Paylaş
“… Artık zaman gelmiş gibi. Etnik ve dini grupların birbirleriyle çatışacağı, muhtemelen çalkantılı ve istikrarsız kalacak olan Esad sonrası Suriye’de, Suriye Kürtleri, Irak geri kalanı yırtılırken kendilerine oldukça istikrarlı bir bölge oluşturan Irak Kürtlerinin başarısından öğrenmişe benziyorlar. (Esad sonrası Suriye’ye) Hazırlık olarak, Irak Kürt kuvvetleri, Suriyeli Kürt savaşçıları eğitmeye şimdiden başladılar. Bağımsızlıktan ziyade, daha fazla hak ve özyönetim için bastıracak olan Suriye Kürtleri karşısında, Suriye topraklarından saldırıya uğramadığı takdirde, Türkiye, bir kenarda eli kolu bağlı oturacak gibi. Sınırları boyunda ikinci bir özerk Kürt bölgesinin ortaya çıkması, sadece Türkiye’nin Kürtlere yönelik temel politikasının sorgulanmasına yol açmayacak, bundan da öteye, söz konusu politikanın her zamandan daha fazla bir revizyondan geçirilmesini gerekli hale getirecek. (Politika değişikliği) Türkiye’yi bölgedeki gelişmelerin önüne yerleştirecek ve bir jeopolitik değişiklik döneminde bir lider olarak rolünü pekiştirecek.”
Bir başka “dışarıdan” bakış, “ağaçlara değil ormana” bakış; Irak Kürdistanı’ndan Hiwa Osman’a ait. Hiwa Osman, Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin danışmanlarındandı. Ünlü Kürt siyaset adamı Mahmut Osman’ın oğludur. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Erbil ve Kerkük ziyaretine ilişkin son derece ilginç bir değerlendirme yazısı kaleme almış.
Ziyaretin “Kürtlere ve Bağdat’a birçok mesaj gönderdiği”ne ve en baştaki mesajın ”Türkiye’nin bölgede önemli, güçlü ve istikrarlı bir oyuncu olduğu”na işaret ediyor. Bölgedeki yani Irak Kürdistanı’ndaki insanların aldığı “diğer” mesajı ise, “Kerkük yolu artık Erbil’den geçiyor” diye ifade ediyor. Şöyle devam ediyor:
“Kerkük’e giden yol artık Erbil’den geçiyor ve Türkiye, şehirdeki tüm taraflara eşit mesafede duruyor. Bir başka deyişle, Davutoğlu, Konyalı bir Türkmen olarak Türkmen Cephesi merkezinde yaptığı duygusal konuşmaya rağmen, Kerkük için Türkmen öncelikli herhangi bir davranışta bulunmadı. Kerkük’e verdiği destek sözü, şehrin gelecek planları için önemli bir sinyaldi. Bütün bu mesajlar, Türkiye’ye istikrarlı, dostane ve güvenli bir komşuluk alanı oluşturma amacını taşıyor. Davutoğlu’nun sıfır-sorun politikası, ister Suriye, ister Irak, ister İran olsun, hemen hemen tüm Kürt sınırlarında başarıya ulaşabilir. Ama bu sıfır-sorun politikası Türkiye sınırında duruyor çünkü sorun devam ediyor; Türkiye’nin aynı sorunlarla içerde baş edemezken, dışarıda böyle mesajlar göndermeye uygun olup olmadığı sorusu orta yerde duruyor.”
Hiwa Osman’ın yazısının şu bölümü özellikle dikkate değer:
“Türkiye, Musul’lu bir Kürt olan Irak dışişleri bakanının, vize alarak Diyarbakır’ı ziyaret ettiğini ve orada bir Kürt topluluğuna, Davutoğlu’nun Kerkük’te Türkmenlere söylediklerini söylediğini tasavvur edebiliyor musunuz? Türkiye, buna hoşgörü gösterebilir mi? Türkiye’nin tüm gücüne rağmen, böyle bir soruya cevap vermekte zorlanması, bölgede bir ağabey rolü oynamasını da zora sokuyor. Türkiye, kendi içine bakmalı ve kendi Kürt sorununun sürekli çözümü için çalışmalı. Ancak o takdirde, Türkiye, istediğini söyleyebilecek ve içerde farklı, dışarıda farklı konuşmaya mecbur kalmayacak bir önemli, güçlü ve istikrarlı bir oyuncu olabilir.”
