Paylaş
BDP’lilerin İmralı’ya gidecek olması önemli mi?
Evet. Çok önemli. “Süreç”e yeni bir ivme kazandıracağı ve “yönünü belirlemiş olacağı” için çok önemli. Başbakan’ın İmralı’da “görüşmelerin başladığını” açıklamasından yaklaşık bir hafta sonra, 4 Ocak’ta Ahmet Türk ile Ayla Akat’ın İmralı’ya gitmiş olmaları eşine rastlanmamış önemde bir gelişmeydi ve kamuoyunda büyük bir “iyimserlik ve umut patlaması” yarattı.
Araya “Paris cinayeti” girdi, “Süreç”in “ritmi” bozuldu ve Türk ile Akat’ın İmralı’da bulunmasından bu yana bir buçuk ay geçti. BDP heyetinin Ada’ya gidecek olması, devamı herkesin –Türklerin, Kürtlerin ve Türkiye’nin- çıkarına olduğu görülen “Süreç”in yeni bir ritme kavuşması ve hatta hızlanması bakımından, değer taşıyor.
Daha önce de çeşitli vesilelerle belirttim; bu “Süreç”, adına –sadece Oslo’da görüşülmüş olmadığı için- çok da isabetli olmayan biçimde “Oslo Süreci” adı verilmiş olan bir önceki “müzakere süreci”nden temel ve olumlu yönde farklılıklar ifade ediyor:
1. O “gizli”ydi. “Faili meçhul” bir kaynaktan, Tayyip Erdoğan’ı vurmak amacıyla internet ortamına sızdırıldığında öyle bir sürecin olduğunu öğrendik. Bu ise, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından ilan edildi. Kamuoyunun bilgisi ve dolayısıyla “dolaylı denetimi” altında.
2. Abdullah Öcalan’ın İmralı’da tutuklandığı 14 yıldır “devlet” çeşitli birimleri ve çeşitli yetkilileriyle kendisiyle sayısız kez görüştü. Ama, ilk kez, siyasi şahsiyetler –üstelik Kürt parlamenterler- Ada’ya giderek kendisiyle görüştüler. Bu olgu, bu “Süreç”in “güvenlik boyutu”ndan öteye “siyasi boyut” kazandığını simgeliyor.
3. Bir “ilk” de olsa, Ahmet Türk ve Ayla Akat’ın İmralı’ya gidişi, BDP’nin bilgisi altındaydı; ancak “BDP kararı ile” gerçekleşmemişti. Önümüzdeki hafta, İmralı’ya gidecek olanların “BDP’nin seçimi” olacağını göz önüne almak, “Süreç”e, BDP’nin şahsında “Kürt siyasi hareketi”nin kurumsal katılımını işaret ediyor.
Daha öncesinden farklı bu nitelikleri, bu “Süreç”e ilişkin umutları ve iyimserliği haklı olarak besliyor.
Tabii, Başbakan’ın –üstelik basına kapalı bir ortamda ve üstelik Kayseri’de ve üstelik en önemlisi şehit ailelerinin katıldığı bir toplantıda- “Terörü bitmesi için zehir içeceksin deseler içerim. Siyasi hayatımın biteceğini bilsem de içerim, öleceğimi bilsem de içerim” sözlerinin büyük değeri var. Daha da önemlisi, bu sözlerinin açığa çıkmasından yani kamuoyuna yansımasından sonra da, Tayyip Erdoğan’ın tevil yoluna gitmemesi ve sözlerinin arkasında durması.
Bu “Süreç”e ilişkin umutların ve iyimserliğin beslenmesinde Tayyip Erdoğan’ın bu tavrını da not etmek gerekiyor.
Başbakan’ın “terörün bitmesi”nden kastı, kuşkusuz, PKK’nın “silahlı mücadelesi”nin ya da bir başka bakış açısıyla “son Kürt isyanı”nın sona ermesi.
Dolayısıyla, öncekilerden farklı olarak bu “Süreç”in “sonuç vermesi”ne bel bağlamak da, Türkiye’de “kanın durması”, “can kayıplarının son bulması” ve Türkiye’nin bir numaralı sorununun nihai olarak “çözüme kavuşması” anlamına geliyor.
