Paylaş
Hükümetin hazırladığı ‘Demokratikleşme Paketi’ne bugün son hali verilecek ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın verdiği bilgiye bakılırsa, uzun zamandır beklenen ‘Paket’, önümüzdeki hafta açıklanacak.
İçinde ‘iyi şeyler’ bulunacağına kuşku yok. Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, ‘Paket’te zaten toplumun çok farklı kesimlerinin taleplerinin karşılanacağı bir içerikten söz etti. Bunların neler olabileceği şimdiden tahmin edilebiliyor; geçen yılki AK Parti Büyük Kongresi’nde dağıtılan kitapçıkta bunların ipuçları vardı.
Yani?
Yani, büyük ihtimalle, anadilde kamu hizmeti -belediyelerde, vergi dairelerinde vb.-, yerleşim yerlerinin isimlerinin orijinal haline göre değiştirilebilmesi, valilerin toplantı ve gösterileri erteleme ya da iptal yetkilerinin kaldırılması veya kısıtlanması ve belki TCK ve TMK’da bazı düzenlemeler.
Bunlar ‘iyi şeyler’ ama bu ‘Paket’in Türkiye’nin demokratik güçlerini, Kürtleri ve Alevileri ne ölçüde tatmin edeceği meçhul. Etmeme ihtimali, etme ihtimalinden daha fazla. Türkiye’de ‘idare’nin âdetidir; hep böyle yapar: ‘Çok az, çok geç.’
İngilizce ‘Too little, too late’ denilen hal, Türkiye’de olağan uygulamadır. Daha önce yapılsa çok değerli sayılabilecek olan bir düzenleme, olması gereken çıtanın altında kalacağı bir zamanlamada yapıldığı vakit, ‘çok az, çok geç’ yapılmış olacak, beklenen sonuçları sağlamayacaktır.
Gerçi, iktidar yanlıları şimdiden ‘Paket’in ne müthiş bir ‘demokratikleşme adımı’ olacağına dair hayli gürültü yapacaklardır ama Taksim-Gezi’den beri kimyası bozulmuş bu iktidarın, dört başı mamur bir ‘demokrasi paketi’ ortaya koyması pek gerçekçi değil.
Artan ölçülerde şehirli yeni kuşakları ve Alevi kitlesini sokaklara çeken, üç ay içinde 7 gencecik insanın ölümüne neden olan ve kullandığı ‘orantısız güç’ ve bu konudaki söylemi ile ‘demokrasi doğrultusunda yol almak’tan ziyade ‘zalim iktidar’ görüntüsünü sürekli güçlendiren Tayyip Erdoğan hükümetinden, 2014 seçim yılı arifesinde esaslı bir ‘demokratikleşme paketi’ çıkması, gerçekten harika bir sürpriz olur. Mucize kıvamında.
Hem unutmayalım, bu ‘Paket’, kim ne derse desin, PKK’nın 1 Eylül sonrasında silahlı güçlerinin ‘sınır dışına çekilmesini durdurduğunu’ Cemil Bayık’ın ilan etmesinin sonrasında, Başbakan Tayyip Erdoğan başkanlığında üst üste yapılan ‘güvenlik toplantıları’nı takiben geliyor.
‘Paket’in zaten çıkacak olduğunu, bunun Cemil Bayık’ın ‘geri çekilmenin durdurulması’ açıklamasıyla ilgisi olmadığını hiç kimse anlatmasın; anlatan çıkarsa da hiç kimse inanmasın.
‘Süreç’in başlamış olduğunu –İmralı’da 2012 Kasım-Aralık ayında Abdullah Öcalan ile Hakan Fidan ve ekibi görüşmelere başlamıştı- yıl sonundan önce Tayyip Erdoğan resmen açıkladı. 4 Ocak’ta ilk BDP’li heyet (Ahmet Türk-Ayla Akat) adaya gittiler. ‘Süreç’in üç aşamalı olacağı, yani (1) Silahların susması ve silahlı PKK’lıların sınır dışına çıkması, (2) Demokratikleşme adımları ve bu yönde gerçekleştirilecek anayasa ve yasa değişiklikleri, (3) Normalleşme diye nitelenen sırayı izleyeceği ta o zamandan biliniyordu. Böyle bir ‘demokratikleşme paketi’ için niçin bir çocuğun doğumu için gereken uzunlukta bu kadar zaman beklendi?
Cemil Bayık, 1 Eylül tarihinden, bundan iki aydan fazla süre önce, Ronahi TV’ye (31 Temmuz) bir demecinde söz etmişti. İktidar bilmiyor muydu bunu? Söz konusu açıklamaların Abdullah Öcalan’ın onayına sahip olduğunun farkında değil miydi? Yakın tarihte Cemil Bayık ile görüşmüş olan (ve muhtemelen bu nedenle Milliyet’teki yazılarına son verilen) Prof. Mithat Sancar, dün internethaber’e verdiği söyleşide ‘KCK kararının Öcalan’dan bağımsız olmadığını’ söyledi.
