Paylaş
Hafta sonu Mardin’deydim. Pazar günü hayatımın en onur duyduğum anlarından birini yaşadım. Pazar günkü Zaman gazetesinde Nuriye Akman, “Bugün Mardin’de bayram var. Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü’ndan mezun olan 500 öğrenci yüksek lisans diplomalarını alıyorlar… Bu sıradan bir tören değil, bir devrimin ilanı aslında. Barış sürecinin silahların susmasından sonraki en önemli aşaması…” diye yazmıştı. İşte o törende, o 500 kişinin birincisine diplomasını ben verdim.
Bir de kısa konuşma yaptım. “Îro, ez gelek dilxweş bûm” diye girdim sözlerime. Törenin yapıldığı salon tıklım tıklım doluydu. Kürt dili açısından gerçekten tarihi o günde, bir Türk’ten Kürtçe işitince, mutlu alkışlarla selamladı kısa konuşmamı.
Nuriye Akman, söz konusu yazısında “Doğrusunu söylemek gerekirse hepimizin bir borç öder gibi, bir kefaret duygusuyla Kürtçeyi öğrenmemiz gerekir diye düşünüyorum” diye de yazmıştı. Doğru söylüyor. Türkler, ne kadar çok sayılarda, inat ve sabırla Kürtçe öğrenme yolunu tutarlarsa, “Barış Süreci”nin önü o kadar açık olur, Kürt sorununun çözümü o kadar güvenceye kavuşur. Bu, siyasetten bağımsız, Türklerin Kürtlere vecibesi.
Netice itibarıyla, “Barış Süreci”nin başarısı, Kürt sorununun nihai çözümü, büyük ölçüde “Kürtlerin eşitliği”nin sağlanması konusudur ki, bu da, Kürtçe’ye saygıdan, coğrafyamızın dillerinden birini, halkımızın bir bölümüne kimliğini veren dili öğrenmekten geçer.
Değerli alim, Mardin Artuklu Üniversitesi’nin Yaşayan Diller Enstitüsü’nün Müdürü Prof. Kadri Yıldırım, o günkü törende olağanüstü güzel bir konuşma yaptı. Bediüzzaman’ın Arapça, Türkçe ve Kürtçe’ye verdiği öneme atıf yaptı. Allah aşkını dile getiren bir sözü, her birine büyük bir vukufla hükmettiği Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe okudu ve “Böyle bir güzelliği anlatmak için dördüncüsünün, ilk üçünden ne eksiği var” dediği anda, salon alkıştan yıkıldı.
Prof. Kadri Yıldırım, konuşmasına, birkaç gün önce bir ayakkabı boyacısıyla arasında geçen bir anekdotla başlamıştı. Küçük Mardin’liye ayakkabısını boyatırken, “İşler nasıl gidiyor?” sorusuna, “Çözüm Süreci’ne bağlı” cevabını almış. Küçük ayakkabı boyacısı, şöyle anlatmış, ayakkabı boyamasıyla “Çözüm Süreci” arasındaki ilişkiyi: “Çözüm Süreci, başarıya ulaşınca, bu Mardin’e ülke içinden ve dünyanın her yerinden çok turist gelecek. Burası yazları tozlu, kışları çamurlu olur. Hangi mevsim gelseler, çok sayıda turist ayakkabılarını boyatmak zorunda kalacak. O yüzden Çözüm Süreci çok önemlidir…”
Tabii, “Çözüm Süreci”, “Kürt Sorunu”nun çözüme kavuşmasına giden yol ile, bir bakıma da “Barış” kavramıyla eş anlamlı kullanılıyor. Nitekim, Kadri Yıldırım da, “Çözüm Süreci”nin önemini, “Bugünkü tarihi törenimiz bakımından da çok önemli; Süreç ortadan kalkarsa, ne Kürdoloji kalır, ne de Türkoloji” sözleriyle vurguladı.
“Çözüm Süreci”nin ortadan kalkması, Türkiye’yi korkunç bir badirenin içine sürükleme potansiyelini ifade ediyor. O nedenle, üzerinde titremek gerekiyor. Ancak, ne yazık ki, “Çözüm Süreci”nin üzerindeki “Damokles’in Kılıcı”nı şu sırada iktidarın elinde.
Gezi Eylemleri’ne takınılan akıl almaz vahşice tavır, olayların nedenini anlamamakta direnme ve saçma sapan teşhisler koymak bir yandan, Lice’de Kürtlerin fütursuzca yaylım ateşine tutulmaları ve bu yapılanı savunmak basiretsizliği diğer yandan; “Çözüm Süreci”nin üzerine gölge düşürüyor. Mardin’e Diyarbakır’dan geçtim. Diyarbakır, Medeni Yıldırım’ın cenazesini bekliyordu. Mardin’den ayrılırken, Diyarbakır karışmıştı.
