Paylaş
Bu, ya Mısır ve Tunus’ta görüldüğü gibi büyüyen kitle hareketleri sonucunda rejimin çekilmeye mecbur kalması şeklinde olacak; veya Libya’da yaşanmakta olduğu gibi “iç savaş” ile, Yemen’de olan haliyle ve bir ihtimal Suriye’de olacağı gibi giderek artan bir “istikrarsızlaşma”nın sonucunda olacak.
Ama olacak.
Her yerde farklı farklı olacak ama olacak. Oluyor da zaten.
İkinci Dünya Savaşı ardından gelen pan-Arap değişim dalgası, Filistin toprakları üzerinde Yahudi ulus-devleti İsrail’in kurulması ve yüzbinlerce Filistinli Arap’ı sürüp, yeni yetme Ara devletlerinin sözde ordularına yenmesinin travması üzerine gerçekleşmişti.
Pan-Arabizm bayrağını, 20 yıla yakın süre, en büyük Arap devletinin, devlet adını almayı en çok hak kazananı olan Mısır’ın karizmatik lideri Nasır dalgalandırmıştı.
O dönemde, Arap milliyetçiliği-sosyalizm bulamacı şeklinde ortaya çıkan ve askeri darbelerle iktidara gelenler, o gün bugündür iktidardalar ve “fosilleşti”ler. Kimisi Suriye’de olduğu gibi Baas Partisi formatında, kimisi Libya’da olduğu gibi Kaddafi iktidarı şeklinde veya Yemen’de Ali Abdullah Salih örneğindeki gibi.
İlk pan-Arap değişim dalgasından sonra gelen bu dalga, ilkinden yaklaşık 60 yıl sonra söz konusu oldu. Soğuk Savaş’ın bitim tarihine bakıldığında gecikmeli geldi bölgeye. Ama geldi.
“Özgürlük” ve “haysiyet” için başkaldırı
Yeni Arap değişim dalgası, 21. Yüzyıl’ın özelliklerine işaret ediyor. Bu, bir “özgürlük” arayışı, bir “bireyselleşme” çabası dalgası ve araç olarak facebook’u, twitter’ı, cep telefonlarını, bu arada sms mesajlarını, bulabildiği her gedikte internet’i kullanıyor.
Baskı rejimleri altında onlarca yıldır “yasaklar” ile boğazlanan “Arap haysiyeti”nin başkaldırışı bu. Ve, pan-Arap nitelikte bir başkaldırı. Hiçbir Arap ülkesi sınırında –buranın koşulları özel ve farklıdır- diye durmuyor, hiçbir Arap devletine gümrük ödemeden, herhangi bir Arap ülkesinin “muhaberatı”ndan korkuya kapılmadan, tarihte aralarında zaten sınır bulunmayan Arap halkının içinden geçip gidiyor. Tunus’ta başlayıp, ta Yemen’e ve bizim burnumuzun dibine Suriye’ye geldiği gibi.
Suriye de değişecek
Bu bölgenin hiçbir yerinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Eskisi gibi kalmayacak. Suriye’yi bir süre içinde yaşadığım 1971 yılından beri bilirim. Rejimden korkulurdu. Önceki gün, bir günlüğüne orada iken, rejimin ilk kez korktuğunu hissettim.
En başta Başkan Başşar Esad, işlerin eskisi gibi gidemeyeceğini biliyor. Nitekim, biz ayrılır ayrılmaz, Haseki vilayetindeki 300 bin dolayındaki Kürtlere yönelik 1962’den beri süregelen uygulamadan vazgeçildi, kimlikleri verilerek, “vatandaş” haline gelmelerine kapı açıldı. 25 Nisan’da 1963’ten beri süren “olağanüstü hal”in kaldırılması bekleniyor.
Buna rağmen, gösterilerin yatışmadığı, dün (Cuma) yine güneydeki Deraa başta olmak üzere, Şam çevresinde, Akdeniz kıyısındaki Banyas’da, bizim Nusaybin’e bitişik, en kuzeydoğudaki Kamışlı’ya kadar yaygınlaşmasıyla ve yine kan dökülmesiyle görüldü.
