Paylaş
Tayyip Erdoğan’ın bilinen kimliği ve özelliği ile cumhuriyetin 91. yaşında doğrudan halk oyu ile cumhurbaşkanı seçilebilmiş olması, bir yönüyle yandaşlarının vurguladığı haliyle “Yeni Türkiye”yi ifade ediyor.
“Yeni Cumhurbaşkanı”nın belli ki üzerinde önceden düşünülmüş, tasarlanmış ve özel bir önem verdiği belli olan “simgesel davranışları”na bakılırsa, gerçekten de, “Yeni Türkiye”den söz edilebilir bir döneme girilmiş olduğu söylenebilir.
Nedir bunlar?
Atatürk’ün Çankaya’sının yerini alacak olan Tayyip Erdoğan’ın Ak Saray ile İstanbul’da yeni Cumhurbaşkanlığı ikametgâhı olarak kullanılacak olan son Osmanlı Sultanı Vahdeddin’in Köşkü.
“Cumhuriyet” ve “Cumhurbaşkanı” sözcükleri ile adeta eş anlamlı hale gelmiş olan “Çankaya” yerini “Ak Saray”a bırakarak iptal edilirken, “Ak Saray”, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisinde öyle geniş bir yer kaplayarak kuruluyor ki, artık oraya Atatürk Orman Çiftliği de denmeyecek herhalde. Denmesi için herhangi bir referans zaten kalmamış oluyor.
“Ak Saray”ın “mimari estetiği” ile ilgili olarak “biraz Selçuklu, biraz Osmanlı” tanımı yapıldı. Gerçi, her ikisiyle de pek ilgisi bulunmadığını, tümüyle bir “kitsch” görüntüsü taşıdığını ileri süren “uzmanlar” da var ama önemli olan, “Ak Saray”ın, yer, isim ve mimari tercihi ile –öyle söylenmese de- “Çankaya öncesi”ne gitmek, “Atatürk referansı”nı terketmek amacını taşıyor olması.
“Ak Saray”ın “mimarî uslûbu”, gayet açık şekilde “totaliter rejimler”in “karakteristikleri”ni yansıtıyor.
Totaliter rejimlerin “görkem”i öne çıkartan mimarî zihniyetini, Mussolini’nin Roma’da kurmaya kalkıştığı Eur semtinden, Almanya’da Nazi tasavvurundaki Nürnberg’e ve son on yıllarda özellikle komünist rejimlerin tercihlerinde görmek mümkün.
“Ak Saray”ın benzerleri arasında “eski Romanya”da Nicolae Ceaucescu’nun (Çavuşesku), Bükreş’te inşa ettirmekte olduğu “Başkanlık Sarayı” özel bir yer işgal ediyor.
Bükreş’e ayak basan herkes, Ceaucescu’nun kamu kaynaklarının akıl almaz israfıyla inşa edilmekte olan bu gereksiz ve anlamsız yapıtına hayret nazarlarıyla bakardı. Görkemliydi gerçekten. Muazzam bir alan kaplıyordu. Yapımı daha tümüyle tamamlanmadan, Ceaucescu devrildi.
Bükreş’teki o devasa ve pek görkemli “Başkanlık Sarayı” binası, “Tek Adam” yönetiminin ihtiraslı bir simgesiydi. “Tek Adam” damgalı “totaliter siyasi yapılar”ın “mimarî yapıtları”nın nasıl olabileceğinin dikkat çekici bir örneği idi.
Tayyip Erdoğan’ın, Cumhuriyet’in 91. yaşgününde Çankaya’nın yerini alacak olan “Ak Saray”ı ile Ceaucescu’nun Bükreş’te mürüvvetini göremediği “sarayı”nın mimarî açıdan benzerlikler taşıyor olması, Türkiye’deki rejimin rengi ya da bir başka deyimle “Yeni Türkiye”nin “siyasi kimliği” bakımından pek hayırlı mesajlar vermiyor.
Ankara’daki “Ak Saray”ın yanısıra, İstanbul’da Cumhurbaşkanlığı ikametgâhı olarak “Vahdeddin Köşkü”nün seçilmiş olması da, anlamlı.
Vahdeddin ya da VI. Mehmed, malûm son Osmanlı Sultanı. “Reddi miras” mantığıyla kuruluş yıllarında inşa edilmiş olan ve bugün 91 yaşını doldurmuş olan Cumhuriyet, Vahdeddin’i tarih kayıtlarına gayet kötü geçirdi.
Cumhuriyet tarih yazımının Vahdeddin’i doğru ve daha önemlisi adil biçimde değerlendirdiği çok kuşkulu. Özellikle, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’in (Atatürk), Sultan Vahdeddin’in yaveri olması, Cumhuriyet kuruluşuyla birlikte Vahdeddin’in olumsuz referanslarla tarihe gömülmek istendiğine dair bir ipucu verebilir.
