Paylaş
Başından beri, CHP’nin çıkarttığı krizin anlamsızlığını vurgulamıştık. CHP’nin çıkarttığı krizi sürdürebilmesinin imkansızlığına da. CHP’nin “yemin krizi”nden vazgeçmesi için ya Tayyip Erdoğan’ın CHP’nin kabul edilmesi imkansız ve üstelik gereksiz talepleri önünde geri adım atması veya CHP’nin krizi sürdürmenin krizi bitirmekten kendisi için daha ağır maliyete yol açacağını görmesi gerekiyordu.
İkincisi oldu ve CHP, TBMM’ye geri dönüyor.
Bugüne kadar geçen dönemde, bu konuda yara alan Ak Parti değil, CHP oldu. Ancak, CHP’nin krizi sürdürmesi, kendisi için “ölümcül” sonuçlar yaratacaktı. Şimdi, bu krizden “yaralı” çıktı çıkmasına, ama bu “yarası” ile yaşayabilir.
CHP’nin TBMM’ye dönmesi, herşeye rağmen, iyidir. Doğrudur.
“Yazılı mutabakat” arayışı
BDP’nin TBMM’ye dönmesi, en az CHP’nin dönmesi kadar, önemlidir. Ancak, CHP’ninkine oranla haklı nedenlerle “TBMM boykotu”na giren BDP, CHP’nin “yemin krizi” üzerine gölgede kalmış, hatta CHP’nin yedeğine düşmüş görünüyordu.
CHP’nin TBMM’ye dönüşü, BDP’nin üzerinden CHP gölgesini kaldırarak, BDP ile Ak Parti’yi, bir başka deyimle hükümeti yüzyüze bırakıyor. Bu da, bir bakıma, BDP’nin zaten katı gözüken tavrını aynen korumasına imkan veriyor.
Ne var ki, bir de ortada “Abdullah Öcalan iradesi” söz konusu.
BDP, Öcalan’ı adeta “takmayarak” TBMM boykotunu sürdürebilir mi?
Önce, Öcalan’ın neler dediğini hatırlamak gerekiyor.
Fırat Haber Ajansı’nın 9 Temmuz günü yayımladığı Abdullah Öcalan’ın açıklamalarının söz konusu bölümü şöyle:
“Öcalan, ‘yemin krizi nasıl aşılır?’ diyerek şöyle konuştu: ‘Bu kriz çözülür mü, çözülmez mi bilemiyorum. Ancak BDP daha önceki gibi oyunlara gelmemelidir. Daha önce söylediğim gibi hükümetle bir mutabakata vararak yemin edebilirler. Bu mutabakat mutlaka olmalı ve önemlidir. Yapacakları mutabakat metni, devlet sunduğum protokollerle paralel olabilir veya kendi koşulları ve durumlarına göre yapabilirler. Örneğin bu protokollere Hatip Dicle’nin durumu, diğer beş tutuklu vekilin serbest bırakılması, yüzde on barajının düşürülmesi ve TMK’nın değiştirilmesi gibi hususlar eklenebilir. Öyle hemen Hatip Dicle meselesi ve diğer meseleler çözülmeyebilir, öyle hemen serbest bırakma olmayabilir. Ancak bu koşulların yerine getirilmesi için zaman içinde devletin-hükümetin yapacağı şeyler bir yazılı metne bağlanır ve zamanla yerine getirilir. Bu metinle, bu sorunların gelecekte çözümü için bir mutabakat sağlanmış olur. Bu mutabakat, sorunların çözümü için ön açıcı ve çözüm geliştirici olur...
Devletin, BDP’nin bu yazılı mutabakatı konusunda çok sıkıntı çıkarmaması gerekir. Zaten basına yansıdığı gibi Cemil Çiçek de çözülmesi gereken en önemli birinci sorunun Kürt sorunu olduğunu söylüyor. Bu konuda Cemil Çiçek, üzerine düşeni yapabilir. Bu şekilde yazılı mutabakat sağlanırsa BDP de yemin edebilir ve Meclis’e dahil olur, çalışır. Çalışmalarında başarılar diliyorum.”
