Paylaş
Bölgedeki son gelişmeleri ve Türkiye’nin dış politikasının aldığı yön üzerinde konuşabilmek için, Bakan’ın aralıksız seyahat trafiğinin içine girmek gerekiyordu. Nihayet, uçakta değilse de, hiç hesapta olmayan bir şekilde bir gece yarısı NATO karargahında görüşebildik.
Sohbet konusu, vakit geçirmeden hızla Suriye üzerinde odaklaştı. Davutoğlu da zaten Litvanya’daki AGİT, hemen ardından Brüksel’deki NATO toplantısında Suriye odaklı görüşmelerden çıkıp gelmişti. Suriye dosyası zihninde en taze halindeydi.
Odadan içeri girer girmez, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe ile Suriye konusunda uyumlu bir ilişki geliştirdiklerini belirterek söze girdi. ABD, Fransa ve Türkiye’nin önemli bir uluslararası kriz alanında aynı dalga boyunda bulunmaları pek rastlanır bir durum değil.
Davutoğlu’nun her vakit ortaya koyduğu özgüven, NATO toplantısının ardından daha da belirgin biçimde gözüküyordu. Davutoğlu’nun anlattıklarının en çarpıcı bulduğum yanı, Suriye Baas rejimini özellikle kastederek Ortadoğu’da rejimlerin “Soğuk Savaş’ın Sovyetik rejimleri” olduğundan hareketle, NATO’nun bölgeye yaklaşımının, 1990’ların başında Orta ve Doğu Avrupa’ya yaklaştığı gibi olması gerektiğini” önermesi.
Batı (Transatlantik) İttifakı’nda herkesin bir numaralı gündem maddesi Suriye olunca, İttifak’ın Suriye’nin bulunduğu bölgedeki tek ve en aktif üyesi olarak Türkiye, haliyle öne çıkıyor. Bir dönem önce, Türkiye, Suriye ile çok yakın ilişkileri ve Suriye-İsrail arasında arabuluculuk girişimiyle uluslararası politika sahnesinde kendisine anlamlı bir yer bulmuştu; şimdi de İsrail ile bozuk ilişkilerine ve Suriye rejimine net karşı bir tavır olması sayesinde, aynı sahnede daha da önemli ve etkili bir aktör olarak öne çıkıyor.
Türkiye, bir anlamda, uluslararası profilini Suriye üzerinden çiziyor ve Suriye’nin kaderi böylece Türkiye ile buluşuyor.
ABD ve Fransa ile uyum
Davutoğlu’nu dinlediğiniz takdirde, piyasada dolaşan söylentiler ve yapılan spekülasyonların isabeti konusunda kuşkuya düşmek mümkün. Uzunca bir süredir, Türkiye’nin Suriye’ye “askeri müdahale heveslisi” olduğu veya Batı’nın, NATO aracılığıyla Suriye’ye müdahaleye hazırlandığına dair yorumlar işitiliyor, spekülasyonlar yapılıyor.
NATO’nun Libya’dan sonra aşırı bir özgüven içine girdiği doğru. Ama, bu özgüven, Suriye’ye askeri müdahale niyetine doğrudan tercüme edilmiyor. Bunun öyle olmamasında, Türkiye’nin telkinlerinin, bir yandan da Fransa’nın bakış açısının, bu arada ABD’nin Irak’tan çekileceği bir tarih diliminde öyle bir politikaya yönelmesinin imkansızlığı gibi faktörler söz konusu.
Libya’da NATO askeri müdahalesinin başını çeken ve öncülük eden Fransa, bir dönemde Osmanlı Türkiye’sinden devraldığı Suriye’nin mandater devleti olarak, komşumuzu Batı’da en iyi bilen ve tanıyan ülke olarak, Suriye’nin Libya’dan büyük farkını da doğru değerlendiriyor, “dış müdahale opsiyonu”na uzak duruyor.
Ahmet Davutoğlu ise Suriye’nin iç dinamiklerinin, bir dış ve hele Batı patentli bir askeri müdahaleyi gerektirmeyecek biçimde rejim değişikliğini sağlayabileceği, en azından kapıların bu iç dinamiklerin işleyişine açık bırakılmasından yana.
Suriye için, gelişmeleri hızlandıracak ve yönünü belirleyecek bir “dış unsur” gerekiyorsa, onun Batılı kuruluşlardan ziyade Arap Birliği olmasının üzerinde duruyor ve Arap Birliği’nin devreye girmiş olmasın da Türkiye’nin telkinlerinin etkili olduğunu hatırlatıyor.
Bir bakıma, ne Arap Birliği ne de Türkiye, Ahmet Davutoğlu’nun gözünde “dış unsur” da sayılmıyor. “Geniş aile”nin fertleri onlar.