Taksim’e biber gazı, Lice’de kurşunlar; sonra insanlar “Her yer Taksim, her yer Direniş” diye, “Diren Lice, Kadıköy seninle” diye gösteri yaptığı vakit, gösterileri “Kürt karşıtı ulusalcıların komplosu” diye nitele.
Bu kafayla, “Çözüm Süreci”ni sürdürmek ve “Barış” ile buluşturmanın ne kadar zor olduğunu iktidar çevreleri göremiyorlar. İki yıldır akıl hocalığı yaptıkları Muhammed Morsi’nin, birkaç hafta içinde Mısır’da ne hale geldiğini görüp, uyanamıyorlar da.
Muhammed Morsi’nin mukadder çöküşü ve Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki başarısızlığı, şimdi tutturduğu yoldan dönmezse Ak Parti iktidarını ve onunla birlikte, Türkiye’nin bölgesel konumunu da aşağı çekeceğe benziyor.
Yine de, Ak Parti’nin önünde “çıkış yolu” var; onu 2002’den 2011’e kadar güçlendirerek taşıyan “demokrasiye sadakat ve özgürlükleri genişletme yolu”na geri dönmesi. Bu yoldan saptığı için, tüm sicilini sorgulatır hale geldi ve kendisiyle birlikte Türkiye’nin uluslararası rolünü de zayıflatır hale getirdi.
İktidar partisi, bunların yanısıra, bir de, “Çözüm Süreci”ni olması gereken şekilde götüremezse, sadece kendisinin değil ülkenin tümünün başını büyük belaya sokacak.
Başbakan Tayyip Erdoğan, “Lice sıradan bir olay değildir. Esrar, Hint keneviri olayıdır” diyor; papağanları bunu zaten birkaç gündür söylüyordu. Gezi konusundaki aymazlığın Lice’de tekrarı bu.
Buna karşılık Gültan Kışanak soruyor: “Lice karakol protestosuna katılanlar topu topu 200-250 kişilik kadın ve çocuklardan oluşan sivil bir grup. TSK’nın acziyet içinde olduğunu mu söyleyeceğiz? O karakolu korumanın başka yolu yok muydu? O sivil insanları taramak zorunda mıydınız?”
Tüm vurulanlar, sırtlarından vuruldular. İnsanlara vücut hizasından ateş açmak ve taramakla, “esrar ve Hint keneviri”nin ne ilişkisi var?
Gezi’deki “dış mihrak”ı ise, Başbakan Yardımcısı bulmuş, “Yahudi diasporası” diye açıkladı. Allah’tan korkmaz mısınız? 31 Mayıs günü, ardından 1 Haziran sabahı, Taksim Meydanı’nı ve Gezi Parkı’ndaki savunmasız insanları (o sırada Başbakan’ın “marjinal örgütleri” orada değildiler) biber gazına boğmasaydınız, bu gelişmeler böylesine, bu boyutlarda patlak verir miydi? Amansız ve “orantısız” biber gazı emrini “Yahudi diasporası” mı verdi?
Bütün bunlar gözlerimizin önünde, hiçbir komplo aramayı gerektirmeden cereyan etti. Bir de , Ak Parti çevrelerinden bana soruyorlar, “Ne oldu size böyle?” diye. Asıl size ne oldu böyle? Nasıl bu kadar zalim olabildiniz?
“Çözüm Süreci” konusuna dönelim. İhsan Dağı, dün Zaman’da, “Belli ki taraflar arasında hâlâ bir ‘güven sorunu’ var. Gezi Parkı olayları bunu derinleştirdi, Lice ve Diyarbakır’da yaşananlar ise sorunu ‘kriz’e dönüştürdü. Ayrıca son günlerde Başbakan’ın yeniden MHP tabanına gözünü dikmesi çözüm sürecinin geleceğine ilişkin endişeleri artırıyor. Gezi Parkı gösterilerine karşı ‘sol ve anarşik’ unsurlara karşı ‘sağda safları sıkılaştırma’ ve hatta MHP tabanına ulaşma çabaları önümüzdeki dönemde AK Parti’nin çözüm süreciyle Kürtlere ulaşmak yerine milliyetçi ve ülkücülerle buluşmayı tercih edeceği kanısını pekiştiriyor” diye yazdı. Ve ekledi:
“Soru belki de şu: Başbakan Kürtlerin oylarıyla mı, yoksa milliyetçi-ülkücülerin oylarıyla mı cumhurbaşkanı olmayı tercih edecek? Çözüm sürecinin akışı bu hesaba bağlı.”
Bence de…
Paylaş