Paylaş
Bunu anlamak ya da bilebilmek için onu yakından tanımak da gerekmiyor. Kısa yaşam öyküsü bile, onun özel bir insan olduğunu anlatıyor zaten. 74 yaşındaydı ve uzun yıllardır boğuştuğu kanser illetinin onu hayatının son dönemecine ulaştırdığı da biliniyordu. Özel bir insan olduğu için, yaşamlarına katkıda bulunduğu çok sayıda insanın cenazesine katılması, büyük bir cenaze ile uğurlanması kimseyi şaşırtmazdı.
Bütün bunlar tamam. Ancak, Türkan Saylan’ın cenazesi, cenaze olmadı. Bir siyasi gösteri oldu. Bunun nedenini herkes biliyor. Eğer Ergenekon’un 12. dalgası ölümünden 35 gün kadar önce onun evine de uğramasa, cenazesinin böyle olmayacağı, yani büyük bir siyasi gösteriye dönüşmeyeceğini tahmin etmek zor değil.
İki basit soru:
1. Ergenekon’un 12. dalgası Türkan Saylan’ın evine hiç uğramamış olsa, kanser illetinden 74 yaşında söz konusu dalgadan bir ay kadar sonra kaybeden ÇYDD Başkanı’nın cenazesi o kadar kalabalık toplayıp, o şekli alır mıydı?
2. Türkan Saylan, eğer kanserle mücadelesini daha da uzatıp, 18 Mayıs sabaha karşı değil, aylar sonra vefat etseydi, yine böyle bir cenaze töreni yaşanır mıydı?
Bu sorulara verilecek basit ama dürüst cevap, belli. Belli olduğu ölçüde de, Türkan Saylan cenazesinin, bir büyük “Ergenekon karşıtı siyasi gösteri” olduğu gerçeğini teyit edecektir.
*** *** ***
Ergenekon’un 12. dalgasından hemen sonra, 19 Nisan’da “Karanlık İşler, Karartılamaz Olgular” başlıklı bu köşede yayımlanan yazıya şu cümleyle girmiştim. “Tijen Mergen’in gözaltına alındığını, 70’li yaşlarının ortalarındaki, kanser tedavisi gören Türkan Saylan’ın evinin didik didik edildiğini ilk öğrendiğimde aklımdan geçen ‘Ergenekon soruşturması’na bu soruşturmayı madara etmek isteyen bir ‘üçüncü el’in karıştığı idi.”
Cenazesi vesile edilerek bir “Ergenekon soruşturması aleyhtarı” görkemli 19 Mayıs tarihli siyasi gösteriyi izlediğimde, bir ay önce yazılmış o satırların doğrulandığını düşündüm.
17 Mayıs’ta Ankara’da canlandırılan Cumhuriyet mitingleri furyası, 18 Mayıs’ta İstanbul’da aralarında tanınmış sinema ve tiyatro oyuncularının bulunduğu bir grubun Galatasaray-Taksim arası yaptıkları “Ergenekon tutuklularıyla dayanışma yürüyüşü” ve bunlarla eş zamanlı bir şekilde Cumhurbaşkanı’na ilişkin Ankara Sincan’da mahkemeden çıkan yargılanma kararı.
Ve Türkan Saylan’ın cenazesi fonundaki “anti-Ergenekon” görkemli siyasi gösteri.
Birisi, bu görüntüleri ardı arda sıralayarak “Ergenekon hücreleri faaliyeti geçti” dedi.
Öyle mi gerçekten, bilmiyorum. Ama böyle bir gözleme ve yoruma imkân veren bir “toplumsal-siyasal fotoğraf”la karşı karşıya bulunulduğu kesin.
