Paylaş
Seçime tam iki hafta kaldı. Türkiye’nin yakın tarihinin en büyük kitle katliamının üzerinden bir hafta geçti.
Can kaybı sayısı 102’ye yükseldi. Hükümet yerli yerinde duruyor. Herhangi demokratik bir ülkede bu çapta bir olayın ardından adeta “otomatik refleks” olarak ortaya konulacak olan “istifa müessesesi”, yer Türkiye, iktidar AKP damgalı olunca, söz konusu olmadı.
İstifa, sadece makamın taşıdığı bir “sorumluluk” gereği yerine getirilmez. Aynı zamanda “onur” kavramıyla da ilgilidir. Görevin ve sıfatın “onuru”yla ilgilidir. Sahip olduğunuz konum gereği yapılması gerekeni yapamamış olduğunuz için büyük bir zarara -102 insanın öldürülmesi gibi- yol açılmasında payınız olmuşsa, gerek mesleğinizin, gerek taşıdığınız sıfatın onuru ve gerekse kişisel onurunuz “istifa”yı zorunlu ve hatta anlamlı kılar.
Ama tüm hesaplarınız, iki hafta sonra yapılacak seçimlere göre kurulmuşsa ve kendinize “her ne pahasına olursa olsun iktidar”dan başka yol bırakmamışsanız, “çıkar” kavramı “onur”un üzerine çıkar.
Yaşanmış olan olayın boyutları “istifa etmeme”yi imkansız kılacak nitelikteyse, istifa etmesi gerekenlerin olayı sıradanlaştırma, konuyu sulandırma ve saptırma, giderek örtbas etme ve üzerini kapatma, olmazsa baskıya ve yasaklamalara yönelme, yeni gündem yaratma gibi yollara başvurmaktan başka çareleri yoktur.
Tüm “kötü” özellikler, bu gibi olağandışı durumlarda, kendiliğinden ortaya serilmeye başlarlar: Yalancılık, savrukluk, duyarsızlık, yasakçılık, zalimlik…
Ankara katliamı ile birlikte, AKP hükümeti, bunların tümünü birden bir hafta boyunca ardarda sıralayıverdi. Ankara katliamının “IŞİD işi” olduğu belli olunca ve gerçek gizlenemez hale gelince, başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan, IŞİD’i doğrudan doğruya hedef almamaya, hatta PKK’yi, dahası Suriye’deki PYD’yi öne çıkartmak için ellerinden geleni yapmaya koyuldular.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, toplam akademik ve siyaset hayatında kırmadığı potu, yapmadığı gafı bir haftaya sığdırdı. Özellikle, “IŞİD’in İslam anlayışıyla, bizimki arasında 180 derece değil, 360 derece fark vardır” şeklindeki talihsiz “geometrik” açıklaması, bugüne dek iddialı olduğu “stratejik” konulara ilişkin olarak hakkında şüpheler uyandıracak nitelikteydi.
Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu’nun sesi ilk kez hafta içinde duyuldu. O, IŞİD-Suriye toprakları bağlantısı üzerinde durmadı. PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’e mesaj vermek istedi. Türkiye’nin kendilerine yönelik tehditlerine ilişkin açıklamalarına tepki veren Suriye Kürtlerinin temsilcisini “aklıselim”e davet etti, “aksi halde” dedi, “kendisi için iyi olmaz.”
Bir Kürt olduğuna göre, sert sözlerle “haddinin bildirilmesi” gerekiyordu. Öyle yapıldı.
Ankara katliamından sonra Türkiye’nin artık tümüyle IŞİD’e karşı seferber olması gerekirken, "devlet ricali" dikkatleri Kürtlere yöneltmeye ve PKK’ya yönelik operasyonları unutturmamaya özen gösterdiler. Örneğin, yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, “Kuzey Irak’ta ve yurt içindeki PKK hedefleri”ne yönelik “etkili operasyonlar” konusunda ayrıntılı bilgi verdi.
Genelkurmay Başkanı’nın açıklamasından IŞİD’e karşı neler yapıldığı öğrenilemedi. Bu arada, IŞİD’in –Ankara katliamı başta olmak üzere- Türkiye’ye karşı neler yapmakta olduğuna ilişkin haberlere yayın yasağı getirildi.
“Gerçekler”e erişilmesinin “yasaklanması” durumu… Basın ve ifade özgürlüğünün bu şekildeki ihlaline Avrupa Konseyi başta olmak üzere Batılı demokratik kurumlardan protestolar geldi.
