Önceki gün TÜSİAD’ın İstanbul’da ilginç bir toplantısı vardı; “Obama ya da Romney’in Başkan seçilmesi halinde, Türkiye-ABD ilişkilerine etkisi nasıl olur?” başlığını taşıyordu. Dört konuşmacıdan biri Cumhuriyetçi, eski Dışişleri Bakan Yardımcılarından Richard Burt ile Brookings Institution adlı düşünce kuruluşundan tanınmış bir isim, Demokrat Michael O’Hanlon, Türk olarak ise ben ve Soli Özel. Konuşmalarda, ister istemez, Suriye konusuna da değinildi. Richard Burt pek elle tutulur bir şey söylemedi. Michael O’Hanlon ise akıllara zarar, saha gerçekleriyle ilgisiz, “Suriye’de iç savaşın birkaç yıl devam etmesinden sonra, Bosna türü bir çözüm empoze edilebileceği” yolunda görüşler ortaya attı. Soli de, ben de, “Ortadoğu 2012’nin 1990’lar Balkanlarından farkı”nı anlattık ve “birkaç yıl sonra Dayton Anlaşması uygulanacak bir Suriye’nin ortada kalmayabileceğini” gerekçeleriyle izah ettik. Washington’da yaşayan bazılarına “keramet” atfedilip, boş konuşmalarına Türkiye’de gereğinden fazla önem veriliyor. Dün ve önceki gün bizim Radikal de bu havaya kapıldı. Başka hesaplardan yola çıkarak –İsrail öncelikli- “Suriye dosyası” üzerinden Türkiye’nin yanlışlarını, ne yapamayacağını vurgulayan, aşağılayan ve hatta hasmane bir dil kullanarak Tayyip Erdoğan’a saldıranlar sıraya giriyorlar. Tayyip Erdoğan’ın, Suriye politikası da dahil, “eleştiri bağışıklığı” elbette ki yok ama defalarca altını çizdiğimiz gibi, İsrailperestlik üzerinden Suriye konusunu araçsallaştırarak izlenen “yıpratma kampanyası”na karşı da uyanık olmak da yarar var. Örneğin, ABD’nin aşırı sağcı, en İsrailperest kalemlerinin başında gelen Daniel Pipes, ABD sağının en bilinen yayın organı National Review’de “Erdoğan ve Esad Savaşta” başlıklı yazısında Tayyip Erdoğan ve Suriye politikasını yerden yere vurduktan sonra, yazısını Batılı ülkelere bir de uyarı ile şöyle noktalıyor: “On yıllık başarılar Erdoğan’ın başını döndürdü ve onu, popülaritesini ortadan kaldırabilecek, Suriye macerasına sürükledi. Hatalarından halå öğrenebilir ve geri basabilir ama şimdilik, Ankara’nın padişahı, hasmının yıkılması kendisinin ise kurtuluşu için, Esad rejimine karşı giriştiği cihad çabalarını ikiye katlamış vaziyette... Türkiye’nin savaşçı tavrı, esas olarak, bir adamı ihtiraslarından ve egosundan kaynaklanıyor. Batılı devletler ondan kesinlikle uzak durmalı ve onu kendi göbeğini kesmekle başbaşa bırakmalılar.” Tabii ki, bunlardan farklı düşünen Amerikalılar da var. Örneğin Richard Cohen, Washington Post’ta “Suriye hakkında boş konuşma” başlıklı bir yazıyla hem Romney’in hem de Obama’nın “boş konuşmaları”nı alaycı bir dille sergiledi. “Washington’da hummalı bir çalışmanın ardından yeni bir bulguya ulaştığım haberini verebilirim. İtiraf etmeseler de, Mitt Romney ile Barack Obama Suriye iç savaşına ilişkin ne yapılması gerektiği konusunda anlaşıyorlar: Bırakın cinayetler devam etsin, çünkü şu ana kadar işe yarıyor” diye yazısına giren Cohen, Romney’in Obama’nın Suriye politikasındaki “hareketsizliğe” yönelttiği haklı ve ağır eleştiriden sonra şu soruyu yöneltiyor: “Peki, Romney, ABD’nin ne yapması gerektiğini öneriyor? Esad’ın Halep’in mahallelerini ve diğer şehirleri bombaladığı helikopter ve savaş uçaklarını kullanmasını engelleyecek şekilde uçuşa yasak bölge empoze edilmesini mi savunuyor. Bunu, kurmaylarına sordum ve hayır, uçuşa yasak bölgeye karşıyız cevabını aldım.” Cohen sorularını sürdürüyor: “Pekalå, Romney Suriyeli isyancılara tanksavar ve uçaksavaş silahlar sağlanması gerektiğini mi kastediyor? Hayır cevabı verildi bana. O da değil. Bir Romney yönetimi ağır silahların sevkini kolaylaştıracakmış ama başka kaynaklardan. Bu, Obama yönetiminin yapmakta olduğundan daha ötede bir şey değil.” Dış müdahaleye karşı çıkanların, karşı çıkma gerekçeleri olan “korkulan sonuçlar”ın –paradoksal biçimde- şimdi ortaya çıktığına işaret eden Richard Cohen, muhaliflere silah sağlanması konusunda Obama yönetiminin “ürkek” politikası sonucunda, Suriye’de patlak veren kitle gösterilerini yöneten şehirli orta sınıfların şimdi kıyıya itildiklerini ve “kendi bildikleri kaynaklardan” silah sağlayan “Cihadi güçler”in ön aldığına dikkat çekiyor. Yapması gerekenleri yapmayan Obama’yı da eleştirisinden sakınmayan Cohen, Başkan’a ilişkin şu satırlara yer veriyor: “Bunun yerine, Obama, (rejime karşı) bir hava kampanyası organize edeceği yerde, beyhude bir şekilde, savaşın sona erdirilmesi için Kofi Annan ve Vladimir Putin’e bel bağladı. Oysa, Bosna, Kosova ve hatta amacın kan banyosunu önleyerek sadece Muammer Kaddafi’nin devrilmesi olduğu Libya’da sonuç alan oydu. Hava kampanyası, Esad’ın uçaklarını pistte çakılı bırakmak, Suriye ordusuna yanlış adama selam durdukları mesajını gönderecek ve bunun ardından ordudan kaçışlar gelecekti...” Obama’nın çok önce hareket etmesi halinde ve Suriyeli muhaliflerin yanında saf tutması halinde önlenebilecek olan ve şimdi ortada bulunan bir çok “risk” ve “tehlike”yi vurgulayan Washington Post köşe yazarı, savaşın yayılabileceği –Türkiye ve Ürdün’ü de içine çekerek- ihtimali üzerinde duruyor ve Esad’ın savaşı öncelikle Lübnan’a yayacağını (“Bu, Suriye’nin Oyun Kuralları kitabının 2. sayfasıdır” diyerek) öne sürüyor. Öyledir. Yazının bitişinde, “Amerikan liderliği”nin yerini alabilecek bir güç olmadığına, uçuşa yasak bölgeyi ancak ABD’nin sağlayabileceğine, anti-Esad koalisyonu da –bölgedeki geçmişi nedeniyle Türkiye’nin değil- ABD’nin oluşturabileceğine değiniyor. Ama şu sırada başta Obama ve Romney olmak üzere bir sürü Amerikalı “boş konuşuyor”. Türkiye’de öylelerini örnek almakta fayda yok.