Paylaş
Dolayısıyla ve doğal olarak, ülkede müthiş bir travmaya yol açtı. Başbakan Kazakistan, Dışişleri Bakanı, benim de katılacak olduğum, Sırbistan ziyaretlerini iptal etti. Başbakanlık’ta olağanüstü toplantı yapıldı. Görünen o ki, bir yanıyla Türk devlet sistemi hızlı ve gerekli bir refleks ortaya koyacak bir duyarlılığa ve organizasyona sahip; diğer bir yanıyla da PKK, spektaküler bir eylemle Türk devlet sisteminin işleyişini askıya alabilecek bir etkiye sahip.
Nitekim, gün boyu, kamuoyu öfkesini akıl sınırlarının dışına taşırarak ifade eden sayısız televizyon yorumu, sosyal medyada ortaya konulan açıklamaları ve önerileri izledim.
Çukurca’daki PKK saldırısı duyulur duyulmaz, ilk tepkiyi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kendisinden pek alışılmamış kuvvette sözcüklerle dile getirmişti. Örgüte hitaben “çektirdikleri acının “kendilerine misliyle çektirileceği”ni vurgulayan, “intikam” sözünü ilk kez telaffuz ettiği bir açıklama yaptı.
Esas beklenen, Başbakanlık’taki zirvenin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın beklenen açıklamasıydı. O ana kadar, Kuzey Irak’a girmekten, orada yerleşip tampon bölge kurmaktan, Kandil’e Türk bayrağını dikmekten söz eden nice öneri havalarda uçuşuyordu.
Öylesine bir atmosfer için Başbakan’ın yapacağı açıklama çok özel bir önem ve anlam kazanmıştı. Kendi payıma, Başbakan’ı dikkatle dinledikten sonra, Başbakan’ın, esas olarak, “sorumluluğunun idrakinde” bir açıklama yaptığını düşünüyorum.
Konuşmanın iki önemli noktası
Tayyip Erdoğan’ın açıklamasında, bence, iki nokta özellikle dikkatimi çekti ve o nedenle açıklamayı sorumlu buldum:
1. Başbakan, PKK’nın bazı ülkelerin maşası olarak hareket etmekte olduğunu gayet anlaşılır bir ima ile dile getirdi. Olan-biteni geniş ekrandan izlemeyi bilenler, Tayyip Erdoğan’ın adını vermeden, Suriye ile İran’ı ima etmiş olduğu hükmüne kolayca varırlar. Varan hayli kişi olduğunu Twitter’da gördüm de.
2. Tayyip Erdoğan’ın “Kim ki öfkesine hakim olamaz, kim ki metanetini koruyamaz ise, bilmelidir ki, terör örgütü işte o zaman hedefine ulaşır” sözleri.
Başbakan, bir başka deyimle “öfkeyle kalkan zararla oturur” özdeyişine uygun bir siyasi tavrı ifade etmiş oldu. Bu, Başbakan’ın konuşmasında değindiği gibi, konunun bir “uzun süreç” olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Yeni Ortadoğu’nun kurulması mücadelesi üç-beş günün işi değil çünkü. Zaman alacak.
Erdoğan, ayrıca, örgütün dünkü eylemine derhal “rövanşist” ve daha etkili bir şiddetle karşılık vermenin, bir önceki hususu yani “arkadaki dış güçler” gözetmeden davranmanın, uluslararası büyük iddialar taşıyan bir devletin davranışı olamayacağını zımnen belirtti.
Bu unsurlar, Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının özellikle öne alınması gereken artıları. Ancak, aynı konuşmasında yine ima yoluyla üç muhalefet partisine birden günlük polemik konularını öne çıkararak eleştiriler yöneltmesi de eksileri.
Söz konusu “eksiler”, Çukurca olayının yol açtığı vahameti karşılamak için gerekli “konsansüs”ü zaafa uğratıyor. Nitekim, çok geçmeden partilerarası bildik polemikler geri geldi.
Gelinmiş olan noktadan nereye, nasıl yol alacağız?
PKK’nın eylem tırmanmasının ardında neyin yattığına göründüğü kadarıyla doğru teşhis koyan hükümetten (Tayyip Erdoğan diyebiliriz) daha iyi bilen yok gibi. Hükümet ise teşhiste isabet sağlasa da, tedavide ne kadar isabetli bir yol izleme eğiliminde, bu çok net gözükmüyor.
