Paylaş
O nedenle, “şizofrenik” bir hal alan ve gerçeğe tekabül etmeyen sıfatlar, etiketler ve suçlamaların şu an için bir değeri yok. Örneğin, seçimlerin en büyük favorisi, şu andaki “hükümet partisi”nin “Türkiye’ye şeriat getirmek istediği” iddiasıyla meydanları seferber etmek, bir “toplumsal ruh hastalığı”na işaret eder ama gerçekleri yansıtmaz.
Böyle bir iddianın geçerliliği ya da geçersizliği, milletvekili aday listeleri açıklandığında nasılsa ortaya çıkacak.
Bir okurumuz, geçenlerde şöyle bir elektronik posta göndermişti:
“Amerika bizi bölmek istiyor, AKP laik cumhuriyeti tehdit ediyor, Kürtler
ayrılmak istiyor, Kıbrıs elden gidiyor, İsrail hep toprak alıyor, Ermeniler
toprak isteyecek, AB'ye girersek bölünürüz, ABD bize saldıracak, şeriat
geliyor, rejim elden gidiyor, Trabzon'da Pontus faaliyetleri var,
misyonerler her yerde Ruhban Okulu açılırsa Rumlar hak iddia eder
Cengiz Bey ; Vatan, rejim, toprak gitmese bile bu durumda bizim milletçe ruh
sağlığımızın gittiği bir gerçek. Seçime giderken ben hangi duygularla kime
oy vereyim.Aday olursa oyum Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin
eski başhekimi Doç. Dr. Arif Verimli'ye vermeyi düşünüyorum bizi kurtarsa
kurtarsa Arif Verimli kurtaracak.”
Türkiye’nin Batı sisteminde yer alışının ölçüsü olan “AB’ye katılım”ın bayraktarlığını yapmış olan Ak Parti’yi adeta bir “El-Kaide-Türkiye” olarak algılamak, Tayyip Erdoğan’ı Usame bin Ladin’in, Abdullah Gül’ü Eymen el-Cevahiri’nin “Türk replikaları” olarak görmek ve göstermeye çalışmak abesle iştigalden öteye insafsızlıktır; dahası cehalettir.
Bu yaklaşıma itibar etmemeyi “AKP yalakalığı” ile itham etmeye kalkışmak ise affedilemez bir totaliter zihniyeti yansıtır. Türkiye’deki İslamcı düşüncenin tarihi arka planı üzerinde hiçbir bilgiye sahip olmadan, “Selefilik”in Türkiye yansımalarının ne olduğunu bilip bilmeden, Ak Parti’ye “Vahabi” muamelesi çekmeye çalışan ve miting alanlarındaki sloganlara yansıyan zihniyetin, Amerika’da ateşli İsrail yanlısı, genellikle Yahudi kökenli “neo-Oryantalistler”den hiçbir farkı yok.
Bu cahil yaklaşıma sempati göstermememizi de beyhude yere bizden beklemeyin.
*** *** ***
Ak Parti elbette eleştiriden bağışık değil ve olamaz. Ne gibi bir eleştirinin muhatabı olabileceğini ve olması gerektiğini adaşım Cengiz Aktar şöyle dile getirdi:
“... Hiçbir haberci veya yorumcu, AKP’nin, bugün içinde bulunduğumuz durumu hazırlamaktaki sorumluluğundan bahsetmedi. Bütün ikazlara rağmen 1980 darbesi sonrasında kurulan sisteme gayet güzel ayak uydurarak bu antidemokratik sistemin avantajlarından yararlandığını yazmadı. Bugün ülkedeki meşruiyet sorgulamasının temel nedenlerinden birisinin 1980 sisteminin yarattığı dengesizlikler olduğuna, temsil adaletsizliğine, cumhurbaşkanlığı makamının bir nevi ‘çeyrek başkanlık’ ayarı yetkileri haiz olduğuna işaret etmedi. AKP’nin Alevî yurttaşlara, kadınlara, Kürtlere, azınlıklara yönelik somut ve yapıcı yaklaşımlar üretemediğini yazmadı. Kürt meselesinde hiçbir politika üretemediği gibi meselenin hallini tekrar askere ihale ettiğini belirtmedi. Temel özgürlüklerde vahim gerilemeler kaydedildiğini, Sünnî İslam’ın dışında kalan din ve mezheplere saygısızlık ve saldırıları önlemede isteksiz olduğunu göz önüne almadı. AB reform süreci sona erince ülkenin kadim ve kronik eksikliklerinin bir anda su yüzüne çıktığını, ülkenin milliyetçilik girdabında oradan oraya savrulduğunu, bütün politikacıların bu dalga üzerinde politika yaptıklarını yazmadı. ‘İslamî kalvinist’ tanımlamasında olduğu gibi tekerleği yeniden keşfederek, Türkiye’nin Çin misali bir demokrasisiz ve ilkesiz büyüme modeline doğru kayıyor olmasından hiç endişe duymadı.”
