Paylaş
Merkez Bankası Para Kurulu, o çok beklenen toplantısının ardından olağanüstü toplantı kararı alarak, sonucu “gece yarısı” açıklayacağını bildirince “faiz artışı” geleceği besbelliydi.
Tayyip Erdoğan’ın İran’a gitmek üzere “Merkez Bankası’na karışma yetkisi olmadığını ama faiz artışına karşı olduğunu” söylemesi bile, bu kanaati değiştirecek cinsten değildi. Merkez Bankası’nın sözde “bağımsız” ya da “özerk” hale geldiğini, basbayağı Başbakan’ın “faiz lobisi”ne dair keşfinden ve alerjisinden sonra, ekonominin kurallarına aykırı olarak faiz arttırımına bir kez bile gitmemiş olduğunu herkes görüyordu.
17 Aralık’tan sonra “deniz öylesine bitmeye başladı” ve “siyasi kriz” ekonomiyi öylesine şiddetle vurmaya başlamıştı ki, Tayyip Erdoğan da, Merkez Bankası da onca zamandır tükürdüklerini yalamaya mecbur duruma gelmişlerdi. Bu da görünüyordu.
Nitekim, beklenenin de üzerinde bir faiz artışı gerçekleşti. Ve, ardından dolar inmeye, Türk lirasının değeri görece olarak yükselmeye başladı. Gün içinde Merkez Bankası’nın “namusunu kurtardığının, bağımsızlığını kanıtladığının” altını çizen yorumlar dinledim.
Faiz artışını Tayyip Erdoğan’ın istememesinde anlamsız “ideolojik” inadının olduğu kadar anlamlı bir siyasi yönü de vardı kuşkusuz; seçimler arifesinde faiz artışının ekonomik büyümeyi yavaşlatması, hatta kimi iddialara göre eksiye kadar çekmesi ve bunun da kaçınılmaz olarak işsizliği arttırması gibi bir “ekonomik maliyeti” olacaktı. Tayyip Erdoğan, böyle bir “ekonomik maliyet”in “siyasi faturası”nı anlaşılır nedenlerden ötürü istemiyor olabilirdi.
Başbakan, muhtemelen, Merkez Bankası’nın “şok” olarak nitelenen faiz artışından, şayet Tahran yolunda iken haberdar değilse, İran’da bu bilgiyi aldığı vakit, canı çok sıkılmıştır.
Ama daha da önemlisi, dün akşam saatlerinde gerçekleşen durum oldu. Alınan ve “şok” diyerek nitelenen faiz artışı önlemleri, dolar artışının ve liranın tepe taklak aşağı gidişini, Borsa’nın değer kaybını önleyemedi. Dolar, yine yükselmeye başladı ve Merkez Bankası Para Kurulu kararının öncesindeki seviyelerini buldu, hatta onun ötesine geçti.
Bu, gerek ekonomi ve gerekse siyasi gelecek bakımından en berbatı. En istenmez, tahammülü en kabul edilmez durum bu. Çünkü, hem büyüme hızı yavaşlayacak ve işsizlik artacak ve hem de döviz rezervleri erimeye yüz tutacak ve zaten artmakta olan enflasyon daha da artacak.
Bilgisine, tecrübesine ve değerlendirmelerine çok önem verdiğim bir isim var; Mahfi Eğilmez. Bir dönemde Hazine’yi yönetmişti. Radikal okurları yazılarından tanırlar onu. Mahfi Eğilmez’in kendi internet sitesinde dün şu satırlar dikkatimi çekti:
“Merkez Bankası PPK, 28 Ocak 2014 tarihli toplantısında şok tedavi kararı alarak faizleri ciddi biçimde artırdı ve piyasadaki olumsuz gidişin önünü kesti. Eğer bu kararı 21 Ocak 2014 toplantısında alabilmiş olsaydı faizi bu kadar yükseltmesine gerek olmayacaktı.