Ahmet Altan’ın önceki günkü yazısının şu son bölümü dikkat çekici: “Mitingler çoğalıyor. Bu kalabalıklar ‘çoğunluğa’ sahip değiller ama nüfusun yaklaşık dörtte birini temsil ediyorlar. Böyle büyük bir kalabalığı ve hukukçuları ardına alan Ergenekon ortalığı karman çorman edebilir. Kitlesel kıyımlar, büyük katliamlar bile yaşayabiliriz. Bunu önleyebilecek tek güç gene AKP. Eğer yeniden Avrupa sürecine hız verir, belediyelerinin ‘muhafazakârlığı’ çok vurgulayıp ‘şehirliliği’ fazla dışlayan tutumlarını gemlerse, sokaktaki kalabalıklar Ergenekon’un ardından çekilir. Yoksa, benim görebildiğim kadarıyla bela geliyor. Ve bu sefer fena geliyor.”
Sözü edilen “çoğalan” mitinglerin en görkemlisi, en anlamlısı, en çarpıcısı idi Türkan Saylan’ın cenaze töreni vesilesi. Evet, cenaze değildi. Cenazenin bir âdâbı, bir usûlü vardır. 19 Mayıs günü Teşvikiye’de bir cenaze âdâbı yoktu.
Ne vardı?
Bunun yerine, üzerinde “Türk Silahlı Kuvvetleri” yazdığı için alkışlanan çelenkler, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “Türkiye laiktir laik kalacaktır” tezahüratı ve “Siyallaştırılan Din-Dinleştirilen Siyaset” isimli kitap yazmış, önce DSP’den belediye başkan adayı, bir seçim sonra CHP’den milletvekili adayı olmuş yani hayli “siyasallaşmış” bir din görevlisi olan bir “çağdaş imam”ın yarım saat süren ve alkışlarla sık sık kesilen konuşmasının eşlik ettiği cenaze namazı vardı.
Tabutun çevresinde CHP yönetici kadrosu, “devlet özür dileyecek mi?” diye ekranlara tepkisel soru ileten emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, Sabih Kanadoğlu gibi isimler en ön plânda görünüyorlardı. Bugüne dek, “devlet” dendiği vakit akla gelenler, “devlet özür dileyecek mi?” sorusunu dillendirenlerdi.
Türkiye’nin en önde gelen romancıları tüm dünyayı rahatsız eden karalamalarla yargılandığı sırada, kılı kıpırdamayan sanatçı grubu, düşünce ve ifade özgürlüğüne utanç verici müdahaleler olduğu, Hrant Dink kahpece vurulduğu vakit ortaya koymadıkları –kendi deyimleriyle- “sanatçı duyarlılığı”nı, her nedense Ergenekon tutukluları için gösteriyorlardı. Ergenekon tutuklularıyla dayanışma yürüyüşü yaptıktan sonra, Teşvikiye’de “başrol” üstleniyorlardı.
19 Mayıs günü Türkan Saylan’ın cenazesi kaldırılmadı. Türkiye’nin en büyük “Ergenekon soruşturmasına karşı koymak” amaçlı siyasi gösterisi yapıldı.
Katılanların belirli bir bölümünün bambaşka güdüler ve dürtülerle orada bulunması, bu “siyasi olgu”yu ortadan kaldırmıyor.
*** *** ***
Quo Vadis? Yani, nereye?
Nereye doğru ilerliyoruz?
“Böyle büyük bir kalabalığı, hukukçuları –ve hatta ünlü sanatçıları- ardına alan” Ergenekon’un ortalığı karman çorman edeceği, “kitlesel kıyımlar”a “büyük katliamlar”a doğru mu yol alıyoruz gerçekten? “Bela”ya doğru mu?
2007’deki benzeri manzaralar, 367 tuhaflıkları, e-muhtıralarla desteklendi; 22 Temmuz’a tosladı. O tarihte, bütün bunları seferber eden Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi söz konusuydu.
Eski yönetici elit, 22 Temmuz’dan sonra “kapatma davası” ile kontratağa kalkarak pes etmedi. Bu son görüntüler, Ergenekon üzerinden ortaya koydukları “direniş”in halkaları.
Ancak, “dış konjontür”le buluşamayan “iç direniş”in hesaplarında başarı sağlaması mümkün değil. Ergenekon’un lehine bir “dış konjonktür” yok. Aslında “iç konjonktür” de yok. Güvenebilecekleri tek şey,siyasi iktidarın akıl almaz hatalar yaparak, ellerine koz vermesi olabilir.
Yoksa, yok…
Paylaş