“Dindarlar”ın bam teli

Geçen hafta Los Angeles’tan yazdığım “’Cemaat’in gücü, etkisi ve önemi...” başlıklı yazının sonunu nasıl getirdiğimi hatırlatayım:

“Türkiye’den çok çok uzaklarda, Güney Kaliforniya’da Fethullah Gülen hareketinin –isterseniz ‘cemaat’ diyebilirsiniz- Türkiye’deki ve Türkiye için, bugüne ve daha önemlisi geleceğe ilişkin önemini ve gücünü izliyorum.
İşin çarpıcı yanı, Güney Kaliforniya’daki Fethullah Gülen hareketeninin başını çekenler, Türkiye’nin ana gündem maddelerine dair, Türkiye’dekilerden çok daha açık görüşlü ve Türkiye’nin ana gündem maddelerine ilişkin olarak ‘milliyetçilik enfeksiyonu’na daha bağışık gözüküyorlar.
Ne olursa olsun, sadece ABD’deki ‘Türkiye lobiliciği’nde değil, Türkiye’nin Kürt meselesinden Ermeni sorununun çözümüne, Türkiye’nin Fethullah Gülen hareketine ihtiyacı olacak.”
Tam bu yazıyı Türkiye’den 11 bin kilometre ötede yazdığım sırada, Cemal Uşşak’ın Radikal’de bence mütevazi ölçüler içinde olsa da “tarihi dönüm noktası” sayılması gereken söyleşisi yayımlandı. Cemal Uşşak, ezcümle, “Biz dindarlar Kürtlerin ıstırabını hissetmedik” demişti.
Çok doğru söylüyordu. Bugün Kürt sorununun bulunduğu sıkıntılı noktada, “dindarların Kürtlerin ıstırabını hissetmemesi”nin hatırı sayılı bir payı var. Bunun böyle olduğunu, çok kişi özel konuşmalarında uzun süreden beri ve sık sık zaten ifade ediyordu. Cemal Uşşak, bu olguyu çarpıcı biçimde kamuoyu gündemine taşımış oldu.
“Dindarlar”, Türk halkının –Kürtlerin de- sayıca en büyük kesimi. Onların bir soruna ilişkin duyarsızlığı ya da duyarlılık eksikliği, o sorunun aşılmasında ciddi bir engel. Üstelik, Türkiye’yi “dindar kodlu” bir siyasi iktidar yönetiyorsa, bu haydi haydi öyle.
Bu bakımdan, Cemal Uşşak’ın dürüst çıkışı, kamuoyunun üzerine bir bahar yağmuru gibi bereketle indi.
Dindarlarda milliyetçilik ve devletçilik
Tam tahmin ettiğim gibi, Cemal Uşşak, “Biz” diye ifade ettiği kesimin siyasi sözcülerinden tepki aldı. “Biz”den neyi kastettiği sorgulandı. 14 Ekim Cuma günkü Radikal’de “Dindarların Kürt sorunu ile sınavı sürüyor” başlıklı çarpıcı yazısında malumu ilam ederek “Biz”e açıklık getirdi: “Milli Görüş çizgisi; Nur camiası ve tasavvuf eksenli yapılardır (Açık ifadesiyle tarikatlardır). Kastımın tekrar altını çizeyim. Kürtlerin kimlik ve dil çerçevesindeki ıstırabını anlama ve çözüm bulma gayreti adına bu üç temel yapının kayda değer bir teşebbüsü olmamıştır. Yapılanlar da, kapalı ortamlarda sarf edilen heyecanlı nutuklardan ve süslü retoriklerden öte geçememiştir.”
Yalan mı? Yanlış mı? Biz şu ülkede kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz. Herkes elini vicdanına götürsün ve bu satırları bir kez daha okusun; Cemal Uşşak’ın doğru söylediğini ve haklı olduğunu teslim edecektir.
“Bir tek sermayem var” diyor Cemal Uşşak, “Kirletmemek için çırpındığım kalbim ve vicdanım.” Sözlerinin etkisi ve gücü, tam da buradan geliyor. Muhlis olmasından; kalbini ve vicdanını temiz tutmaya özen göstermesinden.
Peki, buradan “Milli Görüş çizgisi, Nur camiası ve tasavvuf eksenli yapılar”daki onca kanaat önderi ya da kalem erbabının böyle olmadıkları çıkar mı?
Çıkmaz.
