Ömrümüzü tüketen "sorunsal"...

"Batı-Doğu" veya "gelenek-yenileşme" ya da "gelenekçi muhafazakarlık-modernleşme" arasındaki ilişkiler ve gerilimler üzerinde bizler bir ömür tüketmekle kalmadık, bizden önceki kuşaklar da yüzyıllar boyu, bu "sorunsal" ile boğuştu, bizden sonrakiler de muhtemelen –en az- on yıllar boyu boğuşmaya devam edecek.

Haberin Devamı

Bize özgü bir "sorunsal" değil bu; bize benzer ülkeler için de geçerli. Örneğin, Samuel Huntington'un "kimlik yırtılması"na uğramış anlamındaki ülkeler olarak "torn countries" diye Meksika'nın dışında kaydettiği iki ülkenin Türkiye ve Rusya olduğuna bakarsak, Rusya'nın Türkiye'ye bir hayli benzediğine hükmedebiliriz.

Gerçekten de Rusya'nın 17.Yüzyıl'da Büyük Petro'nun yönetiminde yaşadığı büyük dönüşüme en ziyadesiyle benzeyeni Türkiye'nin Büyük Atatürk yönetimi altında geçirdiği. Tarihçiler nezdinde, Büyük Petro ile Kemal Atatürk karşılaştırılıyor.

Bizim tarih kitaplarında kendisinden nedense "Deli Petro" sıfatıyla söz edilen –nedense adı da Peter de değil Petro diye bizim tarihlerde geçer- Rus İmparatoru, aylarca Avrupa'yı dolaşmış ve sanayi ve askerlik alanında Avrupa'daki gelişmeleri örnek alarak Rusya'ya uygulamayı kararlaştırmıştı. (Acaba "Büyük" işler yapmayı "Delilik" yapmak olarak gören bir kültüre mi sahibiz? Öyleyse, niye öyle?)

Haberin Devamı

Büyük Petro'nun "Batıcı" reformları ve "modernleşme" girişimi öylesine radikal ölçülerdeydi ki, başkenti "Asyatik" Moskova'dan almış ve daha Batı'da, Baltık kıyısında İtalyan mimarlara kurdurtup kendi adını verdiği St.Petersburg'a taşıtmıştı.

Büyük Petro da "kıyafet devrimi" yaptırmıştı. Rusların "Avrupalılar" gibi giyinmesi kurala bağlanmıştı. Erkeklerin sakal bırakması yasaklanmıştı. Rus erkeklerinde sakalın, Türk erkeklerinde bıyık gibi bir "aksesuar" olduğu, ve sakalını kesmemekte direnenlere yılda 100 ruble "sakal vergisi" konulduğu düşünülürse, ta 17. Yüzyıl'daki Büyük Petro reformlarının radikalliğinin boyutları daha iyi anlaşılabilir.

Kemal Atatürk, Batılı olmayan ülkesinde Batılı reformlar yapan liderler zincirinin, Büyük Petro'dan sonra tarihteki en ünlü şahsiyeti olarak kabul ediliyor.

***               Â***              Â***

Türkiye'nin BatılılaÅŸma ve modernleÅŸme doÄŸrultusuna kendisini sokması, bir bakıma, Büyük Petro'nun Rusya'yı dönüştürmesiyle eÅŸ zamanlı sayılabilir. Türkiye'nin o rotaya girmesi, tarih yazımı bakımından,1683 Viyana Bozgunu sonrası sayılıyor. Bu anlamda, Kemal Atatürk'ü, Türkiye tarihinde, III.Selim'den baÅŸlayan, II.Mahmut, Abdülmecit gibi, -hatta bir yönüyle II.Abdülhamit- gibi reformcu sultanlar, Mustafa ReÅŸit PaÅŸa, Ali ve Fuat PaÅŸa'lar gibi modernist devlet adamları zincirinin 20.Yüzyıl'ın ilkÂçeyreÄŸindeki en önemli, büyük ve parlak halkası olarak görmek de mümkündür.

Haberin Devamı

Türkiye ve Rusya'nın, kuvvetli "Asyatik" özellikler taşıyan iki ülkede Batılılaşma ve modernizm, hiçbir Avrupalı yönü ve yanı bulunmayan tam anlamıyla "Asyalı" ülkelerde de geçerli oldu. Örneğin Japonya'da.

1885 yılında Japonya'nın "modernleşmesi" olan Meiji Reformasyonu'nun kuramcısı Yukiçi Fukuzava "Asya'yı Terketmek" adlı bir makale yazmıştı. Bu makalede, coğrafi anlamda Asya'yı terketmesi mümkün olmayan Japonya'nın "kaderini Batı'nın medeni ülkeleriyle birleştirmek" için "sırtını Asya'ya dönmesini" öneriyordu. Özellikle Çin ve Kore'ye sırtını dönmesi gerektiğini vurguluyordu.

Bizdeki "Batılılaşma"nın "sırtımızı" özellikle Araplara ve Ortadoğu'ya dönmemizi öğütlemesine ne kadar benziyor. Biz de asıl kastedilen sırtımızı "İslam'a" dönmek idi. İma edilen hep bu oldu. Coğrafya olarak sırtımızı dönmemiz önerilen, İslam coğrafyası idi. Sırtımızı İslam'a dönelim denemediği için, Araplara ve Ortadoğu'ya dönmemiz önerildi.

