Paylaş
Hatta, galiba, belli ölçülerde kişiliğini de etkilerler. Benim için Dünya Kupası böyledir.
Dünya Kupası, hayatımın her döneminde, dünyanın herhangi bir yerinde benimle birlikte oldu. Ben de onunla.
İlk hatırladığım –o da hayal meyal- İsviçre’de oynanan1954 Dünya Kupası idi. Finali Batı Almanya’nın Macaristan’a karşı kazandığını küçücük yaşımda dünyanın sanki en önemli olayı imiş gibi kaydetmiştim.
Fritz Walter ve Rahn gibi Almanlar’ın yıldız isimleri, tıpkı Macarların Puskas’ı, Kocsis’i, Czibor’u, Bozsik’i gibi belleğime girmişti.
O sıralarda Ankara’ya gelmiş olan Medrano Sirki’nin en ilgi çeken gösterilerinden biri köpeklerden oluşan ve Batı Almanya ile Macaristan arasında balonlarla maç yapan iki takımın gösterisi idi. Gösteri, Almanya tarafının 3-2’lik galibiyeti ile sonuçlanıyordu.
Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı ile ilişkisini, savaştan dokuz yıl sonra Dünya Kupası’nı kazanmasının, “yeniden ulusal uyanış”a işaret ettiğini, tabii ki o vakitler hem bilmiyordum, hem de anlamamıştım.
1958 Dünya Kupası’nı gayet net hatırlıyorum. İsveç’teki 1958 Dünya Kupası ile birlikte Pele’yi de. 17 yaşındaki çocuk sayılabilecek yaşta bir futbolcunun, yedekten takıma girip, akrobatik goller ile Brezilya’yı yarı finale, daha sonra finalde İsveç karşısında şampiyonluğa taşıdığını neredeyse maç maç hâlâ hatırlıyorum.
Artık Brezilya takımını ezbere sayabiliyordum. Hele Garrincha-Didi-Vava-Pele-Zagalo şeklindeki hücum hattını. 1962’de Şili’de oynanan ve Brezilya’nın şampiyonluğu ile sonuçlanan Dünya Kupası’ndaki 3-1’lik Brezilya-Çekoslovakya maçı bugün gibi gözlerimin önünde.
1966’nın İngiltere’de oynanan ve Hurst’ün tartışmalı golüyle İngiltere’nin Almanya’yı finalde yenerek şampiyon olduğu Dünya Kupası’nın finalini Kartal Maltepe’den Büyükada’ya motorla geçerken radyodan dinlemeye başlamış ve maçın sonunu adada getirmiştim. İlk gençlik yıllarımın başıydı.
Meksika’daki 1970 Dünya Kupası’nda, “68 kuşağı”nın mensubu olmuş olarak, yine “Brezilya’lı” idik. Hatta o zaman nişanlı olan karıma, Brezilya Milli Takım kadrosunu ezberletmiştim. Halâ “Jairzinho, Tostao, Pele...” diye bir kısmını sayar, o günler hatırlatıldığında.
1974’de sürgün yıllarımın son günlerinde Amsterdam’da seyrettik finali HTİB’i (Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği) birlikte kurduğumuz işçi arkadaşımız Nihat Karaman’ın evinde. Nihat, Dünya Kupası seyretmek için evine televizyon almıştı. Birkaç yıl sonra faili meçhul bir cinayete kurban giden, pırıl pırıl bir insandı. Amsterdam’da yaşayan benim gibi “sürgünler”, Cruyff’ün Hollanda’sını tutuyorduk, o ise Hollanda’nın kazanması halinde, ertesi gün işyerindeki Hollanda’lı arkadaşlarının afra tafrasına dayanamayacağını düşünerek, Beckenbauer’in Almanyası’nı.
1978’te Arjantin’deki, Cunta’nın itibarını kurtarmak için ağırlığını koyduğu Dünya Kupası’nın finalinde Arjantin’e karşı Hollanda’yı tutuyordum. Yine kaybettim.
İtalya’nın kazandığı 1982 Dünya Kupası İspanya’da idi. Beyrut’ta İsrail’in Beyrut kuşatması ve aralıksız bombardımanı altında, Filistinliler ve Lübnanlılar ile birlikte, jeneratörler eşliğinde izlerdik. Hep birlikte Brezilya’yı tutuyorduk.
1982 Dünya Kupası’nın benim için unutulmaz maçı, çeyrek finaldeki Almanya-Fransa karşılaşmasıydı. Suriye’de Homs yakınlarındaki bir köyde, Haçlılardan kalma Crac de Chevaliers adlı ünlü kalenin dibinde, köy muhtarının evinde heyecanla izlemiştik o maçı.
