Paylaş
Bundan birkaç yıl önce olsaydı, tüm projektörler İyad Allavi’nin üzerine odaklanırdı. Yedi hafta önceki Irak seçimlerinin galibi Ankara’ya geliyor ve televizyonlar ile gazetelerin haber bültenlerinde adeta lütfen yer buluyor. Peşinden koşan yok. Söyleşi yapmak için çabalayan yok. Ziyaretin arka planını, neler konuşulduğunu öğrenmeye uğraşan ve yorumlayan yok.
İyad Allavi, şu sıralarda Türkiye dışında nereye gitse, yine “birinci haber” olur. Türkiye’deki bu “kayıtsızlık” neye alamet; yoksa yeni bir “içe kapanma” halinin mi göstergesi?
İyad Allavi, Ankara’ya yola çıkarken, 325 sandalyeli Irak Parlamentosu’nda elde ettiği 91 milletvekilinden 2’sinin milletvekilliği, itirazları değerlendiren Komisyon tarafından iptal edilmişti. Şu anda, onun “Irakiyye” listesi ile görevdeki Başbakan Nuri el-Maliki’nin “Kanun Devleti” listesi 89-89 başabaş durumdalar. Hatta, Allavi’nin listesinden bir milletvekili de tutuklu.
Bu arada, Maliki’nin isteği üzerine Bağdat oyları bir kez daha sayılıyor. Allavi de Ankara’da yaptığı açıklamada, Kerkük ve Basra oylarının yeniden sayılmasını istedi. Hatta “seçimlerin yenilenmesini isteyebileceğini” bile söyledi.
Irak’ta hükümet çalışmaları, bütün bu itirazların giderilmesinden sonra başlayacak. Bu da yaz sonuna sarkabilir. Yaz sonuna dek halledilmesi gerekiyor çünkü Obama’nın “çekilme takvimi” Eylül’de, Irak’ta 50 bin asker dışındaki tüm Amerikan askerlerinin çekilmesini öngörüyor.
Irak seçimleri, Amerikan “çekilme takvimi”nin gerekleri ve ABD’nin yeni Ortadoğu dengesi hesaplarına endeksli idi. Amerikalılar, ideolojisi, ilişkileri ve ittifaklarından ötürü “İran’a yakın” diye değerlendirdikleri Maliki’ye karşı Allavi’yi tercih ediyorlardı.
Allavi, bir Şii ama “laik Şii” addediliyor ve en önemlisi listesi Iraklı Sünnileri ve Arap milliyetçilerini temsil ediyor. Maliki-Allavi isimleri üzerinden cereyan eden kilitlenme, ABD-İran karşıtlığının Irak’a izdüşümü.
Peki, karmaşık Irak denkleminde Ankara’nın gönlü kimden yanaydı?
İyad Allavi’den.
*** *** ***
Türkiye, Irak’ta kim olursa olsun, “beraber çalışacağından” söz ediyor, Tayyip Erdoğan ile Nuri el-Maliki arasında gayet yakın ilişkiler de kuruldu ama “perde arkası”ndaki tercihinin Allavi olduğu bir “sır” değil.
Yani, Türkiye ile Amerika arasında bugün Irak’ta bir “pozisyon beraberliği” ya da “çıkar kesişmesi” var. Türk-Amerikan ilişkilerini ya da Türkiye’nin Irak ile ilişkilerini değerlendirirken, 1 Mart Tezkeresi’nde (2003) ve hemen ertesinde Süleymaniye’deki “çuval olayı”nda kalmış, onun ötesine geçememiş olanların kabullenecekleri ya da kavrayabilecekleri bir şey değil bu; ama böyle.
Türkiye ile ABD arasında Irak üzerinde bir “pozisyon beraberliği” ya da “çıkar kesişmesi” söz konusu.
Zaten öyle olduğu için, Beyaz Saray, aslında Türkiye’nin birçok dış politika tavrından hazzetmese de, Türkiye’ye “Irak ve Afganistan” ile ilgili “mecburiyeti” yüzünden fazla ses çıkaramıyor; hatta 24 Nisan’daki Obama açıklamasında olduğu gibi Türk hükümetini karşısına almaktan kaçınıyor.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki “Protokoller”le ilgili sürecin tıkanmasının sorumluluğunun Türkiye’de olduğu Washington’da yönetim çevrelerinde yaygın bir kanı. Ancak, Washington’un Ankara’ya “Irak ve Afganistan bağımlılıkları”, Beyaz Saray’ın fazla ileri gitmesini önlüyor.
Irak (ya da İyad Allavi ismi) üzerinde bir Ankara-Washington “pozisyon beraberliği”nden söz edilebilirse de, bunun “gerekçeleri” aynı değil. ABD, Maliki ve müttefiklerinin “İran bağlantısı”na bakarak, “Allavi tercihi”ni yaparken, Türkiye, ABD kadar belirgin biçimde olmadan ve “açık vermeden”, “Sünni karakteri” nedeniyle Allavi’ye daha eğimli durdu.
Allavi’nin seçimden birinci çıkmasına rağmen, iktidarı kaybetmeye başladığı –Irak’ta Amerikan politikasını da zora sokacak gelişmelerin cereyan ettiği bir sırada Ankara’ya koşması, “destek arayışı” ile ilgili.
*** *** ***
Irak’taki iktidarın nasıl ve ne zaman şekilleneceğinin anahtarı herşeye rağmen Kürtlerin elinde duruyor. İyad Allavi, Kürtlere kur yapıyor ama listesinde “en azgın Kürt düşmanı Sünni Arap milliyetçileri”ni barındıyor.
Kürtler, şu ana dek “kartlarını göğüslerine yakın tutmaya” devam ediyorlar. Irak’ta savaş sonrası “yeni iktidar denklemi” olan “Şii-Kürt ittifakı”na sadık kalmayı seçebilirler. Ya da ABD’ye, ABD’nin tercihlerine uymaları karşılığında “yüksek fiyat” da çıkartabilirler.
Irak’ın bu karmaşık denklemi, Türkiye’yi “jepolitik” nedenler başta olmak üzere, önemli ve etkili bir “aktör” konumuna getiriyor. Türkiye’nin bu rolü oynayabilmesi, “istikrarsızlık hali”nin kronikleştiği ve giderek ağırlaşan bir “güvenlik sorunu” üretecek Irak’ın yanıbaşında “istikrarlı” durmasını gerektiriyor.
Burada, bu noktada sorulacak soru şu: Tokat Reşadiye’de, Samsun’da Ladik’te “PKK mührü” taşıyan, şimdilerde Giresun’a, Şebinkarahisar yakınlarına tırmanan ve herbirinde de olabilirliğine rağmen önlenmemiş olan saldırıları, bu fotoğrafa iliştirebilir miyiz?
Türkiye’nin Irak’ta istikrara katkıda bulunacağı “baş aktör” rolünden, Türkiye’yi istikrarsızlığa sürükleyerek, onu kim yoksun bırakmak isteyebilir.
Kaç tane PKK var? Güvenlik ve istihbarat birimleri içinde “Ergenekon uzantıları” ne ölçüde? Bunların “PKK’lardan biri” ile açık ya da “zımni” ilişkisi var mı?
Irak’tan yola çıkarsanız ya da Irak’a bakarsanız ve aynı zamanda Türkiye’deki gelişmelerden gözünüzü ayırmazsanız; bu soruları sormak zorundasınız.
Paylaş