Paylaş
Karşı. Hatta, bu yönde bir gelişmeyi “casus belli” yani “savaş nedeni” sayan gizli bir genelge Bülent Ecevit'in başbakanlığı sırasında servise sokulmuştu ve Hürriyet gazetesi bunu yayınlamıştı.
(Bu arada, Türkiye’nin “casus belli enflasyonu” bakımından Guinness rekorlar kitabına geçebileceğini ve dış politika esaslarında saçmalık için bundan daha çarpıcı bir gösterge olamayacağını bir yere kaydedelim.)
Peki, Türkiye, mevcut sınırları içinde yani görünürde “toprak bütünlüğü”ne sahip “federal” bir Irak’a karşı mı?
Türkiye, “federal” yapılardan hoşlanmasa da, “beterin beteri vardır” mantığı ile, çarnaçar, “federal Irak”a en azından “kağıt üzerinde” karşı değil. Irak’ı mevcut haliyle “egemen” bir devlet olarak tanıyor. Diplomatik ilişkileri var. Türkiye’nin büyükelçisi Bağdat’ta, Irak’ınki Ankara’da.
Yani, Türkiye, Irak, geleceği belirsiz bir şiddet iklimi içinde kasılıyor olsa da, Irak’ı 2005 yılında referandumla kabul edilmiş “anayasal statüsü” içinde kabul ediyor. Zaten, Irak’ın iki başbakanı İbrahim Caferi ile Nuri el-Maliki, bu sıfatlarıyla Ankara’ya resmi ziyarette bulundular. Bir dizi bakan ve ayrıca Cumhurbaşkan Yardımcısı da Türkiye’ye gelmediler mi? Geldiler.
Hal bu ise, Irak’ın Cumhurbaşkanı’nın Celal Talabani, Dışişleri Bakanı’nın Hoşyar Zebari, Başbakan Yardımcısı’nın Barham Salih olduğunu reddedebilir misiniz? Bunların “Kürt” olduğunu bilmiyor musunuz? Bu isimler, “Kürt kökenli” oldukları için değil, “Kürt” oldukları için, söz konusu sıfatları, uzun süren pazarlıklarla elde ettiler.
Yani, Ankara, “Ben Kuzey’deki yetkilileri muhatap almam” dediği vakit, zımnen “Ben Kürtleri tanımıyorum” ve aynı anda “Benim muhatabım sadece Bağdat’tır” diyor. Ama, Bağdat; Şii Başbakan, Şii Petrol Bakanı, Şii İçişleri Bakanı, Sünni Cumhurbaşkan Yardımcısı, Sünni Meclis Başkanı, Sünni Savunma Bakanı kadar, Kürt Cumhurbaşkanı, Kürt Dışişleri Bakanı, Petrol işlerinden sorumlu Kürt Başbakan Yardımcısı demek.
Ayrıca, Irak’ın mevcut “anayasal statüsü”nü kabul etmek, hoşunuza gitse de, gitmese de, ülkenin kuzeyindeki Dohuk, Erbil ve Süleymaniye vilayetlerinin “Kürdistan Bölge Yönetimi” adı altında bir araya geldiğini ve “federal Irak”ın “federal Kürdistan” ile mümkün olduğunu kabul etmek demek. Çaresi yok. Ya böyle bir Irak, ya parçalanmış, “bağımsız Kürdistan”lı bir yeni harita.
Bu gerçeği by-pass edip, kara ticaretiniz Habur’dan Kuzey Irak’a girmek zorunda olsa bile, her işinizi Bağdat ile halletmeye kalkarsanız, “yanlış hesap Bağdat’tan döner” misali, Bağdat’tan sizi Kuzey’e yönlendirirler.
Akaryakıt taşımacılığı konusunda son kopan ya da Kürşat Tüzmen tarafından kopartılan fırtına, bundan ibarettir.
*** *** ***
Referans’ta hafta başında çıkan haber yaklaşımı doğru idi. “Ticaret üzerinden Siyaset” başlıklı Önceki günkü yazımızda anlattıklarımız, gelişmelerin üzerindeki sis perdesi son iki gün içinde aralandığında doğrulandı.
