Paylaş
“Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”
Yani, kim olursanız olun, Cumhurbaşkanı da olsanız, hatta adınız Recep Tayyip Erdoğan da olsanız, Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır.
Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın"Anayasa Mahkemesi, bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım ama kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum" demesinin pratik bir karşılığı yoktur.
Zaten, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan da, Cumhurbaşkanı’nın o sözlerine ilişkin açıklamasında, “herkesi bağlar” diyerek, 153. Maddeyi hatırlatmıştır.
Kabul etmeyecek de ne yapacak? Uymayıp da ne yapacak?
Kabul edip etmemesi ve uyup uymaması ile saygı duyup duymaması farklı şeyler. Örneğin, 2008 yılında AKP’yi kapatma ve Tayyip Erdoğan’a siyasi yasak koyma davası açılmıştı. Eğer, Yüksek Mahkeme, Tayyip Erdoğan’a siyasi yasak koysa ve AKP’yi kapatsa, herhalde birçok insan gibi Tayyip Erdoğan da bu karara “saygı duymayacak” idi.
Ama, siyasi yasak konmasının ve partisinin kapatılmasının önüne geçebilir miydi? Yani, kabul etmemesinin, uymamasının bir geçerliliği olabilir miydi?
Olamazdı. Bu da öyle bir şey.
Tayyip Erdoğan, saygı duymasa da, Anayasa Mahkemesi kararını kabul etmemezlik edemez, uymamazlık edemez.
Niçin? Anayasa Mahkemesi, Tayyip Erdoğan’dan üstte midir?
Mevcut anayasa yürürlükte kaldıkça ve Türkiye’de “demokratik rejim kırıntısı” kalmaya devam ettikçe, evet, öyledir.
Anayasa’nın Anayasa Mahkemesi’nin “Görev ve Yetkileri”ni düzenleyen 148. Maddesinin 3. Fıkrasında bunun niçin böyle olduğunu anlamak gayet kolaydır. Şöyle diyor:
“Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.”
Yani, Anayasa Mahkemesi “Yüce Divan” yetkilerini kullanabilir olan bir yüksek mahkemedir ve yetkileri arasında Cumhurbaşkanı’nı –kim olursa olsun- yargılayabilme yetkisine sahiptir.
Aynı Anayasa’da Cumhurbaşkanı, “yürütme”nin içine zikrediliyor ve görev ve yetkileri “yürütme”nin “görev ve yetkileri”yle ilgili.
Ama, Anayasa’da “gerekirse, Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayabilir ve uygulamaz ve uygulatmaz” şeklinde bu cumhurbaşkanlığı görev ve yetkisi bulunmadığı gibi, Cumhurbaşkanı’na “Anayasa Mahkemesi’ni yargılama yetkisi” tanımadığı halde, Anayasa Mahkemesi’ne Cumhurbaşkanı’nı yargılama yetkisi veriyor.
Eğer, “fiili bir darbe” ve bu anlamda, “hukuk devletinin tümüyle çöpe atıldığı” bir “rejim değişikliği” söz konusu değilse, Cumhurbaşkanı, “Anayasa Mahkemesi kararını kabul etmiyorum, tanımıyorum, uygulamam” da diyemez.
Dediği anda, “anayasa suçu” işlemiş olur.
Nitekim, tam da bu nedenden ötürü AİHM’in (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) bir önceki Türk yargıcı, değerli hukuk insanı Rıza Türmen şöyle demiştir:
“AYM’nin verdiği karar zaten davanın esasıyla ilgili bir karar değildir. Davanın esasını yerel mahkeme önümüzdeki günlerde görüşecek zaten. ‘Saygı duymuyorum, uymuyorum’ sözleri son derece kaygı verici. Bu, hukuk devletini ortadan kaldırmak demek, hukuk devletini dinlemiyorum, hukuk devletinin kararlarını da tanımıyorum demektir.
