Bağdat’ta “Öfke Günü”...

Bağdat’ta sabaha gözlerini helikopter sesleriyle açmak hayra alamet değildir. Bir şey oldu ya da olacak demektir.

Cuma sabahı erken saatte güne böyle başlayınca, günlerdir yapılan spekülasyonların gerçekleşebileceğine ihtimal vermeye başladım. Hele önceki gece, Irak’ın “yevm el-Gadab”ında yani “Öfke Günü”nde çok büyük provokasyonların olabileceği ve kan dökülebileceğine ilişkin istihbarat bilgileri gelince, beni Cadıriyye’deki Cumhurbaşkanlığı konutuna gitmekten caydırmak isteyenlerin haklı çıkabileceğini düşünür oldum.
Ne yapsalar beni caydıramayacaklarını anlayınca, “Peki” dediler, “Git ama yol üzerinde trafik yoğunluğu gördüğün anda geri dön. Öyle bir durumda geri döneceğine söz verirsen, gitmeni engellemeyiz. Fazla da kalma. Öğle saatinden önce geri gelmeye bak. Şayet, geri dönüş yolunda zorlanabileceksen, orada kal. Yarın dönersin.”
Pek iç açıcı olmayan bu uyarılara rağmen, gitme kararlılığım da değişiklik olmadı ama tam yola çıkacak iken, Celal Talabani’nin özel kaleminden aradılar. “Yeşil Bölge”ye giriş-çıkışların yasaklandığını, “güvenlik gerekçesi” ile benim oraya gitmememin uygun olacağını düşündüklerini ve randevumuzun iptal edildiğini bildirdiler.
Gerçi benim kaldığım Bağdat’ın en eski Sünni semtlerinden Veziriye ile  Talabani’nin ikametgahının bulunduğu Cadıriyye, Dicle Nehri’nin aynı yakasındalar ama birbirleriyle tam aksi yöndeler ve Irak başkentinin karmaşık güvenlik ortamı nedeniyle, Veziriyye’den güvenli biçimde Cadıriyye’ye ulaşabilmek için, Dicle’nin karşı kıyısına geçip, “Yeşil Bölge”ye girip çıkarak, tekrar nehrin diğer yakasına geçmek gerekiyordu.
Provokasyon tedirginliği
O ara helikopter sesleri yoğunlaştı. Veziriye’de ne olur ne olmaz diye, bulunduğum çevredeki damlara keskin nişancılar yerleşti. Aynı yakada bulunduğumuz, Tahrir Meydanı’ndaki “Öfke Günü”nün göstericilerinin arasına karışıp, belirli hedeflere saldırılar yöneltebileceklere karşı önlem alındı.
Burası Bağdat. Başka yere benzemiyor. Saldırı dediğiniz zaman, intihar saldırısı, roket saldırısı ve en hafifinden otomatik silahlara saldırı akla geliyor. Çünkü, Bağdat, bu tecrübeden yeterince geçti.
Öğle saatinde meraklı bekleyiş arttı. Cuma namazından sonra Tahrir Meydanı’nda çok sayıda insanın birikmesi bekleniyordu. Zaten Tahrir Meydanı’nı “Yeşil Bölge”ye bağlayan Cumhuriyet Köprüsü’nün üzerinde Cuma namazı kılındığı haberleri geliyordu. Göstericilerin, “Yeşil Bölge”ye girmek isteyeceği ve Başbakan Nuri el-Maliki’nin konutuna yürümek isteyebilecekleri tahmin ediliyordu.
Kuzey ve Güney’den gelen ölüm haberleri
Ölü ve yaralı haberleri, Bağdat’tan değil, Musul’dan, Basra’dan ve Kerkük yakınlarındaki Sünni Arap kenti Havija’dan geldi. Necef’te, Kerbela’da, Nasırıye’de ve Kürdistan kenti Süleymaniye’de de gösteriler olduğunu öğrendik.
