Paylaş
Üç saate yakın bir süreyle dış politika ufuk turu yapıldı. Soruları cevapladı. Davutoğlu, belirli aralıklarla ama oldukça sık sayılabilecek bir şekilde İstanbul’da çeşitli yazarlar ve gazete yetkilileriyle bir araya gelir ve dün yaptığını yapardı. Başbakanlık Dış Politika “Başdanışmanı” Davutoğlu’nun, “Dışişleri Bakanı” sıfatını taşıdıktan sonra ne konuşma içeriği ne de karşısındaki tanıdık topluluk ile ilişki tarzı değişikliğe hiç uğramamış. Daha önemlisi, değişeceğe de benzemiyor. Lehine puan. Hatta, kendi payıma bugüne dek izlediğim Ahmet Davutoğlular arasında en doyurucu olanın dünkü olduğunu söyleyebilirim.
Üç saate yakın konuşmanın aslan payı Avrupa Birliği’ne ilişkindi. Kıbrıs konusu, AB ile ilişkiler çerçevesinde epey bir yer aldı. AB’den gayrı en ayrıntılı konuşulan konu, Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri ve ikili süreçler yani Kafkasya hakkındaydı. Davutoğlu, yarın Haziran ayı içinde iki kez yolunu tutacağı Washington’a gidiyor. Hillary Clinton ile gündeminin en üst sırasında, en geniş haliyle Kafkasya yer alacak.
Türkiye’nin Kafkasya’ya yönelik yaklaşımına ilişkin olarak Ortadoğu’daki politikasında “sadık kaldığı ilkeler”in geçerli olduğunu söyledi Dışişleri Bakanı. Başarılı bir diplomasi profili çizdiği kabul gören Ortadoğu diplomasisinde Türkiye’nin “öncelikle kendisinin sadık kaldığı ilkeler” tanımlamasını yapan Davutoğlu, bunları şöyle sıraladı:
1. Herkes için güvenlik. Örneğin, İsrail, İran, Şii, Sünni, vs. gibi kimseye ayırımcı davranmadan ve hiç kimseyi düşman ya da hasım olarak görmeden söz konusu olan yaklaşım;
2. Üst düzey siyasi diyalog;
3. Bölgede çok kültürlü yapıyı korumak;
4. Ekonomide karşılıklı bağımlılık.
Ahmet Davutoğlu’nun kendi formülasyonu olan “komşularla sıfır sorun” politikası zaten bu ilkelerden geçiyor. Bir başka deyimle, Türkiye’nin içinde bulunduğumuz dönemde uluslararası ilişkiler sisteminde ve özellikle “çevre”ye ilişkin en büyük kozu olan “soft power” yani “yumuşak güç” diye tanımlanabilecek davranış kalıplarına hayatiyet veren, sözü edilen bu ilkelerin uygulanması.
Türkiye’nin geleneksel algılanması ve NATO’nun ikinci büyük askeri gücü olmasından kaynaklanan bir tür “Prusyalı” imajına zıt görüntüsünü ve “inanılırlık” ve “güvenilirliği”ni sağlayan da yine bu ilkelere sadakatle izlenen politikalar.
Ortadoğu’da Türkiye’ye yükselen bir profil sağlayan bu “hareket hattı”nın Kafkasya’da nasıl sonuç vereceğini veya elle tutulur olumlu sonuç verip vermeyeceğini önümüzdeki yakın dönem gösterecek.
Bu noktada Ahmet Davutoğlu’nun “iyimser” olduğunu saptamakla yetinelim.
*** *** ***
Ahmet Davutoğlu ile “dış politikada ufuk turu”nda aslan payını Avrupa Birliği’nin almış olmasının, sevindirici olmanın ötesinde “işlevsel” bir yanı bulunuyor. İki nedenle:
1. Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı makamına yerleşmesinin, kimi çevrelerde Türkiye’nin yönünü Batı’dan Ortadoğu’ya öncelik vererek sapmasına yol açacağı şeklinde yapılan spekülasyonları doğrulamadığı için;
2. Mevcut hükümetin Avrupa Birliği doğrultusunu devam ettirdiğinin kanıtı sayılan “reformlara devam” niyetini ortaya çıkarttığı için.
Bu çerçevede Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve en önemlisi Türkiye İnsan Hakları Kurulu’nun oluşması gibi, siyasi içerik taşımayan dolayısıyla iktidar-muhalefet düellosu gerektirmeyen nispeten “kolay” kanunların, TBMM’nin tatile gireceği Haziran sonuna dek çıkması gerekiyor. Bu gibi kanunların çıkması Türkiye’nin AB yönünde yeniden hareketlendiği mesajını AB’ye vermiş olacak ve bir anlamda AB’deki Türkiye karşıtlarının kozlarını zayıflatacak.
