Erdoğan ve Öcalan’ı ‘doğru’ okumak...

Önemli olan sürecin devamlılığını sağlamak. Yoksa, ‘diyalog’un ve ‘müzakere’nin çok zor olacağı ortada.

Günün “haber bombası”, Sırrı Süreyya Önder ile “eşbaşkanlar”ın “Kandil’e gitmesi” ve Abdullah Öcalan’ın mektubunu götürmesi değildi. Ki, bu başlı başına ilginç ve görülmemiş bir gelişme sayılabilirdi.

BDP ile DTK Eşbaşkanlarının, Abdullah Öcalan ile dört gün önce görüşmüş olan İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile birlikte, Kandil’de (veya üç saat ötedeki Süleymaniye’de ya da Irak Kürdistanı’nda herhangi bir yerde) PKK lider kadrosu ile görüşmelerinin “normal haber” haline gelmesi, dahası “arzulanır bir gelişme” olmasından daha çarpıcı ne olabilir?

Ne var ki, “günün haber bombası” bu dahi olmadı. Abdullah Öcalan ile geçen Cumartesi günü İmralı’da yapılan “Görüşme Notları”nın Milliyet gazetesinde yayımlanmasından daha büyük bir “haber bombası” düşmedi kamuoyunun gözlerinin önüne.

Bu öyle bir “Süreç” ki, İmralı’da Abdullah Öcalan ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın arasında yapılan görüşmelerde ulaşılan “mutabakat noktaları” nasıl başta Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önüne geliyorsa, Abdullah Öcalan’ın istekleri nasıl BDP’liler aracılığıyla Kandil ve Avrupa’ya taşınıyorsa, Abdullah Öcalan’ın görüşleri en ayrıntılı biçimde, dünkü Milliyet’te yayımlandığı gibi, “kamuoyunun önüne” de sunuluyor.

“Süreç”in, kendisinden önceliklerden farklı olarak “gizliliği”nin olmamasının, kaçınılmaz, doğal ve “olumlu” sonuçlarından biri de bu.

Kendi payıma, Milliyet’in boydanboya iki sayfasının tümünü kaplayan –doğruluğu besbelli- “Abdullah Öcalan’la Görüşme Tutanakları”nı okuduğumda şaşırmadım.

Çünkü özellikle TESEV tarafından 2011 Haziran’ında yayımlanan “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakır?-Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması” isimli Rapor’un iki yıl süren hazırlığı süresince Abdullah Öcalan’ı –yazdıklarını, düşündüklerini ve kendisi hakkında yazılanları- o kadar çok okudum ki, düşünce sistematiğini ve hangi konuya nasıl yaklaştığını iyi bildiğimi sanıyorum.

Milliyet’te yer alan Öcalan’ın yaklaşımı ve sözleri, benim açımdan çok “tanıdık” cinsten. O yüzden, haftalardır, “sınır dışına çekilme” konusunun Abdullah Öcalan nezdinde olabileceğini anlamak için, söz konusu Rapor’da ek olarak yayımlanan Abdullah Öcalan’ın 2009 tarihli “Yol Haritası”ndan yer alan aşamalı “Eylem Planı”nın okunması gerektiğini yazmıştım.

Önceki günkü yazımın şu bölümünü tekrar hatırlayalım:

“... İkinci Aşama: Hükümetin inisiyatifiyle TBMM’nin onayından geçmiş ve hazırlayacağı önerilele hukuki engellerin kaldırılmasına yardımcı olacak bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun teşkil edilmesi. Komisyonun teşkilinde tüm taraflar arasında azami muvafakat aranacaktır... Bu biçimde yasal engellerin kaldırılması halinde PKK, yasadışı konumdaki varlığını... Bir kurul denetiminde Türkiye sınırlarının dışına çıkarabilecektir. Daha sonra bu güçlerini kontrollü olarak değişik alan ve ülkelerde üslendirebilecektir. Bu aşamada kritik olan nokta, PKK siyasi ve tutuklu ve hükümlülerinin bırakılmasıyla, PKK silahlı güçlerinin sınır dışına çekilmesinin birlikte planlanmasıdır ‘Biri diğersiz olmaz’ ilkesi geçerlidir...”

Peki, “sınır dışına çekilme” konusunda Cumartesi günü İmralı’daki konuşmada ne söylemiş Abdullah Öcalan?