Aynı Cemil Bayık, BBC’nin Türkçe bölümüne, 27 ve 28 Ağustos’ta yayımlanan önemli açıklamalar yaptı. 1 Eylül’e kadar hükümetten ‘ikinci aşamaya ilişkin’ bir adım görmezlerse ‘geri çekilmeyi durduracaklarını’ bildirmişti. Dolayısıyla geçen hafta ortaya çıkan gelişmelerin ‘şaşırtıcı’ bir yanı bulunmuyor.
İktidar, 1 Eylül’e kadar tınmamış göründüğünü sanabilir ama ‘geri çekilmenin durması’nın ardından açıklanacak olan ‘Demokratikleşme Paketi’nin, bu ‘baskı’nın ürünü olmadığına kimseyi kolay kolay ikna edemez.
KCK Eşbaşkanı, “Bizden istenenlerin hepsini fazlası ile yaptık. Bu şekilde bu süreç böyle yürümez. Devlet, süreci tıkanma aşamasına getirdi. Onları uyardık, süreci heba etmemelerini söyledik. Onuncu aya kadar ikinci aşamanın bitmesi gerekir” demiş ve BBC Türkçe’ye, ayrıca, ‘Süreç’in ‘mekanizmasının bozukluğu’ anlamında anlaşılmaya müsait şu önemli açıklamaları da yapmıştı; BBC Türkçe’nin satırlarıyla:
“... Birçok güç bize açıkça diyor ki: ‘Siz neyinize güvenerek bu adımları attınız? Ortada ne bir üçüncü taraf var, ne gözlemci ne de imzalanan belgeler var. Siz bu adımları niye attınız? Neyin karşılığı bunu yaptınız? Karşı taraf ne yapıyor size, hangi sözü verdi, hangi sözü yerine getiriyor?’
‘Bu sorulara siz ne cevap veriyorsunuz’ diye sorduğumuzda Bayık, ‘Cevap veremiyoruz. Nasıl cevap verelim? Cevap vermek istiyoruz, ikna etmek istiyoruz ama vereceğimiz cevap maalesef yok. Ne diyeceğiz yani? Biz bunları yaptık, karşı taraf da şunları yaptı, yapıyor diyemiyoruz çünkü ortada bir şey yok. En azından karşı tarafın da böyle bir programı var diyemiyoruz’ yanıtını veriyor...
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, dünyada sorunlarını çözmek isteyen ve bunun için müzakere edenlerin böyle yapmadıklarını belirterek şunları söyledi:
‘Bu görüşme ve müzakerelerde üçüncü tarafların da yer alması gerekir. Bunlar üçüncü tarafı bırakmıyorlar, yaptıkları görüşmeleri kâğıtlara döküp, mühürleyip, imzalamıyorlar. Bu olmadığı için sonra Türkiye her şeyi inkâr ediyor. Görüşmelere şahitlik yapan üçüncü taraf yok, imzalanıp yazılan belgeler yok. Başkan Apo’nun yanında konuşup tartışabileceği arkadaşları yok... Devlet olarak sadece Başkan Apo ile konuşuyorlar. Sorunlar böyle çözülmez’...”
Anadil konusunda gerekli adımın olmadığı, seçim barajının yüzde 10’un altına çekilmesinin sözünün verilmediği, ‘üçüncü aşama’ olan ‘normalleşme’ için ‘olmazsa olmaz’ nitelikteki yasa değişikliklerinin ipucunun bulunmadığı bir ‘Paket’ ile ‘Süreç’e nasıl bir ivme kazandırılacak, göreceğiz.
‘Az verip çok almak’ mantığıyla hareket eden iktidar, gelinen noktada, ister istemez, diyaloğun merkezindeki Abdullah Öcalan’a bel bağlamak durumunda. Öyle olduğu için, iktidar sözcüleri, bir yandan BDP’yi aşağılar ve Kandil’i şeytanlaştırırken; diğer yandan Abdullah Öcalan’ın isminden, sanki AK Parti’ye yakın bir STK yetkilisiymiş gibi söz ediyorlar.
Kürt sorununa ilişkin ‘böl-yönet’ yöntemleri ve ‘çok az, çok geç’ nitelikteki adımlar bugüne dek ‘çözüm’ü hızlandırmadı ve kolaylaştırmadı.
Bundan sonra öyle olacağını düşünmemiz için özel bir neden yok.
Paylaş