Paylaş
“Ne dersiniz; Suriye ile savaş çıkacak mı?”
Anlatıyorsunuz. Yazıyorsunuz. Ekranda konuşuyorsunuz. Bu sorunun “Evet” ya da “Hayır” diye tek kelimelik bir cevabı yok. O yüzden, anlatıyorsunuz, yazıyorsunuz, ekranda konuşuyorsunuz; pek farketmiyor. Nerede olunursa olunsun, size çok iyi anlamış gibi gözüken ve dikkatle anlattıklarınızı dinlemiş, yazdıklarınızı okumuş, ekranlardaki konuşmalarınızı izlemiş olanlar soruyu yineliyorlar:
“Ne dersiniz; Suriye ile savaş çıkacak mı?”
Bu hükümetin Suriye ile asla “tek başına” savaşa girmemek için deveye hendek atlatmaya çalıştığını, siyasi planda “diplomatik girişimler”in benimsendiğini, askeri bakımdan ise esas olarak “caydırıcılık”ı öne alan bir politika izlendiğini belirtiyor; bununla birlikte, Ortadoğu ve özellikle onun Suriye bölümü gibi “kaygan” ve “kırılgan” bir zeminde savaş ihtimalininin de yabana atılmaması gerektiğinin altını çiziyoruz.
Türkiye’de geçen hafta sonu bana Siirt’te ne sordularsa, tam bir hafta sonu, Houston’da ilki düzenlenen Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan gibi “Türk soylu” ülkelerin ABD’deki dernekleri ve kuruluşlarının katıldığı “İpek Yolu Festivali”nde karşılaştığım onlarca TC vatandaşı aynı soruyu soruyor:
“Ne dersiniz; Suriye ile savaş çıkacak mı?”
Akçakale’ye havan mermileri düştüğünde ve ardından TBMM’nin kapalı toplantısında hükümete gereğinde Suriye’ye de asker göndermesine imkan veren tezkere
Bazıları için, bu sorunun cevabını almak, yatırım hesaplarıyla ilgili. Örneğin, Houston’da bir vatandaşımız, Amerikalı ortaklarıyla İzmir’de yatırım yapmayı düşündüklerini ama Suriye ile ilgili gelişmeler üzerine tereddüde düştüklerini bana söyledi.
Suriye’deki durumun giderek “dejenere” olmasının, Başşar Esad rejiminin can çekişse bile, son nefesini vermekte direnmesinin, ömrünü uzatmasının Türkiye’ye nasıl olumsuz etkiler yapabileceğini bu kadar basit örneklerden bile çıkarabilmek mümkün.
Suriye’deki durumu şöyle kabaca özetlemek mümkün:
“Başşar ülkenin kontrolünü elinden kaçırmış durumda. Ülkesinin büyük bölümünü artık yönetmiyor. Ama iktidarını da terketmiyor ve İran ve Rusya desteğinde ve ülkenin azınlıklarına dayanarak, uzun süre terkedeceğe de benzemiyor. Buna karşılık, asla birleşik olmayan ve belki de hiç olamayacak olan muhalefet, artık yenilme ve bastırılma ihtimalini geçti. Ancak, Başşar Esad rejimini kesin bir yenilgiye uğratacak silahlara, güce ve en önemlisi Başşar’ın yerini alacak bir yapılanmaya sahip değil. Yenilmiyor ama yenemiyor da; benzer biçimde rejim de yenemiyor ama tümüyle ortadan da kalkmıyor.”
Bir nebze satrançtaki “pat” gibi bir durum.
Bu durum, Suriye’yi içinden, etkisini yıllara yayacak biçimde çürütmekte olduğu gibi, o çürümenin “kötü bakterileri” çevreye, komşu ülkelere ve bu arada Suriye’nin en uzun sınıra sahip olduğu Türkiye’ye de yayılıyor.
Bir “dış askeri müdahale” rejimin sonunun gelmesini hayli çabuklaştırabilir ama bunu yapma gücünde olan ABD, Başkanlık seçimlerine kilitlenmişken bunu yapmaya niyeti yok. Başkanlık seçimlerinden sonra da öyle bir işe kalkışacağı çok şüpheli. Ayrıca, bir bölüm Suriyeli muhaliften ve Katar ve belki Suudi Arabistan’dan başka ABD’nin öyle bir müdahalesini destekleyecek hiç kimse yok.
Batı dünyasında böyle bir beklenti için öne çıkan isim Türkiye. Türkiye’nin buna niyeti olmasa bile.
İngiliz muhafazakar gazetesi Daily Telegraph’ta Akçakale’nin ardından çıkan ilginç yorumda bu beklenti anlaşılır bir biçimde dile getiriliyordu. Şöyle deniyordu:
“Türkiye, batılı destek olsa da olmasa da, muhtemelen, Suriye ordusundan arta kalan güç yenilgiye uğratacak güçtedir. Ordusu iyi donanımlıdır ve Nato’nun ikinci büyük ordusudur.
Böyle bir girişim, sonuç itibarıyla eksantrik Körfez ülkeleri Katar ve Suudi Arabistan’ı uzak ara geride bırakarak,
Nato, elbette ki, Türkiye için güçlü destek sözcükleri açıkladı. Ama geçen yılın anti-Kaddafi koalisyonunun anahtar üyeleri, ABD, İngiltere ve Fransa’nın ateşgüçlerini Suriye üzerine çevirmeye pek niyetleri yok. Dışişleri Bakanı William Hague. Türkiye’ye manevi destek vaad ediyor ama tırmanmaya girişmemesi konusunda uyarıda bulunuyordu. Diplomatik olmayan dilde, kullandığı sözcükler, Erdoğan’a sakinleşme ricasıdır. Erdoğan muhtemelen öyle yapacak ve öyle yaparak müttefiklerinin birçoğunu rahatlatacaktır. Bu arada, Suriye’nin yavaş yavaş ölümü devam edecektir.”
Son birkaç gün içindeki gelişmeler tam da böyle olmuştur ve böyle olmaya devam edeceğe benzemektedir.
Bu durumu bozacak; Türkiye’nin Suriye topraklarında “askeri müdahalesi”ne yol açacak tek şey, yani “tezkerenin kabulü”nün “pratik sonucu” sadece sınır ötesinde ve Türkiye sınırlarının dibinde bir “özerk Suriye Kürt yapısı”nın, Ankara’nın istemediği Kürtler tarafından oluşturulması olabilir.
TBMM’den çıkan tezkere, Başşar’a saldırmayı değil, “caydırmayı” hedef alıyor. Asıl hedef aldığı, Suriye Kürtlerinin bir bölümü.
Yine de aklını peynir ekmekle yememiş olan hiçbir Türkiye hükümetinin öyle bir “askeri macera”ya girişebileceğini düşünmek zor.
Türkiyeli ve Suriyeli Kürtler, çok büyük bir bölümü demiryolu hattından oluşan sınırın ötesi için, Türkiye ve Suriye sözcüklerini bile kullanmazlar; “Bin Xat-Ser Xat” yani “Hattın Altı-Hattın Üstü” derler. Türkiye ve Suriye Kürtleri aynı halktır.
Yani, Baas’ı ve Suriye ordusunu değil, Suriye Kürtlerini, daha doğrusu PYD’yi ya da PKK’yi hedef alacak herhangi bir Türkiye askeri müdahalesi, sadece “silahlı çatışmanın cephesini genişletme” işlevi görmüş olur.
İktidarın bu kadarını düşünememesi, düşünülmeli mi?
“Hayır” diyorsak; Türkiye-Suriye savaşının çıkması ihtimali, çok ama çok zordur…
Paylaş