Tümüyle haklı bir eleştiri sayılmaz; çünkü bunlar belirli dozlarda zaman zaman dile getirildi. Ama, bu satırlarda önemli olan, AKP’nin zaafı olarak vurgu yapılan noktalar. Bunların, miting meydanlarına yansıyan sloganlardan esasta farklı oldukları ortada.
Ak Parti’nin “geleceğe yönelik irade beyanı”nı ve “mevcut kimliği”ni yansıtacak milletvekili aday listelerini nasıl, kimlerle oluşturacağı bu bakımdan özel bir önem kazanıyor. “Vitrin”, yukarıdaki eleştiri noktalarının, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları tarafından bir “özeleştiri”ye dönüşüp dönüşmediğini ortaya koyacak.
*** *** ***
Bu arada, gürültüye gitmemesi gereken, askeri müdahaleye karşı “500 imzalı” aydın bildirisi. Böyle bir şeye, son yarım yüzyılı, değişik türlerde askeri müdahalelerle dekore edilmiş olan siyasi tarihimizde ilk kez rastlanıyor. Tıpkı, görevdeki hükümetin, bir “askeri muhtıra”ya karşı ilk kez pozisyon almış olması gibi.
Söz konusu bildirinin, “giriş ve sonuç” bölümlerini bir kez daha hatırlayalım:
"27 Nisan 2007 gecesi yayımlanan Genelkurmay Başkanlığı muhtırası, zaten kısıtlı olan demokrasimizi çok ağır yaraladı. Askeri bürokrasinin siyasi alana müdahale etmesi, siyasetin silahların gölgesinde yürümesinin doğal karşılanması, siyasal yaşamın asker vesayeti altında olması kabul edilemez. Genelkurmay Başkanlığı'nın muhtırası demokrasiye yönelik açık bir tehdit ve yasalara göre suçtur. Biz aşağıda imzası bulunan yurttaşlar, bu muhtırayı açıkça reddediyoruz.”
Ve sonuç cümleleri: “Son günlerde yaşananlar, olması gerekenin tam aksine, 'vesayet demokrasisi'nin açık darbeye dönüştürülmesi için bahaneler arandığını gösteriyor. Bizler, laik cumhuriyetin, muhtıralara yaslanarak değil ancak daha fazla demokrasi içinde yaşatılacağına inanıyoruz. 'Ne mutlu Türküm demeyenler düşmandır' diyebilenlere yanıtımız açıktır: Bizler bu ülkenin sorumlu, duyarlı yurttaşlarıyız ve yaratılan bu ortamda asla mutlu değiliz. Özgür, demokratik, laik Türkiye'yi korumaya kararlı yurttaşlar olarak demokrasiyi yoketmeye yönelen her türlü müdahaleye karşı direnme hakkına sahip olduğumuzu açıkça belirtiyoruz."
500 imzaya tek tek baktım. Bunların büyük bölümü, “solcu” ve “laik”. En az 100 tanesi, CHP milletvekili aday listelerinde doğal olarak yer alabilecek kişiler. CHP’nin, milletvekili aday listesine ilişkin basına yansıyanilk eylemi ise, miting kürsülerinden “27 Nisan muhtırası”na övgüler yağdıranProf.Dr. Nur Serter’e milletvekili adaylığı önermek oldu.
Eğer 22 Temmuz seçimleri, Türkiye’de “demokrasinin derinleşmesi”ni ifade edecek, Türkiye’yi demokrasinin bir kez daha ağır yaralanmasına yol açan süreçten çıkartıp, tekrar “demokrasi rayı”na oturtmaya yarayacak ise, partilerin seçim listelerini açıklamasını beklemek durumundayız.
Milletvekili aday listeleri, partilerin “kimlik kağıdı” ve geleceğin Türkiye’sine ilişkin “irade beyanı” olacaktır...
Paylaş