Yine parlamento ve komisyon konusundan söz etmiş. Sırrı Süreyya Önder’in “Parlamentonun böyle bir yetkisi ve işlevi yok” müdahalesi üzerine şunları söylüyor:

“Komisyonlar kurulacak. Hakikat Komisyonu da kurulacak. Akil adamlar denetiminde olacak. Çekilme o zaman olacak. Köylere geri dönüş olacak. Bunları yapmazlarsa geri çekilme olmaz. Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de 50 bin, Kandil’de 10 bin, İran’da 40 bin var...”

Belli ki, 2009’da “sınır dışına çekilme”nin nasıl olacağını belli ölçülerde revize etmiş. Ama, esası duruyor. Yani, “TBMM mührü” olacak.

Bunun öyle olduğunu biliyordum. İmralı’da 3 Ocak’ta kendisiyle görüşen Ahmet Türk-Ayla Akat Ata’ya da aynen bu “TBMM ve komisyonlar kurulması ve ‘Akil Adamlar’ konusu”nu söylemiş.

Abdullah Öcalan’ın yaklaşımı ile hükümetin konuyu yansıtma tarzı arasında tümüyle bir “örtüşme” yok. Olmayabilir. “Diyalog”un henüz çok başındayız.

“Diyalog”un “müzakere aşaması”na geçmesi gerekiyor ki, “mektupların adreslerine gitmesi” ve “İmralı Tutanakları”nın Milliyet’te yayımlanmasıyla “müzakere” bir bakıma “kamusal ölçekte başladı” bile denebilir.

Önemli olan “Süreç”in devamlılığını sağlamak. Yoksa, “diyalog”un ve “müzakere”nin –sorunun geçmişi ve yapısına bakıldığında- çok zor olacağı ortada. Bunu görmek ve dile getirmek, “Süreç”in selametle ilerlemesi ve başarıya ulaşması için elzem.

Bundan önceki her “çözüm girişimi”nin başarısızlıkla sonuçlanmasının bedelini en ağır biçimde Kürtler ödediler. “En umut verici” olan bu “yeni süreç”e ilişkin olarak “sütten dilleri defalarca yanarak şişmiş” insanların, şimdi sofraya getirilen “yoğurdu” yemeden önce, uzun uzun “üfleme” isteklerinde şaşılacak bir şey olmaması ve onların bu tavrını anlamak gerekir.

“İmralı Görüşme Tutanakları”nın yayımlanmış olmasının bu bakımdan da büyük bir yararı olacak:

1. “Süreç”e katılımı şartın ötesinde zorunlu olan Kürtler nezdinde Abdullah Öcalan, güven tazelemiş olacak;

2. PKK’nın herhangi bir “kanadı”nın, Abdullah Öcalan’ın isteklerine açıktan direnmesi çok zor olacak.

Bunun bir de tam ters yönde bir karşılığı da var. Tayyip Erdoğan’ın ne kadar büyük ve önemli bir “siyasi risk” aldığı görünüyor. O olmasa bu “Süreç” bugüne gelemezdi ve o olmazsa süremez de.

O nedenle, Başbakan’ın “ne yaptığı”nı esas almaya devam etmek ve “Süreç”i sürdürmesini desteklemek gerekiyor.

Tarhan Erdem’in dün çarpıcı bir “bilgelik”le Radikal’de ifade ettiği gibi:

“... İki taraf da hedeflerini, diğeriyle birlikte kararlaştırdıklarını itiraf etmeyecekleri gibi, diğerinin amacı olduğunu bildiklerini bile söylemekten kaçınacaklardır...

İki taraf da bir ay önce attıkları adımı başarıyla atmış ve geride bırakmışlardır... İki taraf da her attıkları adımla hedefe biraz daha yaklaştıklarını bilmektedir...”
Yani, hiç kimse “esas”ı kaçırmasın.

Çünkü, bu “Süreç”, Türkiye’de kanın durmasını, nihai olarak “Türk-Kürt uzlaşması”nı ve Türkiye’nin “büyümesi”ni amaç ediniyor ve hedef alıyor. Yani, başarıya ulaşması halinde “hayırlı sonuçlar” verecek bir “Süreç”...
Yazarın Tüm Yazıları