Ekonomi politikası uygulamasında doğru kararı zamanında alamazsanız topluma maliyeti ağır olur. 21 Ocak’ta alınamayan kararın topluma bir haftalık maliyeti oldukça ağır oldu. Bu sadece bir haftalık bir maliyet de değil. Faizi daha düşük bir düzeyde tutarak alınacak sonuçları faizi çok daha yüksek düzeye çekerek almanın getirdiği maliyet de söz konusu.”
Bu gereksiz “gecikme” ile topluma çıkan gereksiz ağır faturada yani gelinen noktada Merkez Bankası’nın “ekonomik-mali”, ülkenin başındaki kişinin “siyasi” sorumluluğu bulunuyor.
Tayyip Erdoğan, TÜSİAD Başkanı’nın “vatana ihanet”le tekrardan suçlamasının üzerinden 48 saat geçmedi. Aydın Doğan’a karşı uzunca bir aranın ardından tekrar hücum tazeliyor. Bütün bunların dış dünyaya verdiği sinyaller var.
Mahfi Eğilmez’in değerlendirmesi şu çok doğru ve çarpıcı notla bitiyor:
“Son bir noktaya bir kez daha değinmekte yarar var. Hiç bir ekonomi politikası aracı tek başına ekonomide mucize yaratamaz. Diğer ekonomi politikası araçlarıyla ve siyasal istikrar ve tutarlılıkla desteklenmesi şarttır. Siyasette karmaşa yaşanması halinde ekonomi politikası araçları ancak geçici ve kısmi düzeltmeler yapabilir.”
Belli ki, siyasette öyle bir “karmaşa” yaşanıyor ki, “ekonomi politikası araçlarının kısmi düzeltmeleri”nin ömrü 24 saate bile sığamayacak kadar “geçici” oldu.
Bu arada, Merkez Bankası Para Kurulu kararı üzerine (saat farkı sayesinde) dünkü New York Times’da Landon Thomas imzası ve “’Fragile Five’ is the Latest Club of Emerging Nations in Turmoil” (‘Kırılgan Beşli’ Karmaşa içindeki Yükselen Ülkelerin En Son Kulübü) başlığı altında yayınlanan haber-yorum yazısı çok çarpıcı tespitlerle dolu idi.
“Kırılgan Beşli” tanımı Türkiye, Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya gibi “büyüme ihtiraslarını finanse etmek için ürkek yabancı yatırımlara çok bağımlı hale gelmiş ekonomileri” ifade etmek için birkaç ay önce icat edilen bir tanım. Bu “Kırılgan Beşli”nin “en kırılganı” da Türkiye.
Yazı, Stephen L. Jen adlı Londra’da bir fon yöneticisinin sözlerine atıf yapıyor. “Kırılgan Beşli”ye yatırım yapanların “yolsuzluk ve yönetim tarzı gibi önemli konuların yanısıra, siyasi ve ekonomik elitleri kayıran kentsel dönüşüm alanlarındaki aşırı harcamaları” göz ardı ederek hata ettiklerini öne süren Jen, tezine destek için Türkiye’yi öne çıkarıyor ve “İstanbul’un 100 alışveriş merkezine ihtiyacı yok. Oradaki insanların yoksul olmalarının bir nedeni var” diyor; “Kırılgan Beşli”nin Rusya’nın da katılmasıyla “Üzgün Altılı”ya dönüşeceğini vurguluyor.
NYT yazısı onun verdiği şu “hüküm” ile sona eriyor:
“İşi basitleştirelim ve dört harfli para birimlerinden uzak durun: Meksika Peso’su, Güney Afrika Rand’ı, Brezilya Real’i ve Türk Lira’sı.”
Türkiye’nin durumu, sezilebileceği gibi, sanılandan çok daha derinde ve ciddi. Tayyip Erdoğan’ın bugüne dek tutturduğu yoldan çıkış yok. Onunla birlikte ve hep birlikte daha da batarız.
Don Kişot’tan bu yana yeldeğirmenleriyle savaşın kazanıldığı görülmemiştir çünkü…
Paylaş