Nusaybin’den Diyarbakır’a: “Sıfır Noktası”ndan “Merkez”e...

Duvara çervelettirilerek asılmış bir yazı bölgedeki ruh haletini gayet iyi yansıtıyor olmalı.

Haberin Devamı

Adeta bir “uyulması gereken ilkeler” halinde, sürekli olarak hatırlanması için asılmış gibi duruyor:

“Düşünme,
Düşüneceksen konuşma,
Konuşacaksan yazma,
Yazacaksan yayınlama,
Yayınlayacaksan adlandırma,
Adlandıracaksan; hiç durma,
Hemen inkår et!”

İnsanların içine işlemiş baskı duygusunun duvara asılarak dışavurumu bir sözler ve bir yerel gazete bürosunda görülebilir. Baskının aldığı biçimler ve yol açtığı sonuçlar, bölgede gerek nüfuz ve gerekse mali güç olarak hayli güçlü bir iş adamının ağzından şöyle dökülüyor: “Kürt halkını onursuzlaştırmak için devlet elinden geleni yaptı. Açlığa, yoksulluğa mahkum edilmek istenen bir halk, Kürt halkı. Bu duruma itilen bir halkı onurunu da kaybeder…” Ve, bu konuda çarpıcı örnekler veriyor.

Buna da “direniş” elbette mevcut. Mardin’de Mezopotamya ovasının üzerine yayılmış, kimisi Suriye Kürt topraklarından bize göz kırpan ışıkların büyüleyici görüntüsü karşısında hararetli sohbetimiz sürüyor. Kızıltepe’nin tanınmış isimlerinden biri, “Kürtlere korku duygusu yerleştirildi” diyecek oluyor, masadakilerden biri, “Kürtlerdeki duygu korku değil, Kürtler korkuya yer olmayan her türlü işi yapıyorlar; bence, durum Kürtlerin korkusu değil, Kürtler yorgun” diyecek oluyor. Diğerleri bu değerlendirmeyi onaylıyorlar.

Haberin Devamı

Konu, ister istemez, hızla “açlık grevleri”ni kayıyor. “Tehlike sınırı”na gelip dayanmış olan “açlık grevleri” doğru mu yoksa yanlış mı bir “siyaset”olduğuna dair tartışma noktasını bölgede aşmış; tam aksine “Kürtlerin korkusuzluğu”nun, Kürtlerin “feragat ve fedakårlık duyguları”nın bir yansıması olarak algılanarak, bir “dayanışma” konusu halini almış.
Bir gün önce kitapçı raflarına çıkan “Mezopotamya Ekspresi-Bir Tarih Yolculuğu” adlı kitabımı imzalamak için Mezopotamya topraklarında bulunmaktan öteye, benim için daha anlamlı bir an ve yer olamazdı. Mardin’de bir yarım gün kitap imzaladıktan sonra, Nusaybin’e yola çıkıyorum. Nusaybin’de ahali, kentin kitapçısının önünü doldurmuş, kaldırıma taşmış, beni bekliyormuş.

Mardin’den Mezopotamya düzlüğüne iniyoruz. Sağımızda Suriye sınırı. Sınırı oluşturan demiryolu ile aramızda mayın tarlaları. Nusaybin’e yaklaşırken az ötede Amude kenti. Türk karakollarına bakan Amude karakollarının PYD’nin kontrolünde olduğunu bana yolda refakat edenler hatırlatıyorlar.

Haberin Devamı

Nusaybin’e yaklaşırken, karşılıklı kaçak geçişlerin devam edip etmediğini soruyorum, yıllarca gidip geldiğim İpekyolu’nun üzerinde yol alırken. Mayın tarlaları, düzenli aralıklarla dizilmiş karakol kuleleri ve dikenli teller bir taş atımlık uzaklıktaki Suriye topraklarına geçişin imkånsızlığını ifade ediyor gibi. Mezopotamya insanı, birbirlerinden kopuşun imkånsızlığını dile getirircesine, görüntüde böylesine sımsıkı korunan sınırın nerelerde ve nasıl delindiğini yol boyu gösteriyorlar.

