Paylaş
"Ankara’daki kahvaltı sırasında, bir Türk yetkilisi, ‘Savaştan önce, İsrail Kürdistan’da aktifdi ve şimdi de aktif. Bu, bizim için çok tehlikeli. Onlar için de. Irak’ı bölünmüş göremeyiz ve bu durumu göz ardı edemeyiz. Pire için yorgan yakarız" dedi. Irak bölünürse Amerika bunu dünyaya izah edemez..."
Bu satırlar Seymour 'Sy' Hersh’ün 28 Haziran 2004’te The New Yorker dergisinde yayımlanmış olan 'Plan B' başlıklı ve İsrail’in Irak Kürdistanı’ndaki faaliyetlerini konu alan yazısından bir bölüm. Ankara’daki kahvaltı masasında, kendisine yukarıdaki sözleri söyleyen o dönemde çok önemli bir bakan idi, şu anda ise Türkiye’deki en önemli birkaç kişiden birisi.
O dönemde, Türkiye ile Irak Kürtleri arasında mesafe çok uzaktı. Türkiye’yi yönetenler, Kürtleri bir 'tehdit' olarak görüyorlardı, ABD’nin Irak’ta bulunmasından çok rahatsızlardı ve İsrail’in Kürtlerle ilişkisinden kaygılıydılar. Seymour Hersh’ün söz konusu bu yazısı, AKP iktidar çevrelerinde büyük ilgi uyandırmıştı. Hiç kimse, yazıda geçen 'iddialar' ya da 'bilgiler'in 'yalan' olabileceğini aklından geçirmemişti.
Sy Hersh, benim Washington’da defalarca bir araya geldiğim, Türkiye’ye hemen her gelişinde görüştüğüm bir meslektaşım. O 'Plan B' yazısındaki bazı bölümlere itiraz ettiğim zaman, kaynaklarının 'sağlamlığı'na gönderme yapmıştı. Öyleydi de.
Ne Beyaz Saray çevresinin ne de Bülent Arınç ya da Türkiye Dışişleri’nin ağzından Seymour Hersh’ün yazısının yalanlanmasının hiçbir anlamı ve geçerliliği yok. Yazı –önemli bazı bölümlerinin Türkçesi dünkü Radikal’de var- öyle kaynaklara dayanıyor ki, bunların açıklanması mümkün değil ve öyle bilgiler içeriyor ki, resmi makamların yazıyı yalanlamaktan başka çareleri yok.
Vietnam Savaşı’na karşı olan ve 1969’daki Amerikalıların My Lai katliamını açığa çıkartarak Pulitzer Ödülü kazanmış olarak ün yapan Seymour Hersh, o günden beri sayısız ödül kazandı.
Irak işgali döneminde tüm Neo-con’lar ve Amerikan yönetiminin yetkilileri, en başta Bush ve Cheney ondan nefret ederlerdi; o da onlardan. 17 Nisan 2007’deki The New Yorker dergisinde 'The Iran Plans' başlıklı yazısı yayımlandığında Tahran’daydım. Bomba etkisi yapan yazı, ABD’nin İran savaş planlarını ortaya çıkarıyordu.
Birkaç gün sonra döndüğümde, Sy da İstanbul’daydı ve İranlı ünlü bir gazeteci dostum da. Üçlü buluşmamızda, Sy Hersh, yazıyı yazmaktaki amacının, İran’a yapılması tasarlanan Amerikan müdahalesinin önüne geçmek olduğunu söyledi. İsimlerini vermedi ama bilgileri topladığı kaynaklarını da açıkladı: Pentagon generalleri, İngiliz istihbarat yetkilileri ve bir kısım Amerikalı istihbaratçı ve siyasetçi.
Türkiye’nin Suriye’de el-Kaide’nin kolu an-Nusra ve diğer İslamcı gruplarla ilişkileri, bu çerçevede ABD’yi 'Suriye bataklığı'na niye ve nasıl çekmek istediğine ilişkin 'iddialar-bilgiler'i içeren son yazısı da aşağı yukarı aynı ve benzeri 'kaynaklar'a dayanıyor.
Zaten 9 A-4 sayfası uzunluğunda ve dünyanın en saygın yayın organları arasında sayılan London Review of Books’ta yayımlanmış olan yazının ilk bölümü, ABD yönetimlerinin –Beyaz Saray’da kim oturursa otursun- 'ezeli muhalifi' olan Seymour Hersh’ün Obama yönetiminin Suriye yaklaşımına ilişkin kronolojik bilgilere ayrılmış. Daha yazının ilk paragrafında şu çarpıcı cümleye yer vermiş:
"Libya’ya alelacele dalmakta hiç tereddüt etmediği halde, Obama, niçin Suriye saldırısını önce erteledi, sonra geri bastı? Bunun cevabı, yönetimde kırmızı çizgiyi yürürlüğe koymaya kararlı olanlar ile savaşa girmenin hem meşru olmadığını ve hem de potansiyel olarak feci olacağını düşünen askeri liderler arasındaki ayrılıkta mevcut."