Aksine, son zamanlardaki beyanlara, Cumhurbaşkanı’na dahi sirayet etmiş “dil”e bakılırsa, öncelik “terör örgütü”ne çok ağır bir ders verilmesinde, kolunun kanadının kırılmasında, başının ezilmesinde yoğunlaşmış halde.
Bu da “güvenlik esaslı” (öncelikli bile değil esaslı), kısa dönemli istisnalarıyla 27 yıllık, hatta Cumhuriyet tarihinin başından beri esas alınmış olan politikaya geri dönüldüğü ve bunda bir süre daha ısrar edileceği anlamını taşıyor.
“Terör”e başka bir şekilde mukabele edilebilir mi? “Terör örgütü” ile başka bir mücadele yöntemi geçerli olabilir mi?
Soruları böyle seçer ve sorarsanız, yok. Soruları başka türlü seçer ve sorarsanız, farklı cevaplara, farklı siyasi tercihlere yönelirsiniz.
Kaldı ki, besbelli, PKK, tam da bu soruların sorulmasını ve bu soruların doğal cevaplarını almak istiyor. Yani, güvenlik esaslı politikalara geri dönülmesini, kara operasyonunu, Türk devletinin şiddetli tepkisini tırmandırarak ortaya koymasını.
Bölge fotoğrafı içinde Çukurca
Türkiye’nin PKK ile birlikte, adeta el ele “şiddet kısır döngüsü” içine çekilmesini bugünkü Ortadoğu siyasi dengeleri düşünüldüğünde, bugünkü İran ve Suriye rejimleri ister mi?
Kendimi onların yerine koyarak düşündüğümde, ”isterler” diyorum.
Son günlerde PKK yayınlarını izleyen herkes, Türkiye-Suriye; Türkiye-İran ilişkileri konulu her haber ve yorumda, Suriye’ye ve İran’a dikkat çekici bir olumlu ve “yandaş” yaklaşımı farkedebilir.
Aylar öncesinden başlayarak defalarca, Türkiye ile PKK arasında “tırmanan şiddet ortamı”nı, “insanlıktan nasibini almamış teröristler” ile Türkiye arasında anlamamak gerektiğini, bölge dengelerinin geniş ekranından bakarak anlamak zorunluluğuna işaret etmiştik.
Şunun şurasında, PKK’nın İran-Suriye ekseni üzerinde dans etmekte olduğunu vurgulamıştık. Başbakan’ın dün ima yoluyla da söylediği bu.
Bu arada şunu da kaydedelim; PKK’nın içinde kabaca iki çizginin bulunduğu bir sır değil. Bu çizgilerden biri aylar öncesinden, doğruluğu pek kuşkulu tahlilden yola çıkarak, “devrimci halk savaşı”nın yürürlüğe sokulacağını açıklamıştı. Bunu, “kitle eylemleri”yle desteklenecek “terör ve şiddet” diye de tercüme edebilirsiniz.
Diğer çizgi, bununla aynı değil ama kavgalı da değil. Bizzat İmralı tarafından ve hatta Murat Karayılan’ın isminde temsil edilen çizgi diyelim. “Ne olursa olsun, savaş” diyen bundan yana olan çizginin, 2011 Ortadoğu şartlarında İran-Suriye ekseninin kucağında dans etmemesi mümkün değildir.
Bu çizgi nasıl zayıflatılabilir? İkincisine güç kazandıracak, ilki yani “ne olursa olsun savaş” çizgisinin zeminini daraltacak uygulamalarla. Oslo’dan İmralı’ya yoğun, hayli geçmişi olan ve içerikli bir müzakere sürecine oturabildiğini göstermiş olan hükümetin, bunda sebat gösterememesi, bugüne gelinen noktada onun hissesine düşene işaret ediyor.
PKK, hiçbir zaman bir “hayır kuruluşu” olmadı. Doğduğu günden beri şiddeti araç olarak kullanıyor. Dolayısıyla, şiddet kullanmasında, Türkiye’yi istikrarsızlığa sevketmek isteyen kim varsa, onlar tarafından kullanılmak istenmesinde şaşılacak hiçbir yan yok.
Mesut Barzani, Tayyip Erdoğan’ı arayarak Çukurca eylemini “Türk-Kürt kardeşliğine karşı” olarak nitelemiş. Şayet Mesut Barzani’nin kodlarını biliyorsanız, bu sözleriyle “Hangi PKK?” diye sorarak, “PKK’nın arkasındakileri”, Tayyip Erdoğan’ın kastettiği yönde işaret ettiğini anlarsınız.
Paylaş