Haberin Devamı

Asya "Batılılaşması" ya da "modernizmi", elbette ki, 19.Yüzyıl Japonya'sı ile sınırlı kalmadı. Çin ulusal hareketenin 20.Yüzyıl'daki büyük ismi, Atatürk'ün kuşakdaşı Sun Yat-sen, Avrupa üstünlüğünü açıkça kabul ederek, Çin'in ulusal bağımsızlığına kavuşmuş haliyle modernleşmesi için Avrupa'nın taklit edilmesini savunmuştur.

Hindistan'ın büyük lideri Jawaharlal Nehru, hernekadar Üçüncü Dünya'nın ve bu arada "Bağlantısızlar Hareketi"nin üç kurucu liderinden biriyse de, ülkesinin "geriliği"nin üstesinden gelmek için Batı siyaset ve ekonomi modelini almak gerektiğini düşünen bir Cambridge mezunu idi ve kendisinin "Batılı liberal" görüşlere sahip olduğunu savunurdu. Bir seferinde kendisini "Hindistan'ı yöneten son İngiliz" olarak kinayeli biçimde tanımlamıştı.

Haberin Devamı

Günümüzde edebiyat alanında Türk ve Rus romancılarında yansıyan ve "bayram tatili"nden yararlanarak günlerdir irdelediğimiz "sorunsal", düşünce ve siyaset adamlarını da kıskacına almıştır. Örneğin, Batı dışı toplumları çok etkilemiş olan Karl Marx, Friedrich Engels, Rosa Luxembourg, hatta Vladimir Lenin gibi radikal düşünür ve eylem adamlarını, Batı düşüncesinden ayırabilmek mümkün değildir. Batı'ya radikal muhalefet de, Batı düşüncesi içinden ürüyor.

Buna karşılık, Türkiye ve Rusya gibi kültürel ve coğrafi "fay hattı" üzerindeki ülkeler, bir sarkaç gibi Avrupa-Asya, Batı-Doğu, Gelenekçilik-Yenileşme, Dini muhafazakarlık-Modernleşme eksenleri üzerinde gidip geliyor.

Haberin Devamı

Lenin ve belirli ölçüler içinde Trotksy –tartışmalı olsa da- Rusya'nın Avrupalı yönünü ne kadar yansıtıyorlarsa, Stalin'in aynı ülkenin (adı Sovyetler Birliği olmuş haliyle) Çarlık döneminin derinliklerinde yatan "Doğu Despotizmi"ne uyan bir yönetim tarzı tutturduğunu ileri sürenler vardır.

Bir başka büyük çar, 14.Yüzyıl'daki Müthiş İvan "Asyalı-Moskova'lı Rusya" ise 17.-18. Yüzyıl'daki Büyük Petro "St.Petersburg'lu-Avrupalı Rusya"dır.

Gorbaçov'u Rusya'nın Avrupa yönlü, Putin'i Avrupa yönü ile Doğu despotizm geleneği arasında sallanan görüntüsüyle tanıyabiliriz.

Bizde?

***         Â***       Â***

Bizde durum biraz daha karmaşık.

Kemal Atatürk'ün "Avrupa-Batı" tercihli bir Türkiye'yi ifade ettiğine dair en ufak bir kuşku ve tartışma yoktur. Ne var ki, başkent tercihi ve son dönemdeki gelişmeler, "sorunsal"ı olabileceğinden daha karmaşık hale sokmuştur.

İmparatorluk başkenti İstanbul'a karşı, Avrupa'dakiler formatında bir "ulus-devlet" olarak kurulacak genç ve modern olma iddiasındaki yeni cumhuriyetin başkenti olarak benimsenen Anadolu bozkırındaki Ankara, "Batılı" mimarlara emanet edilen bir "Batılı" başkent olarak temelleri atıldı.

21.Yüzyıl'a geldiğimizde, Türkiye'nin "modernleşme lokomotifi" yine İstanbul. "Avrupa"nın 2010 yılında "Kültür Başkenti" sıfatını kazanacak olan İstanbul. Ne de olsa, bir "Batılı" büyük devlet olan Doğu Roma İmparatorluğu'nun da başkentiydi İstanbul. Batılı bir devlet olduğu hala tartışma konusu olmaya devam eden Osmanlı İmparatorluğu'nun da.

Yönünü Batı'ya çevirmiş büyük reformcunun başkent yaptığı Ankara, özenti bir "Batılılık"tan 21.Yüzyıl'la birlikte, siyasi anlamda, Türkiye'nin en "statükocu", hatta "en reaksiyoner" şehri olmaya dönüştü.

Kemal Atatürk'ü referans aldığını iddia edenler, siyaseten, "Avrupa Birliği'ndeki Türkiye"nin en amansız karşıtları oldular. Buna karşılık, dini muhafazakarlıktan gelenler, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne doğru taşıdılar. (Bugün ayak sürüseler de, kağıt üzerinde yine de diğerlerinden daha fazla yakın duruyorlar AB'ye...)

Bu arada, Kemal Atatürk'ün, en büyük reformcu atılımlarını yaptığı dönemin ardından, İstanbul'da yaşamayı ve ölmeyi seçtiğini de hatırlayalım.

Bizde "gelenek-yenileşme" ve "Batı-Doğu" konuları karmaşık demiştik. Bu "sorunsal" bizim tüm ömrümüzü tüketti. Bundan sonraki kuşakların ömrünü de –isteseler de istemeseler- tüketeceğe benziyor... a

Yazarın Tüm Yazıları