Öyleyse niçin o kesimin önemli bir bölümü için “Kürtlerin ıstırabına duyarsız kalmak”tan söz edilebiliyor? Niçin, Cemal Uşşak’ın “Bir mağdurun diğer mağduru anlaması gerekirdi. Hele ki dindarların bunu öncelikle yapması gerekirdi. Ama maalesef olmadı” saptaması doğru ve geçerliliğini koruyor.
İki neden gözüküyor:
1. İdeolojik;
2. Siyasi.
İdeolojik olarak Türkiye’de “Milli Görüş çizgisi, Nur camiası ve tasavvuf eksenli yapılar” üçlüsünden genel anlamda oluşan İslami hareket, “milliyetçilik” ile arasındaki sınırları net biçimde hiçbir zaman belirleyemedi. Kürt sorunu, söz konusu bu “sınır belirsizliği”ni gün ışığına çıkaran “turnusol kağıdı” ya da “sınav sorusu”dur.
Yani, iş, Kürt sorununa geldiği, en temel insan haklarının başında gelen dil özgürlüğü Kürtçe’yi ifade ettiği vakit, İslami hareketin kanındaki “Türk milliyetçisi alyuvarlarlar” varolması gereken İslami duyarlılığı alt edebiliyor.
İkincisi, İslami harekette mevcut bulunan “devlet algısı” ile ilgilidir. Cumhuriyet’in Osmanlı’ya dönük ideolojik reddi mirasına karşılık, “Osmanlı devletçi karakter” İslami harekete nüfuz etmiştir. Cumhuriyet devletinin uygulamalarına karşı olmak ve bunun mağduru haline gelmiş olmak, “merkeziyetçi devlet” anlayışına karşı olmayı ifade etmiyor.
Nitekim, Ak Parti hükümeti, vesayet rejiminin tehdidini büyük ölçüde aşıp “muktedir” hale gelmeye başlayınca, “mağdurluk” yerini “devlet iktidarının sahipliği”ne terk etmeye başladı.
Büyük ölçüde bu yüzden, “bir mağdurun diğer mağduru kolaylıkla anlaması” da mümkün olamaz hale gelir oldu. Çünkü, geçmişin “mağduru” giderek mağdur konumundan iktidar konumuna geçiyor.
Tümü, Cumhuriyet rejiminin “tek tip insan yaratma”yı öngören projesinin giyim faslına uygun biçimde takım elbiseli ve kravatlı hale gelen Ak Partili bakanların ve milletvekillerine hakim olan söyleme bakınız. Kendilerinden önce bulundukları koltukları on yıllardır işgal etmiş olan diğer partilerin ricalinden temelde ayrılan terminolojik bir fark görebilir misiniz?
“Tek devlet, tek millet, tek bayrak” söylemi bunun simgelerinden biridir. Teorik olarak pek karşı çıktıkları “Kemalist enfeksiyon”dan hiçte bağışık halleri yok.
Ak Parti iktidarı, bu yüzden, TBMM içtüzüğünde “kadınların pantalon ve başörtüsüyle, erkeklerin de kravatsız” olarak genel kurul salonuna girmelerine imkan verecek değişiklik önergesi karşısında ofsayta düşmüştür.
Yapılması gereken
Cemal Uşşak, “Dindarların Kürt sorunu ile sınavı sürüyor” başlıklı yazısında gayet yerinde olarak “Yapılması gerekenler, bölge insanının yoksulluğunu ve eğitimsizliğini gidermeye yönelik faaliyetlerden ibaret değildir. En temel insani hak olarak, başta dil özgürlüğü olmak üzere, kültürel hakların cesaretle savunulmasıdır” diyor.
Bu yapılıyor mu?
İslami kanaat önderleri, artık yazılı ve görsel basında yönetimde,  köşelerde ve ekrandalar. Mağduriyetin sesi ve kalemi olarak yıllar içinde bulundukları yerlere yükseldiler. Ama artık temel işlevlerini “siyasi iktidarın meşruiyet araçları” olmaya, devlet istihbaratından gelen bilgilerin filtresiz aktarıcısı olmaya indirgerlerse, geleceklerini görmek için yerlerini aldıklarının bugün ne halde olduklarına bakmaları yeter.
Onlara devamlılık ve itibar sağlayacak olan Müslüman Abbasi Halifesi’ne karşı İmam-ı Azam’ın geleneğinde durmalarıdır.
Bir şekilde tam da bu duruma ayna tutmuş olduğu için, hepsinin Cemal Uşşak’a teşekkür borcu olmalıdır.
Yazarın Tüm Yazıları