Görüldüğü kadarıyla, BDP, Abdullah Öcalan’a başkaldırmış görünmüyor; tersine Öcalan’ın sözlerindeki “yazılı mutabakat” bölümüne asılmış durumdalar. Dolayısıyla, “yazılı mutabakat” olmadığı takdirde, onlar da hem Abdullah Öcalan’ın çağrısına sadık kalmış olacaklar, hem de TBMM’ye dönüşün mümkün olmamasının günahını hükümete, Ak Parti’ye veya Cemil Çiçek’in üzerinde bırakacaklar.
Öcalan’ı doğru okumak, doğru anlamak
Ne var ki, TBMM Başkanı’nın veya hükümetin, CHP’ye yönelik ortaya koyduğu “duyarlılığı” BDP’ye de göstermesi gerekli olmakla birlikte, BDP’nin “yazılı mutabakat”ı bir “olmazsa olmaz” önkoşul haline büründürerek, TBMM’yi boykota devam etmesi de pek kolay gözükmüyor.
Zira, BDP’nin TBMM’de yerine almama tavrını uzatması, “alternatifi”nin devreye girmesi için uygun bir zemin oluşturacaktır. Yani, “devrimci halk savaşı” diye ifade edilen “şiddet sarmalı”na geri dönüş ve bunun tırmanışına.
Oysa, Abdullah Öcalan’ın açıklamalarının tümüne, bir başka deyimle “ruhuna” dikkat etmek gerekiyor. Öcalan, silahlı çatışmalara ilişkin “Şu an ne bir ateşkes durumu var, ne de ateşkesi bitiren bir savaş başlangıcı var. Zaten şu an devrimci halk savaşını durdurmuş bulunuyoruz” diyor. Bir başka yerde BDP’yi eleştiriyor, “BDP, benim yol haritamı ya okumamış ya da anlamıyorlar. Devlet bile yol haritasını iki yıl aldı okudu, üzerinde yoğunlaştı ve üzerinde çalışmalar yaptı, faydalandı. Ama BDP, yol haritasını okumadı bile, okumuyorlar, ya da anlamıyorlar, üzerinde çalışmıyorlar” diye konuşuyor.
Açıklamalarında “Anayasa Konseyi’nden de söz ediyor ve “Anayasa Konseyi, yeni anayasa yapımı çalışmalarını yürütecek bir konseydir. Bu konseyin içinde BDP de yer alıp anayasa çalışmalarını yürütebilir. BDP de Anayasa yapım çalışmalarında yer alacak ve bu çalışmaları yürütecektir” ifadesini kullanıyor.
BDP’nin misyonu ve rolü
BDP, “TBMM boykotu”nu sürdürdüğü takdirde bu “misyon”u, Abdullah Öcalan’ın kendisinden beklediği “rolü” nasıl oynayacaktır? Oynayabilir mi?
Abdullah Öcalan, kendisiyle görüşen “devlet heyeti” ile bir “barış konseyi”kurulması konusunda “mutabakata vardıklarını” da belirtti. Üzerinde çok spekülasyon yapılan 15 Temmuz tarihini takvimden kaldırdı.
Yanlış hatırlamıyorsam, “mutabakata vardık” sözcüklerini ilk kez kullanıyor.
Bütün bunlar, Öcalan’ın, Başbakan’ın bilgisi ve isteği altında, kendisiyle görüşen “devlet heyeti” ile görüşmelerinin geldiği evre itibarıylarotayı “devrimci halk savaşı”na değil, “büyük uzlaşma”ya, öncelikle “Anayasa yapım çalışmaları”na ve onun tetikleyeceği “sürece” çevirdiğini ortaya koyuyor.
Hükümetin, CHP yemininin ardından, BDP’ye doğru bir adım atması gerekli. Dahası, zorunlu.
Ama, BDP’nin de “dilini” düzeltmesi ve Abdullah Öcalan’ın çağrılarını –tümüyle- bir kez daha okuyarak, siyasi esnekliğe yönelmesi ve TBMM yoluna düşmesi gerekli.
Savaş için BDP’ye kimsenin ihtiyacı yok. Barış için ise çok.
Paylaş