Paylaş
Davutoğlu’na göre, “Kuzey Suriye”de bir Kürt devleti kurulamaz zira orada Kürt devleti kuracak kadar Kürt nüfusu yok. Dışişleri Bakanı şu ifadeleri kullandı:
“Kuzey Irak’ta dağlık bir alanda bütünüyle Kürtlerin yaşadığı bir sınır var. Suriye’deyse bir Kürt varlığı varmış gibi korku üretiliyor. Bayrak çekildiği iddia edilen yerler, çok az nüfusu olan yerler…
Oluşturulmaya çalışılan ortam, Halep’teki Arap nüfusa karşı tahriktir. Kuzey Irak’ta yaşanan benzer bir şeyi burada yaşamak doğru mu? Birileri büyütmek istiyor. Bir takım fırsatçı gruplar. Unutulmasın ki, Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Kürt’tür.”
Bu son cümlesinin üzerinde durulacak bir yanı yok. SUK Başkanı Abdülbaset Seyda, kendinden başka hiçbir şeyi temsil etme gücüne sahip olmayan bir Kürt’tür. Kırk yıla yakın süredir İsveç’te yaşamakta olan bir entelektüeldir. Yani, onun Kürt olmasına gönderme yapmanın, bir ara “Ak Parti’nin 75 Kürt milletvekili var” söyleminin değeri kadar değeri var.
Başbakan’ınkileri gibi Davutoğlu’nun açıklaması da “sorunlu”. Çünkü:
1. Suriye’deki durumu büyütmek isteyen birileri olduysa, bizzat “iktidar”ın kendisi ve Başbakan oldu. Eğer, “bayrak çekildiği iddia edilen yerler, çok az nüfuslu yerler” ise, niçin Ankara’da olağanüstü güvenlik zirvesi topladınız ve arkasından Başbakan “Eyvallah demeyiz; müdahale ederiz” açıklamaları yaptı? Niçin, bu kadar “önemsiz” gelişmeler üzerine Davutoğlu, Erbil’e Mesut Barzani’yle görüşmeye koşturuyor?
2. Ne demek, Kuzey Suriye’de bir “’Kürt devleti’ kuracak kadar Kürt nüfusu yok.”? Bahreyn’in Sünni-Şii Arap nüfusu toplamının iki misli Kürt yaşıyor Suriye’de ve yaşadıkları alanın coğrafi çapı, Bahreyn’in neredeyse 10 misli.
Yani bu sağlam bir argüman değil. Suriye Kürtleri’nin zaten “bağımsız Kürt devleti” peşinde koştuğu yok ama Davutoğlu’nun, Kuzey Suriye’de niçin bağımsız Kürt devleti olamayacağına ilişkin argümanı sağlam değil.
3. “Kuzey Irak’ta dağlık bir alanda bütünüyle Kürtlerin yaşadığı sınır var” tespitiyle, Suriye Kürtlerinin Irak’takilerden farkını ortaya koymak doğru ama, çok “sorunlu”. Çünkü, “Kuzey Irak”ta sınırın öte yanında –yani Türkiye’de- yine dağlık ve üstelik “Kuzey Irak”tan çok daha geniş bir alanda devam eden dağlık bir bölgede, yine bütünüyle Kürtler yaşıyor. Orada yaşayan Kürtler, Irak’ta yaşayan Kürtler’den dört misli daha fazla. Ahmet Davutoğlu’nun akıl yürütme tarzına göre, “Kuzey Irak”ta geçerli olan durumun, Türkiye’nin Kürt bölgelerinde haydi haydi geçerli olması gerekir. Ama durum öyle değil.
4. Bakan’a göre, “Oluşturulmak istenen ortam Halep’teki Arap nüfusa karşı tahriktir.” Son günlerde, Türk medyasının manşetlerine ve hükümetten –başta Başbakan- yapılan açıklamalara bakılırsa, “Halep’teki Arap nüfus”tan çok daha önce tahrik olan Türkiye’nin devleti, milliyetçi çevreleri ve bu iki kesim arasında “bağlantı noktası” işlevini giderek benimsemeye başlamış olan hükümet.
Bu “tahrikçilik” hali, Kürtler açısından son derece talihsiz bir durum olmalı. Kürt olduğunuz anda ve en basit düzeyde çıkarlarınız doğrultusunda hareket etmeye kalkıştığınız takdirde, ya “Araplar” veya “Türkler”i tahrik eden bir konumdasınız demektir. “Varoluşsal bir provokatörlük” hali.
