Paylaş
Çoktandır bağlantımız kesikti. Kansere yakalandığını duymuştum ve Amerika’nın en kuzeydoğusundaki Maine eyaletinde, büyük aşkı New York şehrinden ve gözlerden ırak bir yerde kendisini kaybettirdiğini biliyordum.
İki hafta kadar önce, 13 Haziran tarihli Wall Street Journal’de yer alan “The Men Who Sealed Iraq’s Disaster With a Handshake” (Irak’ın Felaketini Bir Tokalaşma ile Mühürleyen İnsanlar) başlıklı ve Obama ile Maliki’ye ağır eleştiri yüklü makalesini, sadık asistanı Megan Ring gönderdi. “Fouad, bu makalesini görmeni istiyor” diye yazıyordu.
Hep öyle yapardı. Herhangi bir makalesini yayımlanmadan önce Megan üzerinden gönderirdi.
Çok sevindim. Fouad’ın dünyayı keskin bakışlarıyla izliyor ve yazıyor olabilmesinden ve bir de irtibatımızın tekrar kurulmuş olmasından ötürü.
Geri yazdım. Çok geçmeden, 20 Haziran günü eşi Michelle’den Fouad’ın “çok hasta” olduğu, onun en yakın dostlarının durumu bilmesi gerektiğini ve bu “bilgi”yi “gizli tutmam” ricasıyla bir mesaj daha aldım.
Uzun süre gizli tutmam gerekmedi. 22 Haziran günü, yani tam bir hafta önce Fouad Ajami’nin, sonsuzluğa göçtüğü haberini bütün dünya öğrendi. Dünyanın en önemli yayın organlarında hakkında uzun yazılar yayımlandı.
Fouad Ajami, ismi çevresinde büyük tartışmalara yol açmış, düşmanlarının sayısı dostlarının kat be kat üzerinde bir adamdı. Bununla birlikte, hakkında en ağır, en acımasız yazıyı yayımlamış olan solcu Amerikan dergisi The Nation onu, “kendi kuşağının ABD’de siyasi etkisi en kuvvetli Arap entelektüeli” olarak tanımlamıştı.
20. Yüzyıl ve 21. Yüzyıl’ın ilk yarısının Ortadoğu’sunu ve daha spesifik olarak Arap dünyasını anlamak isteyen herkese, herkesten farklı bir pusula göstererek anlatan Fouad Ajami idi. Eşsiz kitaplar bıraktı ardında.
“Pan-Arabizm”e, bir başka deyimle Arap milliyetçiliğine “seküler giysiler içindeki Sünni hakimiyeti” diye müthiş bir tanım getirdiği “Arab Predicament” isimli 1967 Savaşı’nın Araplarda yol açtığı travmayı anlatan kitabı. 1982’de benim yerinde yaşadığım İsrail’in Lübnan işgali ve Beyrut kuşatması üzerine yazdığı “The Dream Palace of the Arabs: A Generation’s Odyssey”, 2006’da ABD’nin Irak işgali sonrasında, Irak’a gittikten sonra kaleme aldığı “Foreigner’s Gift: The Americans, the Arabs, and the Iraqis in Iraq” ve en son 2012’de yayımlanan ve torunu Leila Deluca Ajami’ye ithaf ettiği “The Syrian Rebellion”, anıt eserler niteliğindedir.
Tıpkı, ta 1980’lerin başında bugünkü Şii uyanışını sezmiş olduğu “Vanished Imam” ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği Beyrut’a ilişkin “Beirut: The City of Regrets” isimli kitapları gibi.
Fouad Ajami’nin en çarpıcı özelliklerinin başında İngilizce diline olan hakimiyeti geliyordu. İngilizce’yi onun kadar ustalıklı kullanan pek az kişi biliyorum. Bir seferinde bana, İngilizce hakimiyetinde kendisine V.S. Naipaul ile Joseph Conrad’ı örnek aldığını söylemişti. Bir Hindistan kökenli, diğeri Polonya.
İngilizce dilinin bu üç büyük ustasının, her birinin Anglo-Sakson kökenli olmaması da bana çok ilginç gelmişti.