Ayrıca, NATO’ya sıra gelinceye kadar, Arap Birliği’nden gayrı, yapılacakların, atılacak adımların “meşruiyet kaynağı” olarak Birleşmiş Milletler’e öncelik tanıyor. Birleşmiş Milletler denilince, ister istemez, Suriye konusunda Rusya faktörü de devreye giriyor. Suriye’ye yönelik NATO harekatı, Rusya için en kabul edilemez gelişme olacak. Oysa, Suriye’de rejimin sonunu getirmek için, Rusya’yı da rejimin yanından uzaklaştırmak önemli.
Türkiye’nin Rusya ile Suriye’ye dair görüşmeleri olduğunu Davutoğlu’ndan öğreniyoruz. Türkiye’de oluşan Suriye muhalefet örgütlenmesi Suriye Ulusal Meclisi ile Rusya’nın görüşmesini, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’a kendisinin söylediğini ve o görüşmenin o sayede gerçekleştiğini anlatıyor Davutoğlu.
Suriye’de “tarihi olarak sonu gelmiş” olan rejimin tutunmaya devam etmesinin birkaç nedeninden biri, Şam ve Halep’te Sünni ticaret burjuvazisinin henüz kopmaması. Ekonomik yaptırımların bu kopuşu hızlandıracağı ve mümkün kılacağı yaygın bir kanı. Bir başka neden ise, azınlık Nusayri rejiminin Hristiyan azınlığı yanında tutmaya devam etmesi.
Suriye’nin Hristiyan faktörü, Batı dünyasının yaklaşımını etkileyen ölçülerden biri. Ahmet Davutoğlu, Suriye’de mezhep çatışmasını önlemeyi amaçlayan, din ve mezhepler üstü bir tavrın benimsenmesinin önemine işaret ederek, Suriye Hristiyanlarının güvenliği için Türkiye’nin “güvence” vereceğini ve bu amaçla çok yakın gelecekte bir somut adım atılacağını söylüyor.
Tampon bölge
Bu yaklaşımla tutarlı biçimde, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, çoktandır sözü edilen ve Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahale formatı olarak gündeme getirilen, Suriye toprakları içinde bir “tampon bölge” oluşturulması fikrine de pek sıcak bakmıyor.
Türkiye’nin Suriye topraklarında bir “tampon bölge” oluşturması isteği, özellikle Suriye muhalefetinin talebi. Bunun için bastıranlar var. Bu, dış politikanın eleştirmenlerinin öne sürdüğü gibi, “Türkiye’nin niyeti”nden ziyade, Suriye muhalefetinin Türkiye’den beklentisi.
Ahmet Davutoğlu, buna sıcak bakmamasını, mealen, “Tampon bölge olunca ne olacak? Oraya Sünniler gelip, sığınacak. Bu da, rejimin, ülkenin Halep-Hama-Homs hattının batısında kalan, Akdeniz’e kadar olan bölgeyi Nusayri bölgesi olarak sağlama alıp, Suriye’nin mezheplere dayalı coğrafi bölünmesine işleri götürmesine yol açar” diye açıklıyor.
Brüksel’de NATO toplantısının hemen ardından Ahmet Davutoğlu’nu dinlediğiniz takdirde, Suriye’ye yönelik ne NATO’lu dış askeri müdahalenin, ne de Türkiye’nin –çok kişinin alarm zilleri çaldırdığı- askeri müdahalesinin eli kulağında olmadığı sonucuna varabilirsiniz.
Ayrıca, Ahmet Davutoğlu, “ahlaki açıdan” da çok rahat gözüküyor. “Başşar Esad’ı ve yönetimini kurtarmak için elimizden geleni yaptık. Cumhurbaşkanımız da, Başbakanımız da, ben de” diyor; “defalarca çıkış yollarını gösterdik, kendilerine yardımcı olacağımızı içtenlikle söyledik. Olmadı. Tam tersine, kendi halkına karşı insafsız bir tutuma girdi. Seçim noktasına gelince, Suriye halkını seçtik” diye ekliyor.
Suriye’deki kan banyosu, dışarı yansıyan resmi rakamlardan çok ama çok daha fazla. Örneğin, 4000 olarak bilinen ölü sayısının 10 bine ulaşmış olduğu Bakan’a çok özel ve çok yetkili bir kaynaktan ulaşmış. Tutuklu bulunmayan hane sayısı yok gibi. Rejimin ömrü kısaldıkça, çok daha sertleşebileceği ve kan dökeceği de tahmin edilebiliyor.
Suriye’deki gelişmeler, kabul edilemez kitlesel katliam boyutlarına ulaşırsa, “dış müdahale”, başka bir deyişle “askeri müdahale” ihtimali gündeme gelebilir mi?
Buna kategorik bir “hayır” cevabını Davutoğlu da veremiyor.
Onun buna henüz pratiği netleşmemiş teorik cevabı, “İşlerin o raddeye gelmemesi, Suriye’nin dağılmaması için rejimin ömrünü daha da kısaltmak” diye özetlenebilir.
Paylaş