“A Las Cinco de la Tarde”... Federico Garcia Lorca’nın “matadorun ölümü”nü anlattığı o ölümsüz şiirinin dizeleri geliyor aklıma.
“Saat beşti akşamleyin Ah! Ne korkunç saat beşi akşamın! Saat beşti bütün saatlerde!” Saat üçtü öğledensonra. Ah! Ne korkunç saat üçüydü o öğledensonranın. O gün bugün saat üçtür bütün saatlerde. Öğledensonra saat üçte vurdular onu. Kaldırıma uzandı... Kimdi o kaldırımda yatan? “Arkadaşımın adı Hrant’tı. Bana onu anlat deseler; has adamdı, derim. Asil ruhtu, sıkı dosttu. Cesur yürekti, deli fişekti. Koruyandı, kollayandı. Candı... Tarifi çoktu onun, kimselere benzemezdi, derim. Canına kıydılar arkadaşımın. Gazetesinin önünde vurdular onu. Arkadan vurdular hem de, üç kurşunla. O gün ben de vuruldum. Yaşarken değdiği, koca kollarıyla sarıp sarmaladığı, dokunup şifalandırdığı herkes vuruldu. Hepimiz vurulduk. Ama Hrant öldü; biz kaldık. Ve gördük. Kaldırımda yüzükoyun yatan Hrant’ı gördük. Üzerini örtmeye çalıştıkları beyaz kağıdı da, altı delik ayakkabılarını da... Hepsini gördük.... Hrant’ın kaldırımdan kaldırıldığını görmedik ama gelen ambulansın çığlığı bizimkine karışırken, yattığı yerdeki kan izlerini de gördük. Bununla da bitmedi... İlerleyen yıllarda ondan adaletin esirgendiğini de görecek, kanının yerde kaldığını da bilecektik. Bu ‘bilgi’yle perdesi açılan gönül gözümüzle o kaldırıma bakacak, Hrant’ın hala orada yattığını görecektik. Gelin, biz kaldıralım Hrant’ı o kaldırımdan. O gün onunla birlikte vurulan ama ayakta kalan bizler kaldıralım...” (Tuba Çandar, Hrant, Everest Yayınları, s.17) Hrant Dink, 19 Ocak 2007 günü, güpegündüz, öğledensonra saat üç’te İstanbul’un göbeğinde, Agos’un önünde vuruldu, kaldırıma uzandı. Adalet neden gelmiyor? Aradan tam dört yıl geçti. Hrant’ı o kaldırımdan kalktı mı? Kaldırabildik mi? “Adalet” Türkiye’ye gelmeden, “Hrant için Adalet” yerine getirilmeden, kalkmaz Hrant o kaldırımdan. “Vurulmuş tertemiz sırtından, uzanmış yatıyor” hala o kaldırımda. Çünkü, “adalet” gelmedi. Geçen yıl, ölümünün üçüncü yıldönümünde, rüzgarın kamçı gibi, yoğun sulu kar yağışıyla birlikte insanların yüzünde şakladığı o gün, oğlu Arat Dink, dayanamayıp, Agos’un penceresinden, aşağıdaki 3000 kişiye “Üç yıldır bizimle dalga geçiyorlar” diye haykırmıştı. Bugün, bir yıl daha ilave edildi. Hrant kaldırımda; adalet kimbilir nerelerde? Neden bir türlü gelmiyor “Hrant için Adalet”? “Çünkü diyor Osman Can, “Hrant Dink cinayeti, günübirlik politikada birilerinin kullanabileceği bir enstrüman değil. Hrant Dink cinayetinin çözümlenmesi ve adaletin tesisi Türkiye siyasetinin genetiğini deşifre edebilecek anahtarı sunmaktadır. Cinayete götüren süreçte, 100 yıllık eğitim politikası, okullarda ‘andımız’ biçimindeki faşizan uygulama, devlet partisi ideolojisinin bugüne kadar değişmeyen ve her bir darbeyle kendini yeniden egemen kılan etnisist-militer siyasi yapısı ‘tetikçiler ve azmettiren’lerden çok daha belirleyicidir... Evet, Hrant Dink cinayetine götüren süreç, Türkiye’yi her defasında darbelere veya darbe etkisine sahip tek partici, militarist ve elitist toplum mühendisliği sürecidir. Bu nedenle Hrant Dink Davası, Ergenekon, Balyoz ve diğer davalardan bağımsız değil, aksine onlardan daha fazla yaşamsaldır...Ergenekon ve Balyoz davaları daima bir siyasal mücadele ekseninde okunacaktır. Ancak, Hrant Dink Davası, insan ve vicdan üzerinden diğer davaların tüm taraflarını bir muhasebeye çağırabilir, tarihe karışmakta olan ‘eski’den bütünüyle arınmayı, ‘yeni’nin de hümanizm üzerine kurulmasını sağlayabilir. Bu dava temiz bir başlangıç için çok önemli.”(Star, Açık Görüş 23.12.2010) Vicdan ve insanlık sınavı Türkiye’deki siyasi iktidarın bir türlü yapamadığı da bu; “temiz başlangıç”ı yapamıyor. “Hrant Dink sınavı”nı veremedi. O sınav, Ergenekon ve Balyoz sınavlarından daha önemli bir sınav. Nitekim, Osman Can’ın şu doğru ve çarpıcı teşhisini hatırda tutalım: “En önemlisi ise Hrant Dink davasıyla ilgili sınavdı. Diğer davalarda tüm taraflar için belirli bir siyasal destek söz konusu olduğu halde, bu davada siyasal destek zafiyeti yaşanıyor. İlk üç sınav demokratlığın bir ölçüsü olabilir. Ancak bu sınav yalnızca vicdan sahibi olmanın bir ölçütüdür. Diğer davalarda esas itibariyle siyasal pozisyonlarımızı kaybedebilecekken, bu davada insanlığımızı kaybetme riski vardır.” “Vicdansız demokrasi” olabilir mi? “İnsanlığımızın kaybolduğu” bir zemin üzerinde siyasal ve toplumsal barış kurulabilir mi? Yok olan ve kaybolan Hrant değil. “Hrant, ‘Eğer bir gün bu ülkeden gidecek olursam yürüyerek gitmeyi isterim,’ demişti. Tıpkı geçmiştekiler gibi. Kafileler halinde yollara dökülen, yolları ölsünler diye güneye yöneltilen kuzey yolcuları gibi... Bize o kadar dokunmuştu ki bu... Bildiğimiz, ‘Diaspora büyük bir Anadolu köyüdür,’ diyen Hrant, büyük bir Anadolu köyü olan kalbimizin hangi tepesinde gömülü olmak istediyse oradadır bugün. Toprağın altında ve üstündedir. Uçmuş çatıların, sesleri kaybolmuş sokakların içindedir. Adı vicdan olan her yerdedir.” (Tuba Çandar, Hrant, Everest Yayınları, s.648)