Paylaş
Koca bir alanda sayısız yayınevi, yazarlara kitap imzalatanların oluşturduğu uzun kuyruklar ve panel, konferans şeklindeki çeşitli etkinlikler…
Beyrut Kitap Fuarı, liman bölgesinde, denizin doldurulmasıyla kazanılan geniş bir alanine üzerine kurulmuş, Beyrut’a, şehrin geleneksel çehresini değiştiren, bir başka Refik Hariri katkısı. Gerçi, Osmanlı döneminden kalma olağanüstü güzel ve kişilikli nice binayı onarmak, adam etmek ve tüm güzellikleriyle koruyarak tekrar canlandırmak da Refik Hariri’nin işiydi ama “geleneksel Beyrut”un yok edildiği ve edilmekte olduğu tartışması, tıpkı bugünlerde İstanbul’a ilişkin tartışmalara benzer şekilde Beyrut’ta da yapılmakta.
15 yıllık İç Savaş’ta yanına yaklaşılamayan, şehrin merkezi bölümündeki Bab İdris’te sağlı sollu Osmanlı döneminden kalma binalar ışıklar içinde geceyi aydınlatıyorlar. Ama, bu benim 41 yıl önce görüp aşkına kapıldığım Beyrut’un eski merkezi gibi değil. Her binanın altında Hermes’ten Porsche’ye uluslararası markaların cafcaflı vitrinleriyle dükkanlar sıralanmış. Körfez’den Beyrut’a akan sermaye, şehri Körfez’den gelecek zenginlerin bir tür “alışveriş merkezi” haline getirmeyi tasarlamış anlaşılan.
Körfez dendiğinde, Birleşik Arap Emirlikleri’nin yanısına derhal Katar’ı ve Suudi Arabistan’ı akla getirmek gerek. “Beyrut, Ortadoğu’nun Paris’i” olarak nitelendiği İç Savaş öncesi döneminde de o ışıltılı halini başta Suudi Arabistan, Körfez sermayesine borçluydu; özünde galiba değişen bir şey yok düşüncesi zihnimi yalayıp geçiyor.
Liman civarındaki Beyrut Kitap Fuarı’nda bambaşka bir Beyrut atmosferiyle buluşuluyor. Arap dünyasının entelektüel nabzının buluşma yeri yine Beyrut. Kitap Fuarı’na adım atar atmaz, yıllar öncesinin dostları, nice tanıdık şahsiyetle karşılaşıyorum.
Yakın geçmişte Lübnan hükümetine Hizbullah kontenjanından giren bakanlardan Trad Hamadi, verdiği konferanstan çıkmış, arkasında Şii din adamları, beyaz sarıklı şeyhlerin de yer aldığı renkli bir kalabalığı takmış yürürken koridorda karşılaşıp, kucaklaşıyoruz. Trad Hamadi, Kuzey Lübnan’da çok büyük ve etkili bir Şii aşirete mensup. Siyasi aktivizminden ziyade “düşünce adamı” yanıyla Lübnan’da tanınıyor.
“Al” diyor, “elimde kalan son nüsha; sana nasip. Oku, çok önemli” diye de uyarmayı ihmal etmiyor. “Dr. Trad Hamadi” imzasını taşıyan 550 sayfa dolayındaki kitabın adı, vermiş olduğu konferansın da başlığı aynı zamanda: “El-Sahve el-İslamiyye ve el-Thawrat el-Arabiyye.”
Yani, “İslami Canlanış ve Arap Devrimleri”.Buralarda “Arap Baharı” sözü pek işitilmez. 2010 sonunda Tunus’ta başlayan büyük değişim dalgasına “Arap Devrimi” ya da “Arap Devrimleri” denir. Bu değişim dalgası, bir yönüyle Sünni Arap dünyasının altında on yıllardır yönetildikleri “totaliter-otoriter rejimleri” yıkarak yerine “Türkiye’deki Ak Parti ile ideolojik akraba sayılabilecek” nitelenebilecek türden, Müslüman Kardeşler ağırlıklı yeni yönetimleri işbaşına geçirmeye başlaması anlamına da geliyor.
Türkiye’yi Arap Dünyası’nda daha önce olmadığı kadar parlatan ya da öne çıkaran sadece Ak Parti’nin izlediği dış politika ve Arap ve Müslüman dünyaya açılma ve yakınlaşma hamlelerinin yanısıra, “Arap Devrimleri” oldu.