Tayyip Erdoğan’ın medyaya yaptığı “’İmralı Süreci’ demeyin ‘Çözüm Süreci’ deyin” talebi de, bu nedenle, ilginç ve “umut ve iyimserliğin beslenmesi” bakımından bir “ek gerekçe” de sayılabilir.
Bizler, “içerden” yaşayarak ve bakarak “Süreç”e iyimser gözlerle bakıyor ve sonuçlarından umutlu olabiliyoruz. Buna karşılık, “dışarıdan” bakan kimi gözler, pek o kadar iyimserlik ve umut saçmıyorlar.
ABD’deki bir Türk akademisyenin bu konudaki değerlendirmesine çok önem verdim. Onu bir sonraki yazımda ele alacağım.
Bugün için bir başka ve Amerikalı bir “dış göz”ün neler dediğine bakalım... PKK hakkında “Kan ve İnanç- PKK ve Kürt Hareketi” adlı 2007’de basılmış bir kitabın yazarı olan gazeteci Aliza Marcus’a
T24 adlı internet gazetesi, hafta içinde Aliza Marcus ile “İmralı Süreci” konusunda ne düşündüğüne ilişkin çok çarpıcı bir mülakat yayımladı. Aliza Marcus, “Türkiye sadece Öcalan ile konuşarak sorunu çözemez” hükmünden yola çıkarak, mevcut “Süreç”in Öcalan’ı merkeze alarak çözüm girişimi olmasına karşı.
Aliza Marcus da, Türkiye’nin bazı solcuları içinde destekçileri bulunan “Öcalan ile değil, BDP ile çözülür” tezini benimseyenlerden. T24 mülakatında “... Benim gözlemlediğim kadarıyla Türkiye işe yaramayacak bir plan izliyor. Bu barışa giden bir yol değil” diyor.
Ayrıca, şu “hüküm” de ona ait:
“Türkiye’nin barış sürecine çok yakın olduğunu düşünmüyorum. Hatta ortada gerçek bir barış süreci olduğunu bile düşünmüyorum. Bununla söylemek istediği şu, bence AKP,barış planının gereksinimleri hakkında oturup düşünmedi. Erdoğan’ın kiminle, hangi konuları görüşmesi gerektiğini etraflıca düşündüğünü sanmıyorum. Ama tabii ki, Erdoğan’ın barış sürecinin getirilerine hazır olduğunu düşünüyorum. Erdoğan tabii ki barış istiyor. Kim istemez ki? Ama PKK’nın savaşı sona erdirmesi gerekli adımları atmaya hazır mı? Hayır. Erdogan buna hazır değil. Peki o zaman neden ortada bir barış süreci varmış gibi duruyor? Çünkü Erdoğan buna hazır olmasa da, Türk halkı hazır...”
Aliza Marcus, söyleşinin tümü okunduğunda görülecektir ki, üzerinde düşünmeye değer bir çok önemli tespit yapıyor; bir dizi de yanlış değerlendirmelerde bulunuyor. Örneğin, “Türk halkının barışa hazır olmasına karşılık, Erdoğan’ın hazır olması”. Eğer, Türk halkı hazır ise, Erdoğan çoktan hazır olur. Burada önemli olan “barış”ın, yani “nihai çözüm”ün parametrelerinin ne olduğu.
Henüz “dersimizin orasına gelmedik” diyebiliriz. Şimdilik söylenecek olan –daha önce bir vesileyle vurguladığımız üzere- şu: Bu “Süreç”, kendisini başlatanların niyetlerinden bağımsız olarak, tarafları kendisine bağımlı kılacak olan kendi “dinamikleri”ni yaratabilir.
Daha şimdiden yaratmışa benziyor. O yüzden, hiçbir “taraf”, bu “Süreç”i sona erdirme sorumluluğunu almak, “oyunbozan” gözükmek istemiyor.
Yani şimdilik, en önemlisi, “Süreç”i ayakta tutmak.
Önümüzdeki hafta gerçekleşmesi beklenen “BDP’nin İmralı ziyareti” bu açıdan olağanüstü değerli ve önemli...
Paylaş