Paylaş
Bu da, dünkü yazıda gönderme yaptığım Temmuz sonundaki İngiltere, Kuzey İrlanda, İskoçya gezisinin temel derslerinden biriydi. Sir Kieran Prendergast bu sözcüklerle ifade etti.
Gelelim, bizim “Açılım Koordinatörü” ve Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın son gelişmeler üzerine yaptığı açıklamadaki sözlerine. “Nihai çözüm konusunda dosyalarımız hazırlıyoruz. Güvenliği tam olarak sağladığımızda diğer konularda başarıya ulaşacaktır. Güvenlik ve demokratik açılımlar paralel yürür. Ama sabote edilince durgunluğa uğruyor.”
Bu cümleleri tanıyorum. Turgut Özal da bu yaklaşımla girişmişti işe. Sonra işlemediğini gördü ve bir daha böyle konuşmadı. Bu sözler, bir “siyasi sorun”a “güvenlik öncelikli” yaklaşımı ifade eder. Ve, dolayısıyla, sorunun çözülemezliğinin tipik örneğidir.
İşin paradoksu şu ki, güvenlik öncelikli yaklaşımla ne güvenliği sağlayabilirsiniz, ne da açılım yapabilirsiniz. İşte bakın, “sabote edilince, duruyor”muş. Oysa, duran sizsiniz. Yukarıdaki dersi içselleştirimiş olsanız, çözüm iradeniz olsa, çözümü sabote etmekten çıkarı olanları bilip, çözüm yolunda sebatla yürürsünüz.
Saptığınız ve güvenlik öncelikli siyasete döndüğünüz anda, savaş davullarını çalmaya başlarsınız, çareniz yok. Kazanamayacağınız bir savaşa girersiniz.
Eleştiride öncelik
Alper Görmüş’le devam edelim. Taraf’ta dünkü yazısında, “’Kürt sorunu şiddet yoluyla çözülmez derken sadece devlet şiddetinden mi söz ediyorsunuz? Öyle değilse neden PKK şiddetini de eleştirmiyorsunuz? türünden eleştirilerle karşılaşıyorsunuz... Basitçe söyleleyim: Ben, çözümcü iradenin ancak devletten ve Türk halkından kaynaklandığında anlamlı ve etkili olabileceğine inandığım için öncelikle devletin, Türk halkının ve Türk aydınlarının eleştirilmesi gerektiğine inanıyorum” diye yazdı.
Evet, hadise budur.
Şu sırada, Ortadoğu’da, daha doğrusu Kuzey Afrika Arap ülkelerinde görkemli bir turla gücünü daha da pekiştiren Başbakan’da böyle bir eğilim görülmüyor. Türk aydınlarında, Türk halkında varsa pek anlaşılmıyor. Tersine bir kurgu söz konusu ve bu tersine kurgu, kan ve gözyaşından başka bir şey vaadetmiyor.
Hükümete çok yakın ve hükümet kaynaklarından gelen haberleri şişirerek manşete taşıyan gazetelerden birinin dünkü manşeti “PKK nefes alamayacak” idi. Bir diğerinin ise “Teröre tam saha pres”.
Ne ve nasıl olacak da, PKK “solunum yetersizliği”nden can verecek?
1. Kandil’de PKK kamplarının İran’la bağı, İran ordusunun müdahalesi ile kesilmiş durumda. İran ile istihbarat alışverişi yapılıyor.
2. Erbil havaalanı ve Kandil’e giden karayolları sıkı biçimde kontrol edilecek.PKK’nın Avrupa-Kandil bağlantısı kesilecek.
3. Amerikalılarla anlaşılarak insansız keşif uçakları Predator’ların birlikte kullanımı sağlanacak.
4. Türkiye’de alan boşluğu bırakılmayacak. Hakkari bölgesi güvenlik altına alınacak.
Boş hayaller, denenmiş yollar
Hiç kimsenin hayallerini bozmak, pişmiş aşa su katmak istemem ama, bence, bunlar olmayacak. Tersine, bu “güzergah”ta ısrar edilirse, yol yakınken geri dönülmezse, öyle kötü gelişmeler olacak ki, bu günleri arar hale bile gelebiliriz.
Kandil’e giden karayolları Türkiye’nin kontrolüne geçmedikçe, tümüyle kontrol altına alınamaz. Erbil yönetimi, Türkiye’ye o kadar geniş imkan tanıması –kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez durumu söz konusu ise- PKK ile çatışma riskini kabullenmesi demek. Irak Kürdistanı’nın iç dinamikleri buna ne kadar izin verir, kuşkuluyum.