Ama zaten yasaklara uyan yok. Cumhuriyet Gazetesi iki gün üstüste “Cumhuriyet, yasağa rağmen gerçekleri açıklıyor” manşeti ile Ankara katliamının IŞİD’li arka planına dair çok önemli belgeler ve bilgiler yayımlıyor. Hürriyet’e yasaklara uymama nedeniyle soruşturma açıldı. Radikal, sürekli Ankara Katliamı ile ilgili önemli bilgiler, belgeler içeren haberleri, Diken ve T24 ve birçok diğer dijital ortamda yayın yapan siteyle birlikte yayımlıyor.
Sosyal medya, Ankara katliamının nasıl göz göre göre, göstere göstere geldiğinin haberleriyle dolu. CHP İstanbul Milletvekilleri Eren Erdem ile Op.Dr. Ali Şeker’in basın toplantısında gündeme getirdikleri belgeler ve bilgiler YouTube ile neredeyse dolaşım rekoru kırdı. Orada, 2013 yılından bu yana, Ankara katliamını gerçekleştirenlerin, nerede, ne zaman, ne yaptıkları ortaya çıkıyor.
AKP ile IŞİD arasındaki kimi irtibatlar, milletvekillerinin basın toplantısında sundukları belge ve bilgilerden sezilebiliyor. Ankara katliamı, IŞİD’in eseri ama bu "katliam"ın gerçekleşmesinde “devlet cihazı”nın akıl almaz ve affedilmez “ihmali” söz konusu.
Bu akıl almaz ve affedilmez “ihmal” ise iktidarda AKP’nin bulunmasıyla bire bir yani doğrudan ilgili.
Ne var ki, ne yapılsa; nasıl bir “yasak” getirilmiş olsa da “gerçekler”in ortaya çıkması ve yayılması önlenemiyor. Çünkü, Ankara katliamının büyüklüğü ve boyutları, olayın Türkiye’nin yakın tarihinin en kanlı olayı olması; AKP’lilerin olayın üzerini istedikleri gibi örtmesine engel oluyor.
Gelinen noktada, Ankara katliamı haberlerine konulmuş “yasak”, kimsenin uymadığı bir “yasak”. Öyle bir noktaya gelinmiş ki “yasak” dendiği anda, “E, yeter artık” deniliyor ve yasak tanınmıyor. Yasak çiğneniyor.
Tabii bu bir yönüyle, AKP’nin elinde giderek adaletsiz ve keyfi hale dönüşmüş olan iktidarın nasıl bir “zaaf” içine düşmüş olduğunu da gösteriyor. Artık “özgürlüklere getirilen yasaklar”a uyulmama ve “özgürlüklerin fiilen kullanılması” hali. “Devlet otoritesinin iflası”…
Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda durum farklı. Orada yasak değil “yasasızlık” ve “zulüm” hüküm sürüyor.
“Bölgede büyük operasyon var. Merkezlerde en ufak olayda dahi ‘vur’ emri var. Doğrudan öldürücü atış yapılıyor. Güvenlik güçleri aşırı gergin.” Gelen bilgi böyle.
Son olarak dört gün süren “sokağa çıkma yasağı”nın ardından Diyarbakır merkezindeki Sur ilçesinde yaşananlar, Helin adlı küçücük kızın nasıl hayatını kaybettiği sosyal medyada ayrıntılı biçimde kendisine yer buldu.
Manzara o ki Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT merkezlerine 500 metre-1 kilometre yakınlıkta, başkent Ankara’nın göbeğinde feci bir “istihbarat zaafı” ve “güvenlik açığı”yla vatandaşlarının canlarını koruyamayanlar, korumayanlar, ülkenin başka bir bölgesinde gözlerini kırpmadan “zulüm” yapmakta hiçbir “ihmal”de bulunmuyorlar.
Bölgede “devlet otoritesi” ancak “zulüm” ile sağlanabilir hale geliyor.
Bu ülke, bu haliyle, giderek “yönetilemez” bir ülke haline geliyor.
Dökülen, her türlü yönetim yeteneğini kaybetmiş bir AKP hükümeti altında vardığımız yer burası.
1 Kasım’dan sonra bu “zulüm cihazı”nın tek başına veya “MHP’li bir koalisyon” ile takviye edilmesi halinde, Türkiye’nin ne hale gelebileceğini tasavvur edebiliyor musunuz?
“Ankara katliamı”nın sonrasında ve ardından geçen bir haftanın ertesinde, 1 Kasım seçimleri, sadece Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran sonuçlarının iptali ve kendi ihtiraslarına yol açabilmek amacıyla tercih etmiş bulunduğu bir “riskli macera” olmanın ötesine taşınmıştır.
1 Kasım, sadece “zulüm” ve “baskı”nın önüne geçmenin bir başka fırsatı da değildir artık.
“Vatanseverlik” sınavıdır.
Paylaş