Paylaş
7 yıl birinci yardımcısı olarak beraber çalıştık. Ama bana göre bir hayal dünyasında yaşıyor. Eğer 1-2 milletvekili ile iktidarı kurtarabilirse ne alâ. Tutturamazsa koalisyona mahkûm olur. Hayallerine mani olacak tek siyasi kuruluş da HDP’dir” diye konuşmuş.
Dengir Fırat, gerçekten de Tayyip Erdoğan’ın en yakınında 7 yıl boyunca politika yaptı. Cumhurbaşkanı’nı çok kimsenin bilmediği birçok yönüyle gayet iyi tanır, bilir. O nedenle, Dengir Fırat’ın Tayyip Erdoğan ile ilgili değerlendirmelerine her vakit kulak kabartmış, önemsemişizdir.
Dengir Fırat, Tayyip Erdoğan’ı çok iyi tanıdığı, sezdiği ve bildiği için, “7 Haziran seçimleri öncesi provokasyonlara dikkat edilmesi gerektiğini” ifade eden sözleri üzerinde önemle durulmalıdır. Fırat, “Ülke bir maceraya sürüklenecektir. Belki iç çatışmalar çıkacak, hatta yurt dışında savaş meydana gelebilecek” diye konuştu.
Bunu kim yapabilir? Yapmaya kalkışırsa, niçin yapar?
Dengir Fırat’ın sözleriyle devam edelim:
“(Erdoğan’ın) hayallerine mani olacak tek siyasi kuruluş HDP'dir. CHP 5-10 puan artırsa dahi meclis aritmetiğini değiştiremez. MHP de aynı şekilde. Ama HDP'nin Kürdistan bölgesinde 70'e yakın milletvekili, eğer barajı aşamazsa otomatik olarak Ak Parti'nin hanesine yazılacak.”
Türkiye’deki seçim sisteminin cilvesi öyle ki, HDP’ye Güneydoğu ve Doğu illerinden gidebilecek 70 dolayında milletvekili (ülkenin İstanbul, İzmir gibi büyükşehirleri ile Batı hariç), o partinin barajı aşamama durumunda AKP’ye eklenirse, AKP, Tayyip Erdoğan’ın “hayalindeki” 400 milletvekili elde etmese bile, anayasayı onun istediği şekilde değişikliğe zorlayacak bir aritmetik elde edebilir.
Böyle bir durumun önüne geçebilecek tek şey; yani Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki parlamento sandalye dağılımının onun istediği gibi olmamasını sağlayacak olan; HDP’nin barajı aşmasıdır. Hatta, oy oranları ve sandalye dağılımına göre –HDP’nin barajı geçmesi halinde- AKP’nin tek başına hükümet kuramaması ihtimali bile ciddi bir ihtimal olarak gündemdedir.
Şöyle bir soru sorsak: Eğer HDP’nin barajı geçme ihtimali yoksa ya da çok düşükse; ve bu durumun sonucunda AKP’nin tek başına iktidarı garanti olacağına göre, Türkiye’de seçimlerden önce bir provokasyon ihtimalinden söz edilir miydi?
Herhalde edilmezdi. Dolayısıyla, muhtemel “provokasyonlar”ın gerekçesi ve nereden kaynaklanacağı da anlaşılıyor olmalıdır.
Bu arada Cumhurbaşkanı Erdoğan, her seferinde yurt dışına gidip gelirken yaptığı gibi, “bomba niteliğinde” açıklamaları Kuveyt seferinde de yaptı. “Kürt sorunu yoktur” dedi.
“Kürt sorunu” olduğunu söylemenin “ülkemizi bölmeye yönelik bir adım olduğunu” söylemeye işi vardırdı.
Kuveyt’dan dönüş yolunda, uçakta, "Halâ ille de Kürt sorunu diye bu işte direnenler kendilerini gündemde tutmak ve oy potansiyelini sağlayabilmek için bu adımı atıyorlar. Bunu Kürt sorunu diye ifade etmek, ayrımcılıktır ve ülkemizi bölmeye yönelik bir adımdır" sözleriyle HDP’yi hedef aldı.
Ve ekledi: “Kürt sorunu, bizzat 'Kürt sorunu vardır' diyenlerden kaynaklanıyor. Ülkemizde artık bir Kürt sorunu yoktur."
Ne var ki, “siyasi söylem” olarak 1980’lerin bile gerisine giden bu sözleri, Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu konusundaki “gerçek kanaati”ni ifade ediyor. Yeni vardığı bir kanaat değil bu. Bundan yıllar önce, Dengir Fırat, bize, Tayyip Erdoğan ile arasında bu konuda görüş ayrılığı olduğunu anlatmıştı. Anlattığına göre, Erdoğan, Dengir Fırat’ı aynı sözcüklerle eleştirmiş ve ona “Kürt sorunu, Kürt sorunu var diyenlerden kaynaklanıyor” demişti.
