Paylaş
PKK ve terör konu başlıklarının gündemin en üst sırasına yükselmesi, “paradoksal” biçimde, en fazla ihtiyaç duyduğumuz “siyasette normalleşme”yi de beraberinde getirdi. Dikkat edin, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına ilişkin tartışmalar bıçak gibi kesildi. Kurallara uygun seçilen 11.Cumhurbaşkanı’na karşı, Silahlı Kuvvetler üst kademesinden gelen gereksiz “jestler” de bir yana bırakıldı. “Devletin tepesi”nde büyük bir uyum görüntüsü –PKK sayesinde- gerçekleşti. Komutanlar, Çankaya’ya çıkar oldular.
Cumhurbaşkanı-Başbakan-Genelkurmay üçlüsü arasındaki ilişki mekanizması, olması gerektiği gibi işlemeye başladı. Medya, dış gezilerde eşine refakat eden Hayrünisa Gül’le ilgilenmeyi bıraktı.
Bütün bunlar neyi anlatıyordu?
1. “İslam-laiklik”, bir başka deyimle “yeni siyasi iktidar-eski bürokratik yönetici elit” arasındaki “gerilim”in, aslında Türkiye’nin bir numaralı meselesi olmadığını ve son bir yılda yaşadığımız gelişmelerin aslında bir “iktidar mücadelesi” olduğunu;
2. Söz konusu “iktidar mücadelesi”nin tümüyle ortadan kalkmasa bile, “derin dondurucu”ya konulduğunu ve pekala konulabileceğini.
Tarhan Erdem damgalı Konda’nın Milliyet gazetesinde yayınlanan “Muhafazakarlaşıyor muyuz?” başlığı ile “inceltilmiş” kamuoyu araştırması, bulguları ile kabuk tutmakta olan “geleneksel yara”yı kaşıdı.
*** *** ***
Herhangi bir kamuoyu araştırmasının üzerinde Tarhan Erdem imzası olunca, ciddiye alınıyor ve sunduğu “bulgular”, tartışmasız “olgular” gibi kabul görmeye başlıyor. Tarhan Erdem, 22 Temmuz’ta Ak Parti’nin oy oranını tahmin eden araştırmayı yayınladığında kıyamet kopmuş ve nice yakışıksız ithama maruz kalmıştı.
22 Temmuz, Tarhan Erdem’i haklı çıkarınca, Tarhan Erdem damgalı herhangi bir kamuoyu araştırması da, artık haliyle, bir “garanti belgesi” haline geldi. İşin ilginç yanı, son araştırmanın bulgularına, bundan birkaç ay önce Tarhan Erdem’e hakaret edenler sarıldı; 22 Temmuz seçim tahmini araştırmasına sarılanlar ise, şimdi kuşkucu ve eleştirel bir tavır takınıyor.
Bu durum, Türkiye’de herşeyin ne kadar kolay “siyasallaşabileceği”nin ve “siyasal-ideolojik kutuplaşma”ya kurban edilebileceğinin göstergesi.
Tarhan Erdem damgalı son araştırmayı böyle kılan, “akademik kalitesi” tartışma götürmeyecek, örneğin, Ali Çarkoğlu-Ersin Kalaycıoğlu imzalı benzer araştırmanın ulaştığı “bulgular” ile çelişmesi. İlki, son yıllar içinde türban-başörtüsü giyme sayısında hatırı sayılır bir artış olduğunu belirtiyor; ikincisi ise tam tersine, azalma olduğunu.
Hangisine inanmalı?
Karmaşık bir konu. Her iki araştırmanın “metodolojisi”ne, hangi yöntemlerle hazırlandığına bakmak gerekiyor. Ayrıca, sonuçların “sosyolojik” okuması, “siyasi okuma”dan çok farklı sonuçlar da verebilir.
Genellikle, “Gördünüz mü tehlikeli gidişatı” tepkisini ortaya koyanlar, “türban artışı”nı Ak Parti’nin iktidar yıllarına bağlarken, “karşı görüş”, türban giyme eğilimi artmış olsa bile, bunu bir “sosyolojik olgu” olarak görüp, bunun siyasetteki yansımasını Ak Parti’ye giden oylar olarak değerlendiriyor. Hatta, bu “sosyolojik olgu”nun böylece “parlamenter sistem” içinde siyasi temsil imkanı bulmasını, demokrasinin işlemesi açısından olumlu görmek gerektiğine işaret ediyorlar.
Bu farklı yorumların “Tavuk mu yumurtadan; yumurta mı tavuktan çıkar?” tartışmasına dönüşerek dejenere olmaktan başka şansı yok. Böyle bir tartışmanın “bilimsel’ olması mümkün değil, çünkü “özü” siyasi.
*** *** ***
Asıl önemlisi, bu yeni tartışmanın, Türkiye’nin “entelektüel enerjisi”ni, “gerçek” tartışma konularından saptırıp, heba edecek olması.
AB sürecinin neresinde duruyoruz? Bunu soran var mı? Bu sürecin önündeki en gereksiz ve çirkin “mayın” olan 301 konusunda neredeyiz? Adalet Bakanı’nın topu taca atma şeklindeki bilinen açıklamalarıyla tatmin olunuyor mu?
Hrant Dink cinayetinin birinci yılına yaklaştık. Dava sürecinin neresindeyiz? Bu davanın, Adalet ve İçişleri bakanlıklarına düşen yüz kızartıcı uygulamalarının aşılabilmesi için bir hazırlık var mı? Malatya cinayeti davasının hazırlık soruşturmasında affedilmez ihmallerin ve cinayetin işlenme tarzı ile Hrant Dink cinayeti benzerliği üzerinde siyasi iktidar ne düşünüyor; ne yapmaya hazırlanıyor? Bunları bilen, irdeleyen var mı?
Türkiye’de gerek “hoşgörü kültürü”nün yerleşmesi, gerekse “azınlık hakları”nın sağlanması ve böylece AB yolunda Türkiye’yi kıstıran anlamsız bağlardan kurtulunması yolunda hükümet ne yapıyor? Günümüzün Türkiye’yi her konuda ilgilendiren yoğun uluslararası gündeminde Dışişleri Bakanı olan kişinin aynı zamanda AB Başmüzakerecisi olmasıyla, AB yönünde yol alabilmek mümkün mü?
Bunları tartışıyor muyuz?
Avrupa Parlamentosu’nun İnsan Hakları Komisyonu üyeleri Ankara’da temaslarda ve Türkiye’de “işkence uygulaması”nın yeniden “vahim boyutlar”a ulaştığını saptamışlar. Bundan haberimiz var mı? Buna karşı duyarlılığımız nedir?
Türkiye’nin “entelektüel enerjisi”nin odaklaşması gereken sorular-cevaplar da bunlar...
Paylaş