Biri Türkiye ve Suriye Kürtlerini, diğer Türk Dışişleri Bakanı’nın Irak Kürdistanı’nın merkezi Erbil’e ve oradan Kerkük’e gidişini konu alan, birbiriyle ilgisiz iki kalemden çıkan iki yazının ortak ya da ‘kesişme noktası” nedir?
Her iki yazıda öne çıkan nedir?
1. Türkiye’nin bölgesel liderlik konumunu mevcut “Kürt politikası” ile gerçekleştiremeyecek olması;
2. Esad sonrası Suriye’de Türkiye’nin Suriye Kürtleriyle ilgili gelişmeleri ve ortaya çıkacak “yeni manzara”yı önleyemeyecek olması ve bunun da Türkiye’nin “Kürt ortamı”na kaçınılmaz yansımaları olacağı. (Bu ilk yazıda ayrıca öne çıkan bir husus…)
Bizim de, aylardır anlatmak istediğimiz, yazdığımız ve konuştuğumuz budur. Yani, bu iktidarın Türkiye’nin “Kürt sorunu”na ilişkin yaklaşımının değişmesinin, sadece Türkiye’nin iç bütünlüğü değil aynı zamanda yeni Orta Doğu politikasının selameti için de gerekli, hatta zorunlu olduğu.
Bu hükümetin bunu yapabilme yeteneği olduğuna ve bunu becerebileceğine dair umutlarımız gün geçtikçe –itiraf etmeliyim ki- tükeniyor. Ters yönde o kadar açılıp saçıldılar ki, bir yandan da 2014 hesaplarına kendilerini öylesine rehin verdiler ki, filmi geri doğru sarmak ve Kürt politikasını doğru yöne yöneltmek artık pek kolay gözükmüyor.
PKK’nın ne kadar kötü bir örgüt olduğu, yanlış yaptığı, onun bunun taşeronu olarak hareket ettiği, hakların alınması için silahlı mücadelenin artık miyadının dolduğu, bu hükümetin tüm iyi niyetli hamlelerini PKK’nın boşa çıkarttığı, İran boyutu, Suriye Baas bağlantısı, hatta İsrail faktörü…. Bunları sabahtan akşama kadar söyleyin, grup konuşmalarınızda ses tonunuzu yükselterek vurgulayın, sosyal medya ortamını bu tezlerinizle doldurun, medya gücünüzü –görsel ve yazılı- bu propaganda ve psikolojik savaşın emrinde en etkili biçimde kullanın; gerçek değişmiyor.
Yani, iktidarın “Kürt politikası”nın “çıkmaz sokak”ta bulunduğu ve “bataklık” içinde hareket etmeye çalıştığı gerçeği değişmiyor. PKK için kullandığınız her sıfat, yaptığınız her suçlama doğru olsa bile; izlenen bu “Kürt politikası”nın olumlu bir sonuç alması, “sorun”u çözebilmesi ve Türkiye’yi “bölge lideri” yapabilmesi mümkün değil.
Ama tersi mümkün. Bu politika, “sorun”u çözmez ama iktidarı, yavaş yavaş çözer. Şu Tayyip Erdoğan’a bakın; 12 Haziran 2011 gecesinin yüzde 50’yi arkasına almış tartışmasız ve kendisine umut bağlanan lideri Tayyip Erdoğan mı?
Erciyes dağı 3916 metredir. Tayyip Erdoğan, hala dağın zirvesinde görünüyor ama 3916. metrede değil. 3900’de. İniş başladı. Tarihin Orta Doğu’daki bu hızı ile 2014’e “yumuşak iniş” kesin değil.
Bu iktidar, bir yılı aşkın süredir izlediği politikayı, her seferinde yaptığı gibi ve 1990’lar boyu yapıldığı gibi “PKK ve terör bahanesi”ne başvurmadan değiştirmeye mecburdur.
O, bu politikada ısrar ettikçe, biz de bunu söylemekte ve yazmakta ısrar edeceğiz…
Paylaş