Elbette, bu yönüyle “Arap Devrimleri”nin İran’ın bölgeye yayılmaya başlayan “nüfuzu”nun önüne dikilme ve hatta onu kırma gibi bir işlevi de oldu. Suriye’de olan-bitenlere ilişkin bir “okuma yolu” da böyle.
Trad, bilinen Hizbullah’a yakın Şii kimliğinden ötürü “İslami Uyanışve Arap Devrimleri” adlı kitabına önem veriyor, “mezhepçi yaklaşım”a karşı olduğunu vurgulamak için, “Sünni-Şii bölünmesine kesin karşı koyan tezler var bu kitapta. Şöyle anlatayım” diye heyecanla devam ederek, “Benim çizgim Cemaleddin Afgani’nin çizgisi. Onun devamı” diyor, aradan geçen, birbirimizi görmediğimiz yıllarda, düşünce sistematiğinde farklı yerlere kaymadığını anlatmak için. Cemaleddin Afgani,“İslam modernistleri”nin hepsi için anahtar işlevi görecek bir isim ne de olsa.
Birden güncel politikaya dönüyor, “Sen Türkiye’den geldiğine göre, anlat Suriye’de ne oluyor?” diye soruyor. “Sen benden daha iyi bilirsin; Hermel’li değil misin; Suriye bir taş atımlık mesafede. Ne oluyor orada, anlat. Biz Türkiye’de Kuzey Suriye’nin ötesini pek göremiyoruz. İstersen, Türkiye’ye gel, bir gün içinde Antakya’dan İdlib’e, hatta Halep’e gidip gelebilirsin…” cevabını yapıştırıyorum.
Şaka yapmıştım ama meğerse bir gerçeğe parmak basmışım. Arkadaşlarımdan biri “Bu tarafta da Hums’a gidip gelmek sorun değil, istersen götürür getiririz” diyor.
Beyrut’ta beni gören, tanıdık kim varsa, haliyle benim üzerimden Türkiye’nin Suriye politikasını tartışmaya başlıyor. Sorgulayarak ve ciddi eleştiriler yönelterek.
Geçen yıl, tam bu zamanda, duyduklarım tam ters yöndeydi. Türkiye’nin Suriye’de aldığı tavra büyük sempati vardı ve söz konusu sempati, “tampon bölge” oluşturulması ve böylece Suriye halkının katliamlardan korunması için beklentilere dönüşmüştü.
Bu kez öyle değil. Türkiye’nin izlediği politikayla “irtifa kaybettiği” öne sürülüyor. Filistinli ünlü düşünce adamı Münir Şefik, Beyrut Kitap Fuarı’nda karşılaştığım eski dostlardan biriydi. Bir dönem FKÖ’nün ileri gelen yetkililerindendi, daha sonraları bölgede İslamcı çevrelerin kulak verdiği bir düşünce ve yazı adamı oldu.
Türkiye’nin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’nın Arap dünyasını pek iyi bilmeden hareket ettiklerini ve yol aldıklarını ve bir dizi yanlış yapıldığını anlatıyor hararetle.
Eleştirisinin mihenk noktası yaptığı şu ayırım: “Görüş sahibi olmak ile görüşünüze göre değerlendirme yapmak aynı şey değildir.” Sürekli “Fi fark (fark var) beyn al Mowkif vel Takdir el-Mowkif” sözcüklerini telaffuz ediyor. Mowkif ve Takdir el-Mowkif. Görüşünüz doğru olabilir ama değerlendirme hatası yapabilirsiniz pekala.
Münir Şefik, Türkiye’nin Suriye konusunda “değerlendirme hataları”nı sıralıyor.
Peki, Beyrut’tan bakınca Suriye’de ne görünüyor?
Rejimin bittiği, tükendiği. Her tartışma konusu “geçiş dönemi” ve “Başşar sonrası” üzerinde düğümleniyor. Nasıl olacağı kestirilemiyor burada da. “Kaotik” olacağına kimsenin şüphesi yok.
Şu günlerde Beyrut’un en önemli tartışma konusu, aslında Suriye değil; Mısır. Mısır’da “Müslüman Kardeşler deneyiminin başarısızlıkla sonuçlandığı” daha şimdiden ilan edilir olmuş, Mısır’daki son gelişmelerden yola çıkarak.
Bu değerlendirme isabetliyse, Suriye bir yana, bölgenin tümünün geleceği son derece karmaşık ve “çok bilinmeyenli” demektir.
Zaten, Beyrut’ta sabah-akşam, “yeni tarihi dönem” tartışılıyor. Üstelik, bu kez Türkiye’nin de adı bol bol geçerek.
Söz konusu tartışmalara döneceğiz…
Paylaş