Paylaş
Twitter üzerinden, şahsen tanıdığım ve güvendiğim isimler aracılığıyla İran’da iz sürüyorum. Bunlardan biri, Amerika’da yaşayan ve dünyada en önemli İranlı uzmanların başında gelen, kendisi de bir İranlı olan Kerim Sajjadpour. Kerim, İranlıların “blog”larından edindiği izlenimleri aktarıyor, durum hakkında.
Şahsen tanıdığım ve görüşlerini önemsediğim başvuru kaynaklarımdan bir diğeri Müslüman Hint asıllı bir Amerikalı olan Fareed Zakaria (Ferit Zekeriya). Fareed Zakaria’nın “Post-American World” adlı kitabının Barack Obama’nın en önemli referans kaynaklarından biri olduğu söyleniyor. Fareed’in gözlemleri ile benimkiler uyuşuyor. İran’daki gelişmelerin, Ahmedinejad’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanıp kazanmamasının ötesine geçtiğini, Khamenei’ye “mutlak iktidar” sağlayan ve rejimin “teokratik karakteri”ni belirleyen “Velayet-i Fakih”in tartışılır duruma geldiğini bu köşede daha önce belirtmiştim. Fareed Zakaria da kendisiyle yapılan bir söyleşi de, “Velayet-i Fakih ilkesinin, İslam Cumhuriyeti’nin temelini oluşturduğunu” ve son olaylarla bu ilkenin “ölümcül bir yara” almış bulunduğunu söylüyor. Akıl için tarik birdir hesabı.
Bu arada, Kerim Sajjadpour ile birlikte dünyanın en önemli İran uzmanlarının başında gelen bir başka İranlı, “Shia Revival” (Şiiliğin Uyanışı) adlı kitabın yazarı Veli Nasr’ın Obama çevresinde “İran danışmanları”ndan biri olarak atandığını bir kenara not edelim. Obama yönetimi, İran’da olup-biten, yanıbaşındaki biz Türkiye’dekilerden çok daha isabetli bir teşhis koyabilecek araçlara sahip.
Tahran’ın içinden haber ve gözlem ileten, İranlı dostlarımı, onların güvenliğini korumak kaygısından ötürü isimleriyle belirtmiyorum. Ama, bütün bu toplamdan hareketle İran’da neler olduğu konusunda toptan bir karanlık içinde bulunmadığımızı söylemeliyim.
*** *** ***
Yani?
Yani, İran nereye gidiyor? İran’da “rejim” yıkılmanın eşiğinde denebilir mi?
Hayır. Bunu söylemek çok ihtiyatsızlık olur. O tür “baskı” rejimleri, kan dökerek kendilerine yönelik muhalefeti bastırabilecek araçlara sahip oldukları sürece, ömürleri de uzayabilir. Dolayısıyla, İran’daki “rejim”in yıkılmasının eli kulağında diyemeyiz belki. Nitekim Devrim Muhafızları dün bundan böyle gösterilerin “zor kullanarak ezileceğini” ilân etti. Sanki şu güne dek başka türlü davranılıyormuş gibi. Khamenei’nin Cuma Hutbesi’ndeki çağrısı ve tehditleri, gösterilerinin önüne geçemediyse, Devrim Muhafızları’nın bu açıklamasının acil bir sonuç vermesini beklemek de gerekmez.
Bütün bunlara rağmen, İran’daki “baskı rejimi”nin ömrünün sayılı olduğunu söyleyemesek de; “rejim”in, başındaki “Rehber”i, onun desteklediği ve Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Ahmedinejad’ı, “İran derin devleti” demek olan Devrim Muhafızları ve paramiliter örgütü Besic ile birlikte “kitlesel meşruiyeti”ni çok büyük ölçüde şimdiden yitirmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun bölge çapında ve dolayısıyla uluslararası siyasi dengeler üzerinde kaçınılmaz sonuçları olacak. Oluyor da zaten. Bu sonuçların başında İran’ın öncelikle bölgedeki Şiiler üzerindeki nüfuzunun zayıflaması geliyor. Yine Twitter üzerinden, Irak’ta yönetici işlevler görmüş bir tanıdık, “Irak Şii elitinin önemli şahsiyetlerinin, İran’da gelişmelerden, üzerlerindeki İran baskısını kıracağını düşünerek gayet memnun olduğunu” yazıyor.
