Paylaş
Euro 2008 ’in bitmesini bekliyordum. Euro 2008 ile benim “devrialem”im de bir rastlantı eseri aynı gün bitecekti. Bir buçuk aydır, daha önce de bir vesile ile yazdığım gibi sırtım üstüste iki-üç gece aynı yatağı pek nadir gördü.
Bir buçuk aydır Kıbrıs’ın iki kesimi (Türk ve Rum) başlayan “devrialem” ya da “sergüzeşt”, beni Beyrut’a, Brüksel’e, Bratislava’ya, Stockholm’e, Berlin’e -arada kısa Ankara duraklamaları ile- Yunanistan topraklarına, İsviçre’ye, İtalya’ya, tekrar İsveç’e (Stockholm) ve kısa süreli İstanbul duraklarının ardından nihayet Çin’e taşıdı.
En son ünlü Venedikli seyyah Marco Polo’nun 13.yüzyılde Çin’i dünyanın geri kalanına tanıtan ünlü gezisinin son ayağı, o dönemin imparatorluk başkenti, “ipeğin ve yeşil çayın en iyi cinsi olan Long Jing’in de başkenti” Hangzou’daydım. Long Jing, “Ejderha Kuyusu” anlamına geliyor.
Nefes kesen güzelliğiyle Xi Hu’yu (Batı Gölü) içine alan Hangzhou (Hangco diye telaffuz ediliyor), bugün dev ülkenin en küçük ama en zengin vilayetlerinden Zhejiang’in merkezi. Hangzhou’dan Şanghay’a “Euro 2008”in İspanya-Almanya final maçını izlemeye dönüyorum. Oradan da “kürkçü dükkanı"na.
İsmet Berkan “Eyvah, eski gündeme dönüyoruz” başlığı altında, sanırım sadece benim değil, birçoğumuzun duygularını dile getirir biçimde söyle yazmıştı:
“Milli takımın Almanya’yı yenip finale kalmasını en çok bunun için istiyordum: Hiç değilse beş gün daha kendi iç kapayıcı gündemimizden kaçabilecek, futbolun gönül okşayan ve oyalayan kanatlarının altına sığınabilecektik. Olmadı. Üstelik bu kadar iyi oynadıktan, Almanya gibi bir futbol ülkesinin milli takımını bu kadar ezdikten sonra kaybetmek ayrı bir koyuyor insana.
Şimdi milli takım yurda döndü. Futbol herkesin gündemi olmaktan çıkıp sadece meraklılarının gündemindeki yerine gelecek ve bu arada biz de bildik, iç kapayıcı kendi iç gündemimize döneceğiz.”
Milli takım yurda döndü. Euro 2008 bitti. Benim “devrialem” Çin’le noktalandı. Ver elini Türkiye’nin "iç kapayıcı” gündemi!
Eski Portekiz otokratı Fulgencio Salazar’a atfedilen, “Yıllarca Portekiz’i‘3F’ ile idare ettim: Futbol, fado, fiesta” sözü şayet doğru işe, bunun hiç de kötü bir şey olmadığına Euro 2008 vesilesi ile karar verdim. Türkiye’nin “Ankara kutuplaşması”ndan nasibini alan asabi insanların ön plana çıkmış hali ile yüksek yargının, yani Ankara’nın yol açtığı Türkiye’nin belirsiz geleceğinden kasılan toplumumuz; mutluluğa ne kadar odaklanmış meğerse, Euro 2008, bunu gözler önüne serdi. Birbirimizden esirgediğimiz efendilik ve terbiyeyi, Euro 2008’de rakibimiz olan ülkelerin insanlarına ne kadar cömertçe sunabiliyormuşuz meğerse.
Euro 2008, hepimize çok iyi geldi. Başarısızlığı kabullenmeme duygusu ile aşılandı toplumumuz. Ve, şanssız, hak etmediği bir yenilgiyi vakarını kaybetmeden, başı dik karşılayabileceğini de gösterdi.
Milli Takımımızın şahsında, toplumumuzunu “tasada ve kıvançta” kenetlenebilme yeteneğini ve ülkemizin “başarma potansiyeli”ni görebildik.
“Her iyi şey bir gün son bulur” özdeyişini doğrular nitelikte, gerisin geriye “Ankara’nın manasız ve sıkıcı gündemi”ne tornistan mı yapacağız şimdi? Bundan böyle, Deniz Baykal’ın bitmez tükenmez kükreyişlerle sürdürdüğü polemikler ve aynı yüksek volumlu haykırışlarıyla Tayyip Erdoğan’ın cevaplarını (ve diğer siyaset figüranlarının araya giren salvolarını) mı dinleyeceğiz, izleyeceğiz, yorumlamaya ve anlamlandırmaya çalışacağız?
Ne kadar sıkıcı. Eyvah ki ne eyvah!
21.Yüzyıl’dayız. Türkiye’de olan-biten her şeyi, magazin dedikoduları dahil, iletişim teknolojisi sayesinde an be an izleyebildim. Ama, sürekli değişik coğrafyalarda hareket halinde olduğum için, “gündem”den haberli olsam da, “gündem”in esiri olmadım. Ufkum açık kaldı ve daha da açıldı. “Ruh sağlığı”mı koruduğum için de şanslı olmalıyım.
21.Yüzyıl’da “dünyanın en heyecan verici” belki de tüm dünya tarihinin en heyecan verici- ülkesinden “Türkiye siyasi gündemi” pek kıtıpıyoz görünüyor. Avrupa demokrasilerinin topraklarından bakıldığında işe, Türkiye, sanki “siyasi migren”le eş anlamlı bir hastalıklı hal.
Marco Polo, bundan 800 yıldan fazla süre önce yazdığı izlenimlerle, insanlığın en büyük parçası hakkında paha biçilmez bilgiler taşımış ve bunlar kuşaktan kuşağa aktarılmıştı.
Bir “Çin seyahatnamesi” yazsam, bugünün Türkiye’sinde bunun “alıcı”sını bulabilir miyim acaba? Yoksa, Eyüp Can’a söylesem de, kendimi tümüyle futbol yazılarına mı versem? Hasan Cemal usulü bir aylık kaçamak kabilinden değil, yapılacaksa tam yapılacak cinsinden…
Ya da “taşra”nın talebine boyun eğip, “Türkiye siyasi gündemi”ne geri mi dönmeliyim?
Türkiye’ye dönünce 24 saat içinde cevabı bulurum,
Şu an “eyvah modu”ndayım …
Paylaş