Nusaybin, Suriye’nin en büyük Kürt kenti Kamışlı’ya bitişik. Sıfır noktasında. Kamışlı’da PYD ile diğer Suriye Kürt örgütlerinin toplamı arasındaki güç dengesi yüzde 50-50 durumundaymış. Nusaybin gibi kimlik bilinci en kuvvetli yerleşim merkezlerinden birinin Kamışlı’da ne olup bittiğinden haberdar olmaması mümkün değil. Ama, Nusaybin’in canlılığı, kulağının hemen bitişiğindeki Kamışlı’ya dönük olmasından kaynaklanmıyor. O, kendiliğinden bir durum. Nusaybin’in gözü kulağı, kuzeyine, kocaman Türkiye coğrafyasına, Kürt sorununa ilişkin gelişmelere olağanüstü bir duyarlılıkla dönük gibi  duruyor.

Haberin Devamı

“Mezopotamya Ekspresi” kitabını Mezopotamya coğrafyasında imzalamak çok hoş ve okşayıcı bir duygu ama buraya gelmemin asıl amacının halkla yüzyüze temasa fazla ara vermemek olmadığını biliyorum. Bölgeyi sürekli görüyor olmak, isimsiz insanlarla doğrudan ilişkiler; işin asıl keyif verici yanı o.

Buralara kadar gelmişken, Diyarbakır’a uğramadan olmaz. “Merkez” bir yandan bölgenin tümünü yansıtırken, diğer yandan bölgenin tümüne ayar verir çünkü.

Diyarbakır, gergin ve bura ölçülerince “hafif olaylı” bir cumartesini arkasında bıraktıktan sonra, bir bahar havasının letafeti içinde sereserpe bir pazar günü yaşıyordu.

Diyarbakır’da “konuya girmek” için fazla vakit kaybetmezsiniz. Belki de tüm dünyanın bu “en politize şehri”nde, kaldırımda durdurulmadan ve “konuya doğrudan giren” insanları işitmeden bir yüz metre yol alamazsınız. Dün de öyle oldu.

Haberin Devamı

Diyarbakır, dün, kendi “dünü”nü yani cumartesini konuşmuyordu. Hålå, salı günü konuşuluyor. Hayatın durduğu, tüm kepenklerin indiği, insanların çocuklarını okula yollamadığı son yılların en etkileyici görüntülerinin sergilendiği salı günü. Diyarbakır’ın tanıdığı isimlerden, doğma büyüme Diyarbakırlı genç bir akademisyen, “Tam bir ‘Hayalet Şehir’di” diye anlatmaya koyuluyor ve devam ediyor: “Öyle bir gün görmedim ben” Üniversite’yi 1990’lı yıllarda, Diyarbakır’ın en kötü günlerinde burada okudum. Yanıbaşımda okul arkadaşlarımın öldürüldüğüne tanık oldum. Fakat, salı günü gibi bir gün yaşamadım. Tam bir hayalet şehir…”

Tabii, bu “örgüt baskısı”yla falan izah edilemez. Bunu yapmaya kalkan alay konusu olur. Diyarbakır, “açlık grevleri” ve ona karşı takınılan “devlet tavrı” olarak algılanan duruma tepki veriyor. Ve, herkes belirgin bir karamsarlık duygusu içinde, “ölümlerin söz konusu olması halinde şehri çok kötü günler beklediğinde” tereddüt duymuyor.

Haberin Devamı

“Büyük olaylar olacak” diyor şehrin en deneyimli gazetecilerinden biri. “Sert çatışmalar çıkacağı kesin”…

Bunca yılın gelişmelerinden ötürü umutsuzluk duygusuyla beslenen bir biçimde “yorgun” Kürtler ama, “korku”yu akıllarına getirmeden “sertleşecek” enerjiyi tüketmemiş durumdalar. Bunu, Mardin merkezde farketmeyebilirsiniz ama “sıfır noktası”ndaki Nusaybin’de ve “merkez”de yani Diyarbakır’da farketmemek imkånsız.

Şayet Başbakan’a kulak verirseniz, Ankara’da mümkün…

Yazarın Tüm Yazıları