Lübnan’daki Hizbullah’ın da, İran’daki gelişmeler ne yönde seyrederse seyretsin, daha şimdiden kendisini “öksüz” hissetmesi pekalâ söz konusu. İran rejiminin içeriye dönmesi ve “beka” mücadelesine girmesi, Hamas üzerindeki nüfuzunun ve hatta Suriye ile oluşturduğu “bölgesel eksen”in de zayıflamasına, ister istemez, yol açacak.
*** *** ***
İran’daki gelişmelerin birkaç “veçhesi” var. Bir yanıyla, “siyasi iktidar mücadelesi”, ki ta İslam Devrimi’nin ilk günlerinden beri “kapatılmamış hesaplar” tekrardan açılmış. Örneğin Ali Khamenei ile Haşemi Rafsancani, kâh ittifak yaparlar, kâh el altından çekişirler. Keza, 1980’lerin başından sonuna İmam Humeyni’nin altında Cumhurbaşkanı Ali Khamenei ile Başbakan Mir Hüseyin Musavi’nin de o günlerden kalma “kapatılmamış hesapları” söz konusu. Yine iki kez büyük oy çoğunluğuyla seçilen ve “sistem”in anasından emdiği sütü burnundan getirdiği eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile de “rejim” arasında –Khamenei’si ve Ahmedinejad’ı ile- bitmeyen sorunlar mevcut.
Buna “Şii teolojisi”nin derin “ideolojik çekişmeleri”ni ekleyin; bir yanda Kum’da yerleşik Ahmedinejad’ın bağlı olduğu Ayetullah Misbah-Yazdi ile Khamenei’ye Ayetullah olacak yetkinliğe sahip bulunmadığı halde “dini meşruiyet” sağlamış olan müttefiki, koyu muhafazakar Ayetullah Cenneti bir yanda, İslam Devrimi’nin uzun yıllar Humeyni’den sonraki “iki numaralı” ismi olan, dini otoritesi tartışılmaz ve mevcut “rejim”e başkaldıran Ayetullah el-Uzma (Büyük Ayetullah) Hüseyin Montazeri diğer yanda.
İran’da epey bir yandaşı olan ve “Velayet-i Fakih” ilkesine “ideolojik itirazı” bulunan İran kökenli, Irak Necef’teki Ayetullah Ali Sistani’nin konumunu da yabana atmayın.
Bütün bunların dışında asıl hesaba katılması gereken İran halkının kendisi. İran halkı 1979’da Şah rejimi gibi dünyanın en katı, en amansız rejimlerinden birini adeta çıplak elleriyle devirmişti. Şu dönemde, o dönemdeki gibi bir “liderlik”ten yoksun olduğu, dış dünya tarafından da “kendi başına” bırakıldığı seziliyor. Ancak “iktidar meşruiyeti”nin, asla iktidar sahibi bazı ”faniler”in iddia ettikleri gibi “ilâhi güçler”e değil, “halkın desteği”ne dayanmak zorunda olduğunu şimdiden kanıtlamayı başardılar.
Büyük ayağa kalkışları, kanla ezilse bile halkın gücü ve onayına dayanmayan hiçbir iktidarın –en azından ahlâki meşruiyeti olamayacağını ortaya koydular.
Kim ne derse desin, olan-bitenin gerçek boyutlarından ne kadar az haberdar olursak olalım, İran’daki gelişmelerin en çarpıcı yönü, bir kez daha “muhteşem bir halk hareketi” olmasında.
O yüzden de gönlümüz İran halkında olacak…
Paylaş