Hem, şu Erbil havaalanı ve Kandil yolları konusu son 5-6 yıldır kaç kez gündeme geldi; unutuldu mu? Önlem diye konuşulan hep bu. Gazete arşivlerine bakın, bugünlerdeki manşetlerin defalarca atıldığını, bugünlerde yapılan yorumların defalarca yapıldığını, köşe yazarlarının bu konuda kendilerini ne kadar tekrarladığını görürsünüz.
İran ile Türkiye arasında bu denli uyumlu ve mükemmel istihbarat akışından da ciddi kuşkum var. Türkiye ile İran özellikle Suriye ve aynı zamanda Irak Kürdistanı ve hatta Irak üzerinde nüfuz çekişmesinde iken, dahası Türkiye’ye İran’a karşı olduğu besbelli füze kalkanı radarı yerleştirilecekken ve en önemlisi Tayyip Erdoğan, Tahran’ın gözünde Mısır’da, Tunus’ta ve Libya’da, İran’ın altından Ortadoğu halısını çekerken, İran, Türkiye’ye niçin Kandil’de paha biçilmez bir armağan verecek, anlamadım.
Diyeceksiniz ki, o da PKK tehdidi altında da onun için.
Pek öyle değil. Şu anda Kandil ve çevresinde PJAK’ın tek taraflı ateşkesi yürüyor. İran’la sorun çözülmüş sayılmaz, gerginlik devam ediyor ama Murat Karayılan’ın dünkü açıklamasındaki şu sözler dikkat çekici: “Biz bundan sonra PJAK’ın aslında silahlı mücadeleden ziyade siyasal örgütlenme faaliyetlere ağırlık verilmesi, kendi toplumuna dönük yürüteceği çalışmaların siyasal örgütsel çalışmalar biçiminde yürütülmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz.”
Bu, Türkiye’nin PKK için elde etmesi gereken şeyin, İran’ın elde etmesi anlamına geliyor. PJAK’tan silahlara veda ihtimali.
Hakkari’de insan boşluğu
Gerçekçi olmakta yarar var; Karayılan’ın uzattığı eli, mevcut konjonktürde İran tuttuğu takdirde, Türkiye’nin PKK’yı Kandil’den sökmesi, ancak kitle imha silahları kullanmasıyla mümkün olabilir.
Bu, beni Kandil’e götüren Iraklı Kürtlerin değerlendirmesi. Katliamlarıyla Kürtleri hallaç pamuğu gibi attıran Saddam’ın bile oraya giremediğini hatırlatmışlardı.
Zira, Türk medyasının dilinde “terör yuvası” olan Kandil’in tüm Kürtler için”Kürt özgürlüğü” bağlamındaeski Yunan’daki Olympus dağı gibi mitolojik bir değeri var. Hepsi açısından. İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin efsanevi lideri Dr. Abdurrahman Kasımlu’nun karargahı oradaydı. Irak’ta Baas rejimine karşı onyıllar süren ayaklanmada, Barzani’den Irak Komünist Partisi’ne, son olarak Saddam’a karşı Celal Talabani’ye, başkaldıran tüm Iraklı ve Kürt güçlerin barınağı, sığınağı, askeri üssüydü Kandil.
Türkiye, Kandil’i “söndürmek” için harcadığı zaman zarfında, Türkiye Kürtlerinin gelecek kuşaklarını kaybediyor. En önemlisi bu. Binlerce, onbinlerce çocuk ve delikanlı birer “saatli bomba”ya dönüşüyorlar.
Hakkari ve Şırnak illerini güvenlik açısından sağlama almadan, Kandil’e giden ve Kandil’den gelen yolları da kontrol altına alamazsınız. Bakan Atalay’ın “Hakkari’de alan boşluğu bırakmayacağız”dan kastı bu zaten.
Ama, Hakkari insanı çocuğu, genci, yaşlısı ile çoktan yitirildi. Mesele, onları geri kazanmak. Hakkari’de, Çukurca’da, Şemdinli’de, Yüksekova’da (Gever), şu ilan edilen politikayı destekleyen kaç vatandaş var sanılıyor? Hakkari’de asıl “boşluk”, “insan boşluğu”.
“Alan boşluğu”nu toprağa asker ve polis yığarak doldururken, oradaki insanların Türkiye’ye bağlılık ruhunu boşaltıyorsunuz.
Bunu; bunca yılın tecrübesinden, “askeri çözüm”ün “çıkmaz sokaklar”da tıkanıp kalmasından sonra nasıl görmüyorsunuz?
Paylaş