Devrimci-radikal dönüşümlere özgü tarih yazımı, Cumhuriyet’te de kendisini göstermişti. Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet’in kurucularına. Kurulmalarına yol açtığı kurumlar bakımından esin kaynağı olan 1789 Fransız Devrimi, ateşli devrimci günlerinde yıl ve ay isimleriyle birlikte takvimi bile değiştirmişti.
Cumhuriyet iyice oturmuş olduktan sonra, son Osmanlı Sultanı Vahdeddin’in de, tarih yazımında daha adil bir yere oturtulması elbette ki gerekir.
Ne var ki, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da kendisine “Cumhurbaşkanlığı ikametgâhı” olarak başka hiçbir Osmanlı yapısı yokmuşçasına ve kalmamışçasına, ciddi bir restorasyon ihtiyacı taşıyan “Vahdeddin Köşkü”nü tasarlayarak seçmiş olması, tarihin adil yazılması gerektiğinin ötesine geçen bir “mesaj” veriyor.
Tarabya’daki Huber Köşkü, 1985’ten beri, Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul yerleşkesi konumunda. Boğaz’ın en geniş yeşil alanlarından birinde kurulu, defalarca tadilattan geçirilmiş durumda. Cumhurbaşkanlığı Konutu, Yabancı Devlet Başkanlıkları Konukevi, Resepsiyon Alanları, personel lojmanları, polis ve askerler için konutlar ile –tanımlandığı haliyle- “üst düzey bir tasarım performansı”na sahip.
Tayyip Erdoğan’ın partidaşı ve yol arkadaşı, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Huber Köşkü’nün en ziyade hakkını veren cumhurbaşkanı oldu. İstanbul’a her geldiğinde ve üstelik uzun süreler Huber Köşkü’nde ikamet etti.
Yani, İstanbul’da Cumhurbaşkanlığı konutu bakımından bir sıkıntı yok. Ayrıca, devamlılık açısından –hem de AKP’li cumhurbaşkanlarının devamlılığı- Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’da kaldığı vakitlerde Huber Köşkü’nde ikamet etmesinden daha doğal hiçbir şey yok.
Ama, kendisine İstanbul’daki Cumhurbaşkanlığı ikametgâhı olarak “Vahdeddin Köşkü”nü tasarlamış olduğuna bakılırsa ve bu AOÇ’nin yok edilip, Çankaya’nın yerine alacak bir “Ak Saray” tercihi ile birleşik biçimde düşünüldüğünde, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilebilmesini mümkün kılmış olan bu mevcut cumhuriyet ile “sorunlu” olabileceğini akla getirebilir.
Tayyip Erdoğan’ın ilginç –ve doğru olmayan- tarih değerlendirmeleri var. Örneğin, Necmeddin Erbakan’ı atlayarak, kendisini Adnan Menderes-Turgut Özal tarih zincirinin son halkası olarak görmek ve göstermeye çalışmak gibi.
Bunun doğru olmadığına bir dizi gerekçe sıralanabilir. Oysa o, bu “tarih çizgisi” anlayışına paralel biçimde, Türkiye Cumhuriyeti’ni de “Selçuklu-Osmanlı çizgisi”nin bir devamı olarak görmek ve göstermek istiyor.
Tarihe, Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı olarak “sıradan” biçimde kaydolmak niyetinde değil. Kendisi için istediği , halkoyu ile seçilmiş olan ilk, “Yeni Türkiye”nin ilk cumhurbaşkanı olarak anılmak. Ak Saray’dan Vahdeddin Köşkü’ne uzanan simgelerin bir anlamı var.
Bugün “Yeni Türkiye”nin ilk Cumhuriyet Bayramı mı?
Nereden, nasıl bakıldığına bağlı. Aslında, “Eski Türkiye”nin yeni yöneticiler ile bir tür “re-enkarnasyonu” söz konusu olan.
Murat Belge, dün, , Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi “Kemalizm” ile “yeni yöneticiler”in “ideolojisi” arasındaki ortaklığa ve “yaklaşma”ya dikkat çekiyordu:
“Bu ‘yaklaşma’nın nedeni, her iki ideolojinin de demokrasiden uzak oluşu ve her ikisinin de zihinde tasarlanmış bir modeli topluma empoze etmek ve toplumu o modele uymaya zorlamaktan geri durmaması. Bu noktada birleşince, pratikteki yöntemde de birbirlerine yaklaşıyorlar. İkisinin de zihnî tasarımında ideolojik (ve militanlık ölçüsünde ‘bağıtlı’) bir devlet aygıtı var. Bu aygıt, bütün imkânlarını seferber ederek, ‘ideal’ olarak tanımlanan yurttaşı biçimlendirecek, yoğuracak…”
Yine de Çankaya dönemlerinin Cumhuriyet balolarından Ak Saray’da tesettürlü iktidar elitlerinin cumhuriyet kutlamasına geçiş ilginç. Demek ki, Cumhuriyet’in 91. Yılı böyle kutlanacakmış.
Çankaya’dan Ak Saray’a…
Paylaş