paylaş