Şam’dayken, gösterilerin öyle Mısır ve Tunus’ta herkesi sokaklara döken cinsten olmadığını, Aleviler (Nusayriler), Dürziler ve Hristiyanlar gibi azınlıkların rejimin etrafında kenetlendiğini duymuştuk ama her Cuma, ülkenin çok yerinde gösteri olması bile, yaprak kıpırdattırmamasıyla bilinen Suriye’nin de değişeceğinin, bildiğimiz haliyle kalamayacağının işareti. 1982’de Hama’da 20 bin civarında insanın katledilmesiyle süt liman olan ülke, artık süt liman olamayacak; ve artık Hama’nın da tekrarlanması kolay değil.
Suriye de şu ya da bu şekilde değişecek.
Davutoğlu’ndan üç seçenek
Ahmet Davutoğlu’nun görüştüğü Arap liderlerine sunduğu üç seçenekli basit bir formül var:
1. Ya değişimi siz yöneteceksiniz;
2. Veya, değişimi zamana yaymaya ve ömrünüzü bu yolla uzatmaya kalkacaksınız ki, bu yeterli olmaz;
3. Ya da değişimin karşısında duracaksınız ve onu ezmeye kalkacaksınız.
Davutoğlu, başta Başşar Esad, muhataplarına “sizin birincisini seçmenizi istiyoruz” diyor, becerebileceklerine inanıp inanmamayı bir kenara bırakarak.
Biz, Şam’dan ayrılırken Başşar Esad’ın birincisine seçme ve başarma şansı, çok kişi için “50-50” görünüyordu. Ben, ona ilişkin daha da kuşkulu oldum hep. Dünkü gelişmelerden sonra, daha, daha da kuşkulu.
Suriye’deki rejimin yapısal özellikleri ile Ortadoğu’daki değişim dinamiğini oluşturan “denklem” arasında uzlaşması imkansız bir durum olduğu kanısındayım.
Libya’ya gelince...
Libya’ya gelince, Kaddafi, “Davutoğlu seçenekleri”nin “üçüncüsü”nü tercih etmiş görünüyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Bingazi’de “Fransa-Katar-Arap milliyetçileri-Arap laikleri” koalisyonunca yönlendirilen Türkiye aleyhtarı gösterilerin kazanmaya boyut üzerine yaptığı basın toplantısında söyledikleri, “Libya krizi”nin başından beri Trablus-Bingazi ikileminde ibrenin, ikincisi lehine en belirgin eğilmesine işaret ediyor.
Taraf tutmama görüntüsü, “Ömer Muhtar” vurgusu, “ulusal birlik” çağrısı, hepsi bir yana, Türkiye’nin ibresi, Tayyip Erdoğan’ın dünkü önceki günkü konuşmasıyla Trablus’a oranla Bingazi’ye daha dönük şimdi.
Kriz’in başında “Türkiye: Kaddafi’nin utangaç müttefiki mi?” diye bir yazı başlığı atmıştım. Bunu, “Türkiye: Kaddafi’nin utangaç karşıtı mı?” diye değiştirebilme noktasına geldik.
Libya, Türkiye’nin “üç aşamalı çözüm”üne henüz kapalı. Türkiye, “acil ateşkes”, “taraflar arasında siyasi diyalog”un başlamasını ve “demokratik değişim süreci”ne vakit yitirilmeksizin girilmesini istiyor. Libya da ise iş uzun süreceğe benziyor.
Ama, bir tarafında Tunus, diğer tarafından Mısır, Libya arada Kaddafi rejiminin eski gücünü toplamasıyla devam edebilir mi?
Edemez. Bitti o dönem.
Bu arada, Türkiye’nin temel doğrultusunda “yanlışlık” yok. Ortadoğu, “değişim”e gidiyor; Türkiye, Ortadoğu’nun gidiş yönünü öyle görüyor zaten.
Paylaş