Bağdat’ın Tahrir Meydanı’nda ise 3000 kişi kadar toplanmıştı. Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki muazzam gösterilere tanık olunca, Bağdat’taki 3000 kişilik gösteri, gösteriden sayılmaz.
Ama şehrin adı Bağdat olunca, herhangi bir kıpırdanmanın “çarpan etkisi” gösterici sayısından çok farklı olabiliyor ve bütün şehir, dün olduğu gibi, kilitleniyor ve gerilebiliyor.
Başbakan Maliki’nin gösterilerin “El Kaide ve Baasçılar tarafından düzenlendiği ve bu nedenle katılınmaması gerektiği” yolundaki çağrısı, Şiiler tarafından kaale alınmış olmalı ki, Bağdat’ın çoğunluğunu teşkil eden Şiiler, uzak durdular.
Zaten, burada kimi sözcükler farklı kodlara işaret ediyor. “Baasçılar” dendiği zaman mutlaka ve gerçekten “Baasçılar” anlamına gelmiyor; Şiilerin önemli bir bölümü bunu “Sünniler” şeklinde tercüme ediyorlar.
Irak’ta değişik şehirlerdeki gösterileri, hükümete muhalif Şarkiyye ve hükümete yakın Irakiyye televizyon kanallarından izlerken, göstericilerin sloganlarına ve görüntülerin bakıp, bunların diğer ülkelerdeki farkını görmek mümkün oldu.
Gösterici Iraklılar, işsizlikten, kötü hizmetlerden, yoksulluktan ve yolsuzluktan şikayetlerini dile getiren sloganlar haykırıyor, valilerin istifasını talep ediyorlardı.
Irak’ın diğer bölge ülkelerinden farklı yanı
Irak’ta değişmesi istenen bir rejim, devrilmesi istenen bir Cumhurbaşkanı yok. Zira, değişecek bir rejim yok. Seçimlerle oluşan Irak Parlamentosu’na girmiş olan bütün partiler ve gruplar, hükümette yer alıyorlar. Parlamento, iktidarın paylaşılması platformunu ifade ediyor. Bildiğimiz anlamda parlamentoda muhalefet partisi bulunmuyor.
Bir yandan da son yıllarda seçim yapmaya alışmış bir ülke ve halkı, aynı zamanda iç ihtilaflarını kanlı bir boğazlaşmayla son yıllar içinde halletmeyi denemiş ve bundan bitap düşmüş olan bir siyasi yapı söz konusu.
Bu yüzden, Ortadoğu’da esen “değişim dalgası”nın aynı parametrelerle sirayet edebileceği bir ülke değil Irak.
Gelecek umutları
Bununla birlikte, ülkenin mezhebi ve etnik yapısı, uluslararası siyaset arenasındaki yeri, bölge ülkelerinin farklı ve kimi zaman çatışan çıkarlarını iç bünyesinde yansıtması ve kendi iç dinamiklerini bölge ülkelerine yansıtma kapasitesi ve bu ülkede ABD’nin konumu, Irak’daki herhangi bir toplumsal hareketliliğinin “şiddet” aracılığıyla devreye girmesini mümkün kılmaya devam ediyor.
Irak’ın “Öfke Günü”nün, diğer bölge ülkelerine oranla çok daha “cılız” kalabalıklarla da olsa, “provokasyona açık” olması ve doğuracağı sonuçlar bakımından ülke (ve Bağdat) çapında tedirginlik yaratmasına yetiyor.
Yine de, Irak’ı, yakın gelecekte, bugününden daha iyi olacak ülkeler arasına, “değişim dalgası”na tutulmuş diğer bölge ülkelerinin yanına ilave edebilirsiniz.
Bağdat’a akşam karanlığı çöktü. Helikopter sesleri hala işitiliyor ve yakın geleceği etkileyebilecek, korkulan çapta bir “provokasyon” olmadı işte...
Yazarın Tüm Yazıları