Paylaş
Ancak, bir önceki yazımda “Başbakan, polemik yeteneği ve hitabet gücüyle bu işi çözemez” cümlesine yer verdiğimi de hatırlatmış olayım. Hrant Dink cinayeti davasında somut adım attığı zaman gerçekten “duyarlık” göstermiş, gereğini yapmış olur. Bekleyeceğiz. İzleyeceğiz.
Başbakan, dün, “Ak Parti iktidarını Ankara’ya teslim olan bir parti olarak görenlere sesleniyorum” diyerek “teslim olmadığının” örneklerini sıraladı. Biz de zaten “teslim oldun” demiyoruz henüz; “teslim olma” diyoruz. Başbakan’ın “’Ankara”ya yani “geleneksel devlet sistemi”ni teslim olma konusunda sinirlenmesi, teslim olmak istememesi iyi bir işaret. Ne var ki, “olmadığına dair” verdiği örnekler yine de “açık” veriyor.
Örneğin, “Musa Anter’in oğlu bana mektup yazıp ’67 yaşındayım memlekete gidemiyorum izin verin hiç olmazsa babamın mezarına gidip bir fatiha okuyayım’ dedi. Araştırdık, izin verdik ve Anter Anter memleketine geldi. Keşke elimizde bir sihirli değnek olsa da bütün karanlık olayları çözebilsek” diye konuştu. Anter Anter’in “memlekete geldiği” gün, “memlekette” Musa Anter’in kitabının yasaklandığını Başbakan’a bir söyleyen çıkmamış anlaşılan.
“Demokrasi açığı” ne yazık ki memleketimizde hala çok. Bu açığı doldurmaya başladığınız vakit, karanlık olayları çözmek için “sihirli değnek”kendiliğinden ortaya çıkar.
Ama “tarihle yüzleşmek”ten kaçıldığı, Başbakan’ın da söyleminde karşı olduğu İttihat Terakki’nin 1915’teki günahını anlamsız biçimde üstlenir gibi bir tavır alındığı ölçüde, hangi karanlık olayı gerçekten çözebilirsiniz ki?
Fransa Ulusal Meclisi’nde “soykırım inkarı”na yaptırım getiren yasa tasarısı geçtiği zaman, Türkiye’de resmi kanallarda kopan kıyamete bakıp “Türkiye’nin moral üstünlüğü var mı?” diye sormuştuk.
Yoktu. Önceki gece geç vakit, aynı tasarı Fransa Senatosu’ndan geçti. Şunun şurasında bir hafta önce Hrant Dink cinayetiyle ilgili kepaze karardan sonra da yok.
Türkiye’nin iktidarı ve muhalefetiyle “kimyası bozulmuş” biçimde tepki veriyor. Kendi ülkesinde “ifade özgürlüğü” konusunda sicili bozuk, AİHM’de mahkum olma rekortmeni konumunda bir ülkenin “ifade özgürlüğü” üzerinden Fransa’ya tepki vermesinin bir inandırıcılığı olabilir mi?
Türkiye’de Fransa’ya karşı tepki olarak ortaya konulan tavır, “ifade özgürlüğü” savunuculuğundan ziyade “soykırımı inkar hakkı” savunuculuğu.
Bana sorarsanız, böyle bir “hak” da olmalı. Fransa’da çıkan yasa, bu bakımdan yanlış. Ama bir şeye karşı çıkarken “Dinime dahleden bari Müslüman olmasa” görüntüsü vermemeniz gerekiyor.
Bir sürü doğruya imza atmış olan Dışişleri Bakanı kalkmış, Fransa’nın “Ortaçağ karanlığına sürüklendiğini”, hızını alamayarak “Engisizyon dönemininin başladığını” savunuyor. Ana muhalefet lideri çıkmış “Fransa’da düşünce özgürlüğü sona ermiştir” diyor.
Böyle bir söylemin koca dünyada bir kişiyi ikna edebileceğini ve Türkiye’nin “tezleri”ne sempati uyandıracağını düşünebiliyor musunuz?
Fransa’da hukuki süreç devam ediyor. Fransızların bir bölümü, çıkan yasaya “Fransa Anayasası’na aykırılık” yönünden karşı çıkıyor. Aralarında eski Anayasa Mahkemesi Başkanı ve Adalet Bakanı Robert Badinter de var.
Ama Türkiye’den yükselen dengesiz tepkiler, Fransa’da nötr duran ve hatta karşı olan bazı senatörleri yasa lehine oy kullanmaya yöneltti.
Fransa’da çıkan yasaya tepki vermenin binbir yolu ve aracı var. Ama, Türkiye’de birçoğu çocuk, binlerce Kürt dört duvar arasında yatarken bir Ak Parti yöneticisinin twit’inde yazdığı gibi “Sarkozy, Fransa’yı adım adım Bastille hapisanesine çeviriyor” diyerek, Kanuni Süleyman’ın 16. Yüzyılda I.François’aya yazdığı mektubu okuyarak veya Sarkozy’nin Yahudi atalarına gönderme yapıp, 1492’ye ait “Osmanlı Hoşgörüsü”nden dem vurarak, “Osmanlı Çöküşü”nü getiren İttihat Terakki’nin 1915’te yaptığını atlayarak, Fransa’ya tepki vermek “Türk’ün Türk’e propagandası”ndan başka neye hizmet edebilir?
İsrail’le diplomatik ilişkilerin düzeyini indirdik. Kavgalıyız. Suriye ile öyle. Irak’la da (Başbakan Maliki’yle) de aramız kötü. Fransa’ya –soğukkanlı biçimde- aşama aşama yaptırım peşindeyiz. Birkaç ay sonra, ABD Kongresi’ne Ermeni soykırım tasarısı sunulduğu takdirde, şu ara aramızdan su sızmayan Washington ile de kavgaya tutuşacağımız besbelli.
Dış politikamızda bir savrulma yok diyebiliriz miyiz?
Ermenistan ile Ekim 2009’da imzalanmış protokolleri kendi elimizle bir kenara itmeseydik. Fransa Parlamentosu’nda bugün gelinen noktaya gelinebilir miydi?
Çok şüpheli.
Çuvaldızı başkasına batırmadan iğneyi kendimize batırmak özdeyişimizi siyaset alanına tercüme edersek, bir çok şeyi halledebileceğiz...
Paylaş