Dahası, bu görüşünü, kendisini ziyaret eden bir Diyarbakır heyetinde yer alan ve o sırada Diyarbakır Baro Başkanı sıfatı taşıyan Sezgin Tanrıkulu’na da azarlayıcı bir tonda ifade etmiş ve Sezgin Tanrıkulu, “Başbakan Erdoğan’ı protesto ederek” toplantıyı terketmişti. Diyarbakır STK temsilcileri o toplantıyı ve Erdoğan’ın Kürt sorununun varlığını reddeden ifadesini hatırlayacaklardır.
Yani, Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” görüşünün “milliyetçi oylara oynaması” ile gerekçelendirilerek, “taktik” ve “konjonktürel” bir tavır olduğu iddiası doğru değildir. Bu bakış açısını geçmişte de, seçimler söz konusu değilken de, defalarca ortaya koymuştur.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise, Kuveyt yolunda “çözüm süreci” konusunda da görüş bildirirken, “Ülkemizde artık bir Kürt sorunu yoktur” sözleriyle Başbakanlığı sırasındaki görüşlerini “tutarlı” biçimde devam ettirdiğini ortaya koyarak, şu “orijinal” görüşlerini de dile getirdi:
“Zaman zaman taraflar diyorlar, sen kim oluyorsun da taraf diyorsun. Bu ülkede devlet vardır. Karşı karşıya oturulan bir masa olması devletin çöktüğü anlamına gelir. Devlet silah bırakmaz, terörist silah taşırsa devlet de gereğini yapar. İç güvenlik konusunun hassas olmasının sebebi de budur. HDP illegal yollarla işimizi sıkıntıya soktu.”
Hiç kimsenin “devlet silahsızlansın” diye bir talebi olmadığına, böyle bir tartışma bulunmadığına göre, bu sözler ne anlama geliyor?
“Çözüm süreci”nde bir “müzakere masası” bulunmayacağı. “İmralı ile yapılan diyalog”un, “taraflar arasında görüşme”ye geçmeyeceği ve dolayısıyla “müzakere yoluyla bir çözüme ulaşılmasını” sittin sene bekleyeceğimiz anlamına geliyor.
Tayyip Erdoğan’ın anlayışıyla, Türkiye’de Kürt sorununun çözülebileceğine ilişkin ciddi kaygılarımızı hep muhafaza ettik. Silahların susmasını, ateşkesi ve barışçıl çözümü hep destekledik.
Ancak, “çözüm”ün Tayyip Erdoğan yöntemleriyle gerçekleşebileceğine ilişkin kuşkularımız da hep vardı. Ve işte Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kuşkularımızın doğru olduğunu teyid etmiş oluyor.
Zaten “Kürt sorunu yoksa”, bundan söz etmek “bölücülük” ise; “taraflar” arasında ulaşılacak bir çözüm de –mantıken- olamaz. Tayyip Erdoğan, bütün bu konularda, “kendi içinde bir tutarlılığa” sahip.
Kaldı ki, “çözüm süreci”ni de kamuoyunun büyük bölümünün anladığından farklı olarak anlıyor. Kuveyt yolunda bu konuya da açıklık getirdi:
"Türkiye'de çözüm süreci derken biz sadece ülkemizdeki Kürt vatandaşlarımıza yönelik ele alırsak çok ciddi bir yanlışın içine düşeriz. Bu sorunlar demetinin tümü üzerinde bir çözüm sürecinden bahsediyoruz. Tüm etnik unsurların sorunları vardır benim ülkemde. Ülkeme de sadece Kürt değil Türk vatandaşlarımızın da sorunu var, Romen, Laz onların da sorunları var, bütün bu sorunlara yönelik ortaya çözümler koymamız lazım. Aynı şekilde Alevi vatandaşlar diyor ki şöyle böyle. Nedir sizin çözüm isteyen sorunlarınız. Şu ana kadar bütünleşmiş adeta bir sorun olarak bizim karşımıza gelen bir şey yok. 10 ayrı derneğin temsilcisini getirin, 10 ayrı sorunla karşınıza geliyorlar…"
Üç yıldır “çözüm süreci”nden anladığımız bu muydu?
Bundan böyle, “Çözüm süreci”nde yol almak için 7 Haziran’ı bekleyeceğiz. “Çözüm süreci”nde HDP’siz yol almak imkânsız.
HDP’nin “baraj”ı ve daha da önemlisi “provokasyonlar”ı aşması şart...
Paylaş