Paylaş
Bütün bunlara ek olarak, Selahattin Demirtaş’ın dilinde de “yumuşama” dikkat çekici. Demirtaş, Hatip Dicle sorununun aşılması için Ağrı ya da Diyarbakır’da “ara seçime gidilmesi” önerisini getirdi.
Ağrı ya da Diyarbakır’da veya başka bir yerde “ara seçim” formülüyle BDP’lileri ilzam eden “kriz”in aşılabilmesi için, elbette, Hatip Dicle’nin (ve benzer konumdakilerin) seçilebilmesinin önündeki engelin giderilmesi, yani “yasal düzenleme” yapılması da gerekecek.
Bunun için ise Ak Parti’nin ön alması ve “kriz”i aşmak için gerekli yasal değişiklikleri yapacağına dair bir sinyal vermesi gerekiyor. Ama, bunun için TBMM’nin çalışması ve TBMM’nin bu amaçla çalışması için Ak Parti ile BDP’nin arasında bir “diyalog mekanizması”nın kurulması şart.
Böyle bir diyalog, yeni anayasanın yapılabilmesi, Türkiye’nin demokratikleşme yolunda ilerlemesi ve bu çerçeve içinde Kürt sorununun çözüm sürecinin yol alabilmesi için de zorunlu.
Seçim sonuçlarının belli olduğu ilk andan itibaren bunu ısrarla vurguladık. Yeni anayasanın, esas olarak, Ak Parti-BDP omurgasına dayanması gerektiğine dikkat çektik.
TBMM açılmadan, YSK marifetiyle ortaya çıkan “kriz”, her türlü normalleşmenin önünü tıkar gibi oldu. CHP’nin de “Ergenekoncu” hamlesi “kriz”i katmerledi.
BDP, Ergenekon’un yedek gücü olamaz
Ancak, CHP’nin “Ergenekon”un “siyasal temsilcisi” rolüyle “kriz”e dahil olması ve “kriz”i katmerlemesi, BDP’nin haklı taleplerle giriştiği TBMM boykotunu bir yandan gölgeledi, diğer yandan BDP’yi kendiliğinden “Ergenekoncu ittifak”ın bir aracı görüntüsüne itti.
Gelişmeler bu şekli aldıktan sonra, Tayyip Erdoğan’dan ne bekleyecektiniz?
Usta bir politikacı Başbakan. Hiç kimse siyasi manevra yeteneğini ve gücünü hafife almasın. Resti gördü ve “ne haliniz varsa görün, TBMM’yi ben elimdeki güçle siz olmadan da çalıştırırım” dedi.
Dünkü yazıda da belirttiğim gibi, akıllıca bir “brinkmanship” yani “uçurum eşiğine yönelme” politikasını benimsedi. “Kriz”in çözüm iplerini eline geçirdi. “Kriz” çıkaranların tavrına göre, gevşetebilir de, sıkar da. Her durumda “kazan-kazan” politikası güdüyor.
Böyle bir manzarada, BDP’lilerin “CHP’nin yedeği”ne düşmekten kendilerini çıkartmaları gerekiyor. Zira, Ak Parti’ye karşı böyle bir zemin üzerindeki CHP-BDP ittifakı, hem BDP’lilerin istediği sonuçlara kendilerini yaklaştırmaz, hem de üzerlerine bulaşacak “Ergenekon müttefiki” damgasının izlerini kolay kolay silemezlerdi.
Konu, “Ergenekon’un önünün açılması” olunca, Türkiye’nin demokrat güçleri ve kamuoyu, bir CHP-BDP beraberliğine “onay belgesi”ni vermez.
Kaldı ki, sayısal olarak yani parlamento aritmetiği açısından BDP, CHP’den daha kalabalık temsilcileri olan parti değil ama Türkiye’nin siyasi dengeleri açısından bu “ontolojik sorun” girdabında savrulan ve savrulmaya devam edecek olan CHP’den çok daha önemli bir siyasi organizma.
BDP’nin CHP ile Ak Parti’ye karşı bir “ortak zemin” üzerinde buluşması sonucunu verecek herhangi bir siyasi tavır, BDP’yi anlamsızlaştırır ve Türkiye siyasetinde oynayabileceği etkili rolden mahrum bırakır.
BDP, “Ergenekonculuk”tan uzak durmak zorundadır.
Bu yönde atacağı her adım, Ak Parti ile diyalog kapılarını zorlayacak ve haklı taleplerini ilerletebileceği bir mecraya partiyi yerleştirecektir.
Son 48 saattir, bu yönde olumlu sinyaller geliyor.
CHP, siyasetten tecride doğru
Tabii, tüm bu gelişmeler, CHP’nin siyaseten tecridine doğru yol almalıdır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ne yaptığını bilmez, çelişkili adımları –belki de ne yaptığını gayet iyi bilen, koca partiyi Ergenekon’un koçbaşı gibi kullanma gayreti- partiyi zaten siyaset sahnesinin marjına itiverdi.
Türkiye siyasetinden kendini dışlayan genel başkanın, uluslararası kuruluşlara mektup yazarak “niçin TBMM’de yemin etmediklerini” açıklaması trajikomik bir hal.
CHP, köklü ve karmaşık bir yapı. Bu kadar köklü bir yapının, Süleyman Demirel’in adamı, onun “özel ricası” ile listeye alınmış bir Mehmet Haberal için, kendisini siyasetten diskalifiye etmesine CHP’liler seslerini yükseltmeli ve genel başkanlarının ardına ve başka merkezlerde dizayn edilmiş politikalar uğruna,bir koyun sürüsü gibi dizilmeye rıza göstermemelidirler.
BDP ile CHP’nin “TBMM’yi boykot” gerekçeleri apayrı. İlki, özgürlükleri kısıtlayan bir uygulamanın mağduru, ikincisi özgürlükleri kısıtlamak üzere yola çıkan “darbeciler”in özgürlüğüne kavuşması mücadelesi veriyor. Ergenekon davasını gayrımeşru duruma düşürmeye çalışıyor.
Başbakan, ikincisine yol vermek konusunda gayet duyarlı ve haklı.
Geldiğimiz noktada Tayyip Erdoğan’ın yanında durmak, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde doğru tavır almak demektir.
BDP’lilerin gelinen noktada, “Ergenekon’dan yana kriz üretenleri” yalnız bırakması ve Ak Parti ile temas kurarak, TBMM’ye (yani yasama faaliyetine katılma) giriş yoluna koyulmasının zamanı gelmiştir.
Siyaset, değişen şartlara uygun pozisyon değiştirme sanatıdır.
Türkiye’nin ve Kürtlerin, CHP’nin yedeğindeki bir BDP’ye değil, Ak Parti’ye muhatap bir BDP’ye ihtiyacı var.
Paylaş