Halkımızın bir parçası olan ve komşumuz Irak, Suriye ve İran’da onlar üzerinden “soydaşlar”a sahip olduğumuz insanlar için ne kadar incitici bir yaklaşım, ne kadar dışlayıcı ve aşağılayıcı bir zihniyetin dışavurumu. Sabahtan akşama kadar “Kürt kardeşlerimiz” diye ortalığı inletin; Ahmedi Hani’nin adını ağzınıza alıp “Mem u Zin”den dizeler döktürün, “teröre ve teröristlere” lanet okuyup “benim Kürt kardeşim”den dem vurun; farketmez.
Suriye’nin, Irak’ın ve Gazze’nin Sünni Araplarına, Burma’nın Arakan’ındaki Müslüman kitlelerin çilesine gösterdiğiniz duyarlılık, onyıllarca inkar edilmiş ve zulmedilmiş Kürtlerin temel haklarını almak için her kımıldayışlarında ve kendi kendilerini yönetme isteği göstermeleri halinde gizlenemez bir “alerji”ye dönüşüyorsa, bunu hiçbir Kürt yutmaz.
Suriye’deki gelişmelerle ilgili ağzınızdan çıkacak her sözcüğü ölçüp biçmelisiniz. Özensiz her vurgunuz, bir anda, Türkiye’de milyonlarca insanın vicdanına çekiç gibi iniyor çünkü.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun birkaç gece önce bir iftar yemeğindeki şu sözlerini okudum: “Biz geçen asırda, 100 yıl önce Trablusgarp Savaşı’ndan Balkan Savaşı’ndan Yemen Savaşı’na kadar olan dönemde hangi kardeşlerimizle, halklarla ilişkilerimiz koparılmışsa, aramıza hangi duvarlar örülmüşse, bu duvarları tek tek yıkacağız. Bu kardeşlerimizle ebedi dostluğumuzu tekrar inşa edeceğiz. Bu eğer iddialı bulunuyorsa, evet buradan söylüyorum; biz bu iddianın sahibiyiz, takipçisiyiz.”
Güzel. Çok güzel. Doğru. Çok doğru. Ama bunu öncelikle Kürtlere uygulamak zorundasınız. 100 yıl önce, Türkiye Kürtleri, Irak Kürtleri, Suriye Kürtleri diye kavramlar da yoktu. Zaten 100 yıl önce ne Irak vardı, ne de Suriye.
İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı ülkesinden koparttıkları Orta Doğu lokmasını aralarında pay ettikleri vakit, Osmanlı ülkesinde içinde yaşayan ahalinin “Kürdistan” adıyla ve coğrafi tanımla ifade ettikleri alanı da üçe bölmüş oldular.
Irak Kürtleri, hiçbir zaman Bağdat’a bağlı yaşamak istemedikleri gibi, Suriye Kürtleri de Şam’a bağlı yaşamak istemediler ve fiilen yaşamadılar da zaten. Dahası, Türkiye ve Suriye Kürtleri arasındaki ilişkiler, Türkiye ile Irak ve Irak ile Suriye Kürtleri arasındaki ilişkilerden de “özel”dir.
Türkiye’yi bugün yöneten zihniyet, eğer “İttihatçı virüsü” ile enfekte değilse, hangi “ahlaki” ve “felsefi” gerekçeyle, Suriye Kürtlerinin bundan önce Şam tarafından nasıl yönetilmişlerse, birkaç rötuşla aynı şekilde yönetilmeleri gerektiğinin meşruiyetini savunabilir?
Türkiye ile Suriye topraklarını yüzlerce kilometre boyunca demiryolu ayırır; Türkiye ve Suriye Kürtleri birbirlerinin topraklarından söz ederken, “Hattın Yukarısı”, “Hattın Aşağısı” derler. Yani, zihinlerinde ve ruhlarında kopmamışlardır. Türkiye Kürtleri ile Suriye Kürtleri, bir anlamda, “aynı şey”dir.
Türkiye Kürtleri’nin ağzından Irak Kürdistanı nitelemesi çıktığını hiç işitmedim aralarındaki konuşmalarda. “Güney” derler kısaca ve ne demek istediklerini anlarsınız. “Güney”de de, haliyle “Kuzey”den söz edilir.
Doğrusu da budur. İngilizler ile Fransızların böldüğü ve parçaladığı ülkemizin –Türkiye ve Kürdistan- yeniden biraraya gelmesi için tarihin önü açılırken, bu ne telaş? Ne “ayıp” bir telaş üstelik…
Kafamız “Kürtler için iyi olan, Türkiye için iyidir” düsturuna doğru çalışmaya başlarsa, rahat ederiz. Türkiye büyür.
Türkiye, artık, olsa olsa, Kürtlere husumet ve alerji sonucunda küçülecektir…
Paylaş