1986’da yine Meksika. Finalde, Almanya’yı yenerek şampiyon olan Maradona’nın Arjantin’i. O Maradona’yı bir kez seyretmek için, Napoli’de karaborsa bilet alıp, stada koşmuştum. Onun yüzü suyu hürmetine, 1978’den farklı olarak, 1986’da “Arjantin’li” idim.
1990’da İtalya’daki Dünya Kupası’nın finalinde ben, Rusya’da, artık Leningrad’lıktan çıkıp tekrar St.Petersburg olan 1917 Devrimi’nin güzel şehrindeydim. Finalde yine Arjantin ve Almanya. Kazanan Almanya oldu.
1994 ABD ve ben o sıralarda oradaydım. Brezilya kazandı. Penaltı atışlarında. Ama, ben, final maçında penaltıyı kaçırmış olan, at kuyruklu, Budist Roberto Baggio nedeniyle İtalya’yı istiyordum.
1998’de Fransa’nın kazandığı Paris’teki final maçını, Long Island’da, kumsaldaki uzun yürüyüşümüzde, yakın gelecekte Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de başbakan olacağı hakkında ortak tahminde bulunduğum Prof. Kemal Karpat’ın mütevazı yazlık kulübesinde birlikte izlemiştik. Brezilya’ya karşı nedense Fransa’yı tutmuştuk.
2002 Güney Kore ve Japonya’daki Dünya Kupası’nda tabii ki Türkiye’li idik. Yarı finale kadar geldik. Ve sonuçta üçüncü olduk. Brezilya-Almanya finalinde, bizi yenmiş olan Brezilya’dan yanaydım. Brezilya kazandı.
2006’da İtalya-Fransa finalini Bodrum’da bir kahvede izlediğimi hatırlıyorum. Hani şu Cezayir-Berber asıllı Zidane’nın İtalyan rakibine kafa atarak kırmızı karta oyun dışı kaldığı maç. İtalya kazandı. Üzüldüğümü söyleyemem.
2010 Güney Afrika. İspanya-Hollanda finali. Elbette, “İspanya’lı” idik. Tuhaf bir Akdenizlilik dayanışması hali miydi acaba?
2014 Brezilya. Final haftaya bugün Rio de Janeiro’da Maracana Stadyumu’nda. 1999 yılında Rio’da, stadda kombine bileti olan bir taksi şoförü, isteğim üzerine beni oraya götürmüş. Boş tribünlerde dakikalarca sahayı seyretmiş ve 1950’de Uruguay’ın Brezilya’yı 2-1 yendiği o unutulmaz finalde gollerin hangi kalelere atıldığını, Didi’nin attığı golün tasvirini yaptırarak, dinlemiştim.
2014 Finali’ni Berlin’de izleyeceğim. Kimin final oynayacağını bilmiyorum. Almanya oynarsa, kimle oynarsa oynasın, Almanya’dan yana olacağım.
Çünkü benim 2014’deki takımım önceki gece Brezilya karşısında haksızca elendi: Kolombiya!
1958 Dünya Kupası’nda Pele ne idiyse ise, benim için 2014’te 22 yaşındaki James (Ceymıs değil, İspanyolca Hames diye telaffuz ediliyor) Rodriguez o oldu.
Messi’ye büyük emeği geçmiş olan Arjantinli hocası José Pékerman, onun için, “Bugüne kadar üst düzey çok oyuncu tanıdım ve onlarla çalıştım ama James Rodriguez gibisine hiç rastlamadım” demiş. O öyle diyorsa, anlayın artık.
Bütün ömrüm dünyanın her yerinde Dünya Kupası ile yaşamakla geçti, James Rodriguez’i tarifte zorlanıyorum. Gerek oyun stili, gerekse fiziği ile çok özel. Yazık ki, onu iki maç daha seyredemeyeceğiz.
Brezilya maçı sonrası göz yaşları ve ona sarılan Brezilyalı oyuncular, Dani Alves, David Luiz ve Marcelo’nun o güzel görüntüleri silinmeyecek anılarımız arasına yerleşti bile.
Kolombiya ve James Rodriguez (Hames Rodrigez)... Gönlüm sizde kaldı.
Yüzmilyonlarca insan için de bu böyle olacak. Çünkü dünya kupalarını dünyanın her yerinde herkes tutkuyla izliyor. Sayıları her dünya kupasında artarak.
Bu arada, Dünya Kupası’nın (ve futbolun) bizleri, nasıl “Dünyalı” yapmış olduğunu ve dar kalıplara (her anlamda) sıkışmaktan kurtarmış olduğunu bu yazıyı yazarken bir kez daha farkediyorum.
Ülkeleri, kültürleri, insanları, biraz da Dünya Kupası ile, Dünya Kupası sayesinde tanıdık ve bu dünyayı sevdik.
Teşekkürler futbol. Teşekkürler Dünya Kupası.
Paylaş