Hukuk devletinde bir anayasa hukukçusu olarak bu sözleri kabul edilebilir görmem mümkün değil. Anayasa hükümlerini beğenmediğimiz, saygı duymuyoruz dediğimiz zaman birileri de Cumhurbaşkanının anayasal konumuna saygı duymaz. Çünkü Cumhurbaşkanı da yürütme kurumunun içinde yer alıyor. Böyle bir ifade her şeyin meşruiyetini tartışılır hale getirir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin kararı Cumhurbaşkanı’nı da bağlar. Anayasa herkesin bütün yetkilerinin kaynağıdır. Cumhurbaşkanı bunu tanımıyorum derse o zaman kendi yetkilerini de tartışılır hale getirir. Birileri de devletin diğer kurumalarına saygı duymaz ise nasıl hukuk devleti olacağız ki?”
Sorun tam da burada.
Olamayız. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi kararını “kabul etmiyorum, tanımıyorum ve uygulamam” sözlerinin bir “hukuk devleti”nde “pratik geçerliliği” yoktur ama bu sözler bir “hukuk devleti”nin “kavramsal ve hatta kurumsal son kalıntıları”nı ortadan kaldırmak amacıyla kullanılıyorsa, iş değişir.
Tayyip Erdoğan, “Tek Adam” mutlak iktidarı yolunda, “otoriter bir iktidar tekeli”ne doğru yol alırken, her türlü demokratik denetim mekanizmasını (checks and balances) ve özerk kurumları bertaraf etmeyi “iktidar oyunu” gereği –anlaşılır nedenlerle- zorunlu görmüştür.
TBMM’de AKP’nin mutlak çoğunluğunu bu sebeple istemiş, 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını bu sebeple tanımamış ve ülkeyi 1 Kasım’a taşımış ve 1 Kasım sonrasında da iç ve dış politikada “zincirleme krizler tüneli”ne bu sebeple sokmuştur.
Parlamento, yürütmeyi denetleyen bir mekanizma olmaktan çıkartılmıştır. Özerk kurumların başında gelen Merkez Bankası, büyük ölçüde nötralize edilmiştir. Yargı, büyük ölçüde, yeniden dizayn edilmiştir.
Kala kala, bir TSK, bir de Anayasa Mahkemesi kalmıştı. TSK, kurumsal olarak, siyasi iktidar bakımından “özerk” konumunu herşeye rağmen koruyor olsa da, son yıllarda yaşanan gelişmelerden ötürü “checks and balances” rolünü bugüne dek uyguladığı biçimde, şu sırada oynamayacak durumda. (Oynayamayacak demiyoruz, “şu sırada oynamayacak” diyoruz.)
Bu rolü, artık, bir kez oynayabilir. Düdüğü çalar. Oyunu durdurur. İlerde olur mu olmaz mı, bilemeyiz. Ama, buna imkân veren bir yola girilmiş olduğunu görebiliyoruz.
Bu durumda, kala kala Anayasa Mahkemesi kalıyor.
Erdoğan’ın ona yönelik “salvoları”, bu bakımdan “hukuk devletine elveda” deme hazırlığı olarak görülebilir.
Bir süredir zaten vedalaşmaktaydık. Ama “elveda” demek bir adım ötesidir.
Erdoğan’ın, kendisine kırmızı halı serecek rejimlerin bulunduğu Batı Afrika seferine çıkmadan önce, giderayak, Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin sarfettiği sözleri, bu bakımdan, ilk bakışta algılandığından daha vahimdir.
İlk bakışta algılandığından diyoruz, zira kamuoyunu, uygulamada “hukuksuzluğa” büyük ölçüde alıştırmayı da başardı.
Geldiğimiz nokta, Türkiye’de “rejim sorunu”nun ciddi ölçülerde ve vahim biçimde “derinleştiğini” ifade etmektedir.
“Hukuk devleti”nden ne kaldıysa ve ne kadar kaldıysa, onun da sonuna yaklaşıyoruz…
Paylaş