Fouad, benden üç yaş büyüktü. Tam tamına üç yaş, üç gün. İsminden ve kitaplarından haberdardım. 1993 yılında New York’ta iken, Turgut Özal ile görüşmek ve tanışmak istediğini öğrenince, Turgut Bey’i ona yirmi dakikalık bir zaman ayırmaya ikna ettim. Turgut Özal, Fouad ile söyleşiye kendisini o kadar kaptırmıştı ki, Miami uçağını bir saat geciktirdi. Rahmetli Özal, daha sonra, bana söyleşiden büyük zevk aldığını bildirmişti.
Fouad, ise Turgut Özal’ın şahsında Ortadoğu’nun gelecekteki büyük liderini bulduğuna inanmıştı. Ne var ki, Turgut Özal birkaç ay içinde bu dünyadan ayrıldı.
O vesile ile Fouad ile tanıştım ve hep yakın dost kaldım. Ortadoğu Merkezi’nin başında bulunduğu Johns Hopkins Üniversitesi’nin yüksek lisans ve doktora bölümü SAIS’te bana sınıfını açtı. 1999 ve 2000 yıllarında Türkiye seminerlerini bana verdirdi.
Fouad, haftada iki gün Washington’da ders verir ama New York’ta yaşamaktan vazgeçmezdi. Haftada iki kez New York-Washington-New York tren seferi yapmayı göze alırdı. Yaklaşık 30 yıl böyle sürdü.
Şimdi bir “sırrımızı” açıklayayım: SAIS’te doktorasını yapan bugünün Prof. Ömer Taşpınar’ının doktora jürisine, Fouad Ajami’nin yerine ben girdim. O gün bugündür, Ömer’le şakalaşırız, eğer New York’tan Washington’a gelmeyi göze alıp, jüriye Fouad Ajami girmiş olsa ve ters gününe denk gelse, belki de doktor olamazdı diye…
Fouad Ajami, bir Türkiye meraklısı ve İstanbul aşığı da oldu. İçinden çıktığı Araplara ilişkin ne kadar hayal kırıklıkları varsa, Türkiye’den çok umutluydu. İstanbul’a gelmekten, Pera Palas’a yerleşmekten ve kendi deyimiyle “et hattı” yerine “balık hattı”nı seçip, İstanbul’un balıkçı lokantası mekânlarına gitmekten ve götürülmekten özel bir haz duyardı.
İstanbul’a yolu son kez, Gezi olayları sırasında eşi Michelle ile birlikte düştü. İstanbul, onun için Suriye muhalefetiyle de buluşma noktası olmuştu. Suriye Ulusal Meclisi’nin birçok üyesiyle beni tanıştıran ilk kişi de o idi . İstanbul üzerinden Antakya’ya da gitti ve Suriyeli mültecilerle temas kurdu.
Fouad Ajami, Güney Lübnan’da, tarihi Şkeyf kalesinin dibindeki Arnun’da doğdu, ilk gençliğini Beyrut’ta yaşadıktan sonra 18 yaşında, 1963’te Amerika’ya gitti. Lübnan’da yaşamaya devam etse, belki de, “ezilen azınlık”ın ezik bir mensubu olarak savrulacaktı. ABD’de dünyanın en etkili Ortadoğu beyinlerinden biri olarak, kuşaklar boyu yaşayacak eserlere imza attı.
Ardından en doğru yazıları, bence, iki Michael yazdı. SAIS’te bir dönem asistanlığını yapmış olan ve kendisi de Lübnanlı olan Daily Star gazetesinin etkili köşe yazarı Michael Young ile SAIS’teki meslektaşlarından Michael Mandelbaum.
Michael Mandelbaum’un şu satırları tümüyle isabetlidir:
“Irak üzerindeki düşünceleri, kitaplarında ve yazılarında Arap dünyasının patolojileri hakkındaki teşrihleri, Araplar ve ABD’deki bazı çevrelerde tepki uyandırdı. Bunlar çoğu kez düşmanlık ve hakaret boyutlarına vardı. Bazıları yaralayıcı idi, bazıları onu zora soktu, hatta daha kötü durumlara düşürdü. Buna rağmen, hiçbir vakit geri adım atmadı ve yalpalamadı. Entelektüel ve siyasi ihtilafı, bir demokrasi için etkili olması gerekecek biçimde ortaya koydu: Açıkça, dürüstçe ve cesurca.”
Fouad Ajami’nin özü buydu. Galiba, bu nedenle, hep yakın dost olarak kaldık.
Fouad Ajami bir makale satırlarına sığacak bir adam değildir.
Onu hakkını vererek, ancak bir Fouad Ajami yazabilirdi…
Paylaş