Yargı reformu gibi, Türkiye-AB katılım müzakerelerinin 23. Ve 24. Fasıllarını ilgilendiren Temel Haklar Reformu gibi artık beklemeye tahammülü olmayan işlerin de sonbaharda ele alınması gerekiyor.
Önemli olan hükümet içinde Dışişleri Bakanı’nın da, Başmüzakereci bakanın yanı sıra yer aldığı bir “Reform İzleme Grubu”nun oluşmuş ve çalışmaya başlamış olması. Bu, geleceğe yönelik “olumlu” bir işaret.
Ahmet Davutoğlu, “AB ile ilişkilerimiz konjonktürel ilişkiler değildir. Yani, taktik bir pozisyon olarak başka ilişkiler için koz olarak kullanılacak ilişkiler değildir” dedi ve böylece AB’nin Türk dış politikasının “temel stratejik doğrultusu” olduğunu vurgulamış oldu.
Bunu yaparken, 17. Yüzyıl’da Avrupa’da 30 Yıl Savaşları’nın ardından gelen Westphalia ile Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Köprülü reformlarının, Avrupa’daki 1815 Viyana Uyumu ile Osmanlı’da 1839 Tanzimat’ı arasındaki dönemsel paralellikleri hatırlattı. Yani, günümüz Türkiye’si ile AB arasındaki ilişkilerin “stratejik karakteri”nin “tarihi derinliği ve devamlılığı”nı örneklendirdi. Bir başka deyimle, Türkiye-AB ilişkisinin yapısına felsefi-tarihi bir boyut sundu.
Türkiye-AB ilişkilerini, entelektüel çerçevesi çizilen bir dış politika önceliği olmakta yarar var. Özellikle, bazı Avrupalı çevrelerdeki “İslâmofobi” ve Türkiye’deki iktidarın hedeflerine ilişkin olarak Amerika’da tezvirat yürüten kimi kesimler ve sözcülerinin argümanlarını anlamsız kılmak bakımından öylesine bir entelektüel çerçeve çiziminin özellikle yararı var.
*** *** ***
Ahmet Davutoğlu’nu dün üç saate yakın bir süre dinlerken, Karabağ gibi “donmuş krizler”den Ortadoğu’da “kangrenleşmiş sorunlar”a ilişkin somut çözümler ve bu konularda Türkiye’nin katkılarının neler olabileceğine ilişkin neler söyleyebileceğine bakarak da dinledim.
Bu konuda, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “sorunlara çözümler”den ziyade sorunlar ve krizlere ilişkin “süreçler” üzerinde durdu ve esas olarak “süreçler”e vurgu yaptı. Türkiye’nin Azerbaycan’ı kaybedemeyeceğini anlatırken de, Ermenistan ile normalleşmenin devam edeceğini söylerken de, çok durumda birbirine paralel yürümek zorunda olan “süreçler”in ayakta tutulmasının önemini yansıtmaya çalıştı.
Aslında Ortadoğu başta, dünyanın krizli-sorunlu her köşesinde durum Obama Amerikası’nın diplomasisi “somut yol haritası”yla harekete henüz geçmediği için birbirine benziyor. “Çözüm”den ziyade “süreç” öne çıkıyor. “Araçlar” adeta “amaç”ın kendisini haline dönüşüyor.
Türkiye’nin günümüz dünyasında “çözüm gücü” yok. “Süreçler”e dahil olmak ve oralarda rol oynamak bakımından ise “soft power” becerisini ortaya koyduğu ölçüde, gücü var.
Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olduğu vakit yazdığım yazıda, onun, onu çoklarının tanıdığı ve belki de kendisinin tercih edeceği bir sıfatla “stratejist” özelliklerden ziyade iyi bir “taktisyen” olduğu kanısını taşıdığımı yazmıştım.
“Çözüm”ler, değil çözümlerin etrafında dolanan “süreçler” Türkiye’nin ve özellikle Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “taktik manevra yetenekleri”ni sergileyebilmesi için ideal bir durum sunuyorlar.
Yakın vadede hiçbir konuda “çözüm” beklemeyin. Gözünüzü “süreçler”den ayırmayın. Türkiye’yi bir çok “süreç”te belirgin bir profil ile görebileceksiniz.
AB ile ilişkilerde de öyle. “Tam üyelik” eli kulağında olmadığına göre, Türkiye’nin AB sürecinden kopmaması ve bu süreçten uzaklaşmaması önemli. Süreç…
AB süreci canlandırılabilir. Canlandırılmasından, en başta Türkiye’nin yararı söz konusu…
Paylaş