Tıpkı İran konusunda olduğu gibi, 'savaşa karşı' olan 'askeri yetkililer' ve onları besleyen istihbaratçılar, Seymour Hersh’ün isim ağırlığını, güvenilirliğini ve yazılarının etkisini bilerek, ona, 'Beyaz Saray’ın önünü kesebilecek' bazı 'bilgiler'i sızdırmış durumdalar.
İlk sayfadaki şu cümleye dikkat: "Aylardır üst düzey askeri liderler ve istihbarat camiasında, savaşta, özellikle Türkiye, Suriye’nin komşularının rolüne ilişkin derin kaygı vardı. Recep Erdoğan’ın, diğer İslamcı grupların yanı sıra isyancı muhalefet arasında bir cihadi hizip olan An-Nusra Cephesi’ni desteklediği biliniyordu."
Yazının tümünün, satır satır ve çok büyük dikkatle okunmasında yarar var. Türkiye’deki iktidarın, Obama’yı 'kırmızı çizginin aşıldığı'na ikna etmek ve Suriye’ye saldırtmak için, 21 Ağustos sarin gazı saldırısını tezgâhlaması gerçek olabilir mi?
İnanması çok güç ve çok rahatsız edici. Türkiye’deki bazı devlet birimleri ile el-Kaide’nin Suriye kolu an-Nusra Cephesi arasındaki ilişkiye inanmak da çok güç ve çok rahatsız edici ama sanki böyle bir 'gerçeklik' var.
Dahası, yazının şu satırları bana pek ilginç geldi:
"Üst düzey askeri liderlerimize, askeri istihbarat (DIA) ve istihbarat görevlilerinden söylendiğine göre, sarin Türkiye’den sağlandı ve oraya (21 Ağustos saldırısının yapıldığı Şam’ın Guta adlı varoşu, cç) ancak Türk desteğiyle ulaşabilirdi. Türkler sarin üretimi ve kullanımı için eğitim de verdiler. Bu değerlendirmeyi destekleyen unsurlar da saldırı sonrasında dinlemeye takılan konuşmalar sayesinde bizzat Türklerden geldi..."
Bu ne demek?
Amerikan askeri istihbaratının ve diğer istihbarat birimlerinin elinde 'ses kayıtları', yani 'tapeler' var demek. Türkiye’deki iktidar sahiplerinin neredeyse her konuşması ellerinde olabilir.
Peki, bu, son üç ayda Türkiye’de dolaşıma sokulan 'tapeler' ya da 'ses kayıtları'nın arkasında, iktidarın kamuoyunu inandırmak istediği 'Cemaat'ten farklı merkezlerin bulunduğu anlamına gelir mi?
Bu soruya 'Hayır' cevabını vererek, kestirip atabilir misiniz? Sormakla yetinelim.
Bir soru daha soralım: Acaba, asıl Amerikan 'kırmızı çizgi'si, Tayyip Erdoğan iktidarının el-Kaide ilişkisi mi?
Seymour Hersh, Libya’dan, Kaddafi’den ele geçirilen silahların CIA aracılığı ile Türkiye üzerinden Suriyeli muhaliflere aktarıldığını ama bu 'operasyon'un, ABD’nin Bingazi Konsolosluğu'na yapılan ve ABD Büyükelçisi’nin öldürüldüğü saldırı üzerine aniden kesildiği bilgisini veriyor. Bu bilginin devamında gelen yazısının şu satırlarını da not edelim:
"2012 sonunda, Amerikan istihbarat camiası, isyancıların savaşı kaybettiğine inanıyordu. Eski istihbarat yetkilisinin söylediğine göre, ‘Erdoğan çok bozulmuştu ve kendisini ağaca asılmış gibi' hissediyordu... (Silah yardımının) kesilmesi ‘ihanet’ olarak görülüyordu. 2013 ilkbaharında ABD istihbaratı, Türk hükümetinin MİT elemanları ve jandarma aracılığıyla an-Nusra ve müttefikleri ile kimyasal silah yeteneği geliştirilmesi amacıyla doğrudan birlikte çalışmaya başladıklarını öğrendi."
16 Mayıs akşamı Obama-Erdoğan (John Kerry-Tom Donilon
ile Ahmet Davutoğlu-Hakan Fidan) akşam yemeğine bu 'ortam' damgasını vurdu. Ardından –Gezi olaylarıyla hızlanarak ve 17 Aralık’ta yeni bir ivme kazanarak- Türkiye-ABD ilişkilerinin üzerine özellikle 'Suriye’de ayrılık' gölgesi düştü.
Şimdi, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 'sağır odası'nda yapılan Suriye’ye müdahale gerekçesi aranan o toplantıya ait 'ses kaydı'nda konuşulanları hatırlamaya çalışın ve Seymour Hersh’ün yazısının önemi üzerinde bir kez daha düşünün.
Konuya devam edeceğiz...
Paylaş