Paylaş
Londra-İstanbul arasında üç buçuk saatlik uçuş süresi boyunca başka bir tarih döneminde olsa ülkenin altını üstünü getirebilecek gelişmeler olup bitmişti bile.
Saat 12’de, yani geceyarısı haberlerine evimde yetiştim. Sürekli haber kanallarını dolaşıyordum, alt yazı geçerek son gelişmeleri aktarıyorlardı ama olağan haber akışlarını değiştirmemişlerdi. Bir haber kanalında, bir manken-şarkıcı ile, bir diğerinde bir erkek ses sanatçısı ile söyleşiler yapılıyordu.
Şunun şurasında iki yıl önce bir albay ile ilgili soruşturma başlatıldığında, bütün televizyon kanallarının normal haber akışını kesip, sabahın ilk saatlerine kadar Genelkurmay’da kaç ışığın yanmakta olduğunu gerilim efektleriyle bildirdikleri hatırlanırsa, gelinen nokta kendi başına anlam yüklü.
Bu kez, hiç kimsenin “Genelkurmay’daki ışıklar”a takıldığı yoktu. Zaten, ışıklar Cuma günü mesai saati sonunda sönmüştü. Gece boyunca yakılmasının gereği kalmamıştı; zira o binada ışıkları yakacak kimseler kalmamıştı.
Ertesi sabah, yani Cumartesi sabahı saat 05’te yine havaalanı yolunu tuttum. Saat 9’da Diyarbakır’daydım. Çok geçmeden, Ankara’daki “istifa depremi” üzerine apartopar Beyrut’tan İstanbul’a geçen New York Times’ın ünlü muhabiri Anthony Shadid’in telefonu geldi.
Ne oluyordu? Durum nasıl “okunmalıydı”?
New York Times ile söyleşi
Ona söylediklerim, 30 Temmuz tarihli New York Times’da yer aldı. “Türkiye’de askerin siyasi kararları belirlediği dönem sona ermiştir. Ülkede yeni bir siyasi denklem kurulmuştur ve siyasette asker üzerinden puan toplamak isteyenlerin, artık, bu tür hesaplar yaparak sonuca ulaşmalarının imkanı kalmamıştır” mealinde bir şeyler söyledim.
NY Times ile konuşurken, istifa eden generallerin isimlerinden söz etmem gerekse, hatırlamadığımı farkettim. Işık Koşaner tamam, Kara Kuvvetleri Komutanı’nın adını da hatırlıyordum ama Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanlarının adları bir türlü aklıma gelmedi.
Bunu da bir “normalleşme” ve “ilerleme” olarak kaydedebiliriz pekala. Yıllarca, “Gidin, Avrupa’da birine genelkurmay başkanı ya da kuvvet komutanlarının adını sorun; bilmez. Gerçekten bir demokrasi iseniz, üst düzey bürokratların isimlerini bilmeniz özellikle gerekmez” diyenler bizler değil miydik?
Temmuz 2011 sonunda birkaç saat içine sıkışan “dramatik gelişme”nin, yıllar içinde yol almakta olan bir sürecin ulaştığı bir zirve noktası olduğunu anlamak gerekiyor. 2000’li yıllarda, Türkiye’nin AB yolculuğuna koyulmasına paralel olarak, “eski”ye ait kurumların ve şahsiyetlerin ıskartaya çıkmasının sonuçlarından biridir Ergenekon ve Balyoz davaları.
Bu davaların yol almasıyla, askerin Türkiye’nin siyaset denklemindeki geleneksel ve bildik yerini koruması da imkansızdı. Nitekim, Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının istifasını da getiren, bu davaların önünü kesmek ve filmi bir nebze geriye sardırmak girişiminin sonuçsuz kalması oldu.
İstifaların arkasının gelebileceği konuşuluyor. Bunu ileri sürenler var.
Olabilir. Ama, daha alt kademelerdeki istifalar –adedi ne olursa olsun- 29 Temmuz akşamı en üst kademedeki toplu istifalar ölçüsünde “dramatik” olamaz. Bunu aşan bir Türkiye, alt kademelerdeki istifa dalgasıyla sarsılmaz.
Şurası kesin görünüyor: Silahlı Kuvvetler’in Türkiye’nin siyaset denkleminde sahip olmuş bulunduğu “özel konum” artık geri gelemez. Gelmemelidir de zaten.
Tayyip Erdoğan’ın eli güçlendi
29 Temmuz’un, 12 Haziran’dan yüzde 50’lik bir seçmen gücüyle iktidarını pekiştirerek çıkan Tayyip Erdoğan’a gerek iç ve gerekse dış siyaset açısından muazzam bir “bonus” sağladığı tartışma götürmez.
Bundan böyle, özellikle iç siyasette atılabilecek adımlara ayak sürümeye mazeret olarak gösterilen “asker faktörü” giderek çok daha az inandırıcı olacaktır.
Tayyip Erdoğan’ın önü “yeni, demokratik ve sivil bir anayasa” yapmak için açılmıştır, eli güçlenmiştir.
Türkiye’de 29 Temmuz sonrası “yeni siyaset denklemi”nin “Türkiye’nin bir numaralı sorunu”na ilişkin de, elbette, bir izdüşümü olacaktır. PKK-BDP hattı, bir süredir, Kürt sorununa dair her türlü olumsuzluktan Ak Parti iktidarını sorumlu tutuyordu. Kantarın topuzunu kaçırarak “faşist devlet” etiketini Ak Parti’nin üzerine yapıştıranlar da çıkıyordu.
Askerin “siyasi karar mekanizması”nda ağırlığının son derece azalması ve Kürt sorununa ilişkin olarak büyük ölçüde “denklem dışı” kalması, hükümetten özerk, hatta bağımsız kararla uygulanan “operasyonlar”ı da muhtemelen ortadan kaldıracaktır.
Ak Parti ile PKK-BDP arasında “interface” hali
Böyle bir durumda, örgütün “silahlı eylemleri tırmanışı”nı “operasyonlar”a karşı “meşru savunma” ile açıklama gerekçesi de inandırıcı olamayacaktır. Bölgede ve büyük şehirlerde “eylem tırmanışı” ve “silahlı mücadeleye geri dönüş”, örgüt yönünden bir “taarruz taktiği”nin yürürlüğe konuşunu ifade edecektir.
29 Temmuz sonrasında, Ak Parti iktidarı (bir başka deyimle Tayyip Erdoğan hükümeti) ile PKK-KCK-DTK-BDP’nin, arada “asker tamponu” bulunmadan, yüzyüze kalacakları bir döneme adım atıyoruz.
Bu, internet dönemi terminolojisi ile “interface” hali, bir kısa dönem için öncelikli olarak Kandil kaynaklı “çatışma”nın öne çıkmasını beraberinde getirse de, çok geçmeden “çözüm süreci”nin gerçekten başlamasını mümkün kılacak ipuçlarını da sunuyor.
Bu ipuçlarını, İmralı’nın son açıklamasında, Diyarbakır’daki DTK Kongresi’nde, Kemal Burkay’ın 31 yıl aradan sonra yurda dönüşünde, ülkede umduğumun ötesinde olumlu yankı yaratan bizim Londra-Belfast-Edinburgh turunda yakalamak mümkün.
Nasıl mı? Yarına...
Paylaş