Paylaş
Uluslararası Af Örgütü’ne göre açlık grevleri ‘barışçı bir protesto şeklidir’ ve Türkiye yetkililerinin ‘protesto etme hakkı da dahil olmak üzere, mahkûmların ifade özgürlüğü haklarını saygı duyma yükümlülüğü’ bulunuyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün ‘açlık grevindeki mahkûmların haklarına saygı duyulması’ çağrısı yapmasının sebebi, Silivri ve Şakran cezaevlerinde açlık grevinde olan mahkûmların hücre hapsine konmaları ve Tekirdağ Cezaevi’ndeki gardiyanların, açlık grevine katıldıkları için mahkûmlara kötü muamelede bulunduğu konusunda haberler yayılması.
Cezaevi yetkililerinin, kimi zaman, mahkûmların içme suyuna ve bu suya eklenen şeker, tuz, vitamin ve diğer takviyelere erişimini kısıtladığı yönündeki haberler, Uluslararası Af Örgütü’nün kulağına ulaşmış durumda.
Bundan 48 saat öncesine kadar, Türkiye’de 58 cezaevinde 658 kişi ‘açlık grevi’ ya da ‘ölüm orucu’ndaydı. Bugün bu sayı daha artmış olabilir. ‘Açlık grevi’ ya da ‘ölüm orucu’nda ‘tehlikeli aşama’ya gelenlerin sayısı 50 kadar, 50 insandan biri Selma Irmak. Selma Irmak’ın gerçek yeri TBMM; çünkü çok önemli bir halk desteğiyle seçildi. TBMM yerine bugün ‘ölüm sınırı’na dayanmış vaziyette Diyarbakır E Tipi’nde.
‘Ölüm orucu’nu Diyarbakır D ve E tipi, Siirt ve Bolu cezaevlerinde yatan tutuklular başlatmıştı. Dalga dalga yayıldı ve bugün yaklaşık 700 kişi ‘ölüme yatmış’ halde, bunların 50’si ‘ölüm’ ve ‘vücuda kalıcı tahribat sınırı’na dayanmış durumdalar. ‘Açlık grevi’ni bir buçuk aya vardırdılar.
Ne istiyorlar? Niçin ölümle böylesine dans edecek riskli bir eyleme kalkıştılar?
Üç talep sıralanıyor:
1. Abdullah Öcalan’a yönelik bir yılı aşkın süredir devam eden ‘tecrit’in kaldırılması
2. Anadilde savunma hakkı
3. Anadilde eğitim
Bütün bunlar, ‘siyasi talepler’ ve görünür vade içinde karşılanması söz konusu değiller. Kendi payıma bu taleplerin tümünün doğru olduğunu uzun süreden beri savunuyorum. Ancak, bu taleplerin ‘açlık grevi’ ya da ‘ölüm orucu’nun ‘araç’ olarak kullanılmasıyla dile getirilmesini doğru bulmuyorum; bu ‘araç’ ile kısa sürede sonuç alınabilmesini ‘gerçekçi’ de görmüyorum.
Bununla birlikte, ‘ölüm orucu’na yatanlar, ‘siyasi kimlik’ taşıyan kişiler oldukları için nasıl bir ‘siyasi eylem’ biçimi seçeceklerine kendileri karar verirler; o ‘karar’a siz katılmasanız bile, benimsemeniz bile, buna dair söz söyleme hakkınız pek yoktur.
Hele hele, ‘örgüt tarafından kullanıldıkları’, ‘ölüme gönderildikleri’ gibisinden safsatalar vakit kaybıdır ve onlarca insanın ‘siyaset tercihi’ne ve o insanların kişiliğine ‘saygısızlık’tır.
‘Açlık grevleri’nin siyasi tarihte yeri vardır. Kuzey İrlanda’da Britanya’ya karşı ‘cumhuriyetçi’ davayı güden IRA (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) mensupları, ‘ölüm oruçları’na mücadelelerinin efsanesini yaratmak için başvurmuşlardı. Başta Belfast’ta büyük oy çoğunluğuyla Londra’daki Westminster parlamentosuna seçilmiş olan Bobby Sands olmak üzere, önemli IRA militanlarını hayatlarını kaybetmişlerdi.
Elbette ki, dönem değişik, şartlar değişik, ülkeler değişik. Ama Bobby Sands ve arkadaşlarının açlık grevleri de İrlanda cumhuriyetçi saflarında ve Katolik cemaat içinde hararetli ‘insani ve siyasi tartışmalar’a yol açmıştı. 1972 Kuzey İrlandası’nın, 2012 Türkiyesi’nden bu açıdan pek farkı yok.
Yine de büyük farklar var ve kendi payıma, gerek insani ve vicdani ve gerekse bunlar kadar önemli olan siyasi gerekçelerle ‘açlık grevleri’nin Kurban Bayramı vesilesiyle son bulmasından yanayım.
Ne var ki, ‘açlık grevleri’ne girişmiş olan insanların feda ruhuna, toplu eylem yeteneğine, davalarına olan sadakatine de büyük saygı duyduğumu ifade etmeliyim. Bütün bunlar, 21. yüzyılın içinde yaşadığımız zaman diliminde, yani ‘idealsizliğin özendirildiği’ bir tarih evresinde, özellikle yeni kuşaklar tarafından pek bir şey ifade etmiyorsa da benim açımdan özel saygı vesilesi olmayı koruyorlar.
Böyle olmakla birlikte, insan hayatlarının sakınılabileceği kısalıkta karşılanması ‘gerçekçi’ olarak beklenemeyecek ve neredeyse ‘maksimalist’ taleplerle ‘ölüm orucu’na kalkışılmasını, ‘örgüt’ün ciddi ‘siyasi hatası’ olarak gördüğümü de tekrarlamalıyım.
Bu durumda, Kurban Bayramı arefesinde ‘canların sakınılması’ ve insan sağlığına ‘kalıcı zarar’ın önlenmesi, ancak ‘açlık grevleri’ne kalkışanların tek taraflı iradeyle eylemlerine son vermesiyle mümkün olabilir.
Bunu yaptıkları anda, ‘açlık grevi’ne kalkışmalarının gerekçesi olan hiçbir talepleri karşılanmamış olacaktır.
Ya da, hükümetin, ‘Kürt sorunu’nun çözüm sürecine ilişkin gerçekten, elle tutulur ve somut adımlar atacağına ilişkin bir ‘bayram mesajı’ vermesi gerekir ki, ‘ölüm orucu’, bunun karşılığında bir ‘jest’ olarak bitirilebilsin.
Aksi halde, bu ‘Kurban Bayramı’ yakın geleceğimizde iyi anılmayacak. ‘Siyasi kurban’ verilen bir ‘Kurban Bayramı’ iyi anılmaz…
Paylaş