Sözü, İlnur Çevik’in Erbil’den, Bağdat’taki Barham Salih ile yaptığı telefon görüşmesini aktardığı The New Anatolian’daki manşet haberin satırlarına bırakayım:
“Irak Başbakan Yardımcısı Barham Salih, Bağdat yönetiminin Kürdistan Bölge Hükümetini (KBH) dışarıdan akaryakıt ithal etmekle yetkilendirdiğini ve bunun için 2007 mali yılı bütçesinde fon ayrıldığını açıkladı... Dohuk, Erbil ve Süleymaniye vilayetlerini yöneten KBH’nın, Bağdat’ın ülkenin tümü için satın aldığı akaryakıtın kuzey bölgesine düzenli ulaşmadığını ve gecikmelerin ciddi sıkıntılara ve zorluklara yol açmasından ötürü bir yıldır şikayette bulunduğunu söyledi. Iraklı yetkili, bu şikayetleri aşmak için, hükümen Kürtlere kendi akaryakıt ihtiyaçlarını karşılamak yetkisini verdiğini ve bu amaçla bütçede fon ayrıldığını belirtti. Irak devlet şirketi SOMO, ülke için akaryakıt ithaline devam edeceğini ama kuzey vilayetleri için KBH’nın akaryakıt ithaline yetkili olduğunu Türkiye’ye bildirdi... Dr. Salih, Türk yetkililerin bazı iç politika kaygılarından kaynaklanan siyasi duyarlıkları olabileceğini anlayabildiğini söylemekle birlikte, KBH’nın Ankara tarafından tanınması gereken bir legal antite olduğunu vurguladı. ‘Eğer Türkiye Irak anayasasını tanıyorsa, o takdirde Türkiye KBH’nın yasallığını tanımak zorundadır. KBH, bu anayasa ile oluşturulmuştur. Eğer, Türkiye bu anayasayı tanımıyorsa, Irak egemenliğini de tanımıyor demektir ve bu, çok ciddi bir duruma yol açar’ dedi.”
Biz de önceki gün aynen bunları ifade etmiştik.
*** *** ***
Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimine “haddini bildirmek” için akaryakıt sevkiyatını kesemez mi? Kimi TOBB yönetim kurulu üyeleri bile bunu önerdiğine göre...
Kesebilir ve Kürtlerin canı acır. Ama, İran ve Suriye üzerinden, bu kayıpları giderilebilir. Türkiye, ancak, İran ile Suriye ile anlaşarak, Kuzey Irak’ı ekonomik olarak boğazlayabilir.
Oysa, diplomasi, siyaset ve ekonomi hakkında en basit fikri olan bir kişinin, İran’ın Türkiye’nin Kuzey Irak’tan elini ayağını çekmesi için ellerini oğuşturduğuna kuşkusu olamaz. İran, bölgede nüfuzunu yayamadığı tek yer olan Kuzey Irak’ta, bunu gerçekleştirebilmek için, Türkiye’nin kendi ayağına ateş etmesini bekliyor olmalı.
Türkiye’nin Irak ile toplam ticaret hacmi 3 milyar dolara ulaşıyor ve bunun yüzde 40’ı Kuzey ile. Türk müteahhitlerinin Kuzey’deki işlerinin değeri ise 1 milyar dolara ulaşıyor. Bütün bunları havaya uçurmak, hangi “siyasi zeka” ile açıklanabilir?
Bu arada, dünkü gazetelerde yer alan haberlerdeki şu cümleyi de not edin:
“ABD’nin terörle mücadele temsilcisi General Joseph Ralston, emekli Orgeneral Edip Başer ve (Dışişleri Bakanı) Gül ile görüştü ve Kuzey Iraklı Kürtlerle diyalogun bölgenin geleceği için şart olduğunu söyledi”...
Türkiye’nin Erbil’de diplomatik ve ticari temsilciliğinin bulunmadığını, Musul’da açılan başkonsolosluğun güvenlik sorunu nedeniyle çalışmadığını, Başkonsolos’un Ankara’da oturmaya devam ettiğini, 2003’ten bu yana Amerika, İran ve Suriye üst yöneticileri ile Arap Birliği Genel Sekreteri’nin defalarca gitmiş olmasına karşılık, ne Başbakan’ın, ne de
Dışişleri Bakanı’nın Bağdat’a bile bir kez gitmemiş olduğunu da biz ekleyelim.
Mevcut Irak politikası ile Türkiye’nin Irak’ta alabileceği fazla bir yol yok...
Paylaş