Haber kuruluşları aceleci ve siyasi bakış açılarına uygun başlıklar attılar: “Görüşmeler sonuç vermedi”...
Peki, son buldu mu?
Hayır.
Taraflar birbirlerini suçlamadan ayrıldılar. Görüşmelerin sonuç vermemesinin yerini, bu kez, “kırıcı polemikler” almadı. Görüşmeye devam edeceğe benziyorlar. “Uzlaşma” arayışı, her iki tarafın da lehine mütalaa ediliyor. “Sıfır toplamlı” oyundan, “kazan-kazan”a nasıl geçilebilir, onun yolları, yöntemi aranıyor.
Ak Parti’nin CHP ile kolayca hallettiği, BDP ile o kadar kolay olmuyor.
Ak Parti ile BDP nerede ayrılıyor?
BDP’nin, bambaşka nedenlerle ortaya koyduğu “TBMM boykotu”nu, kendi “yemin boykotu” ile gölgeledi, şimdi de durup dururken yemin ederek, BDP’yi “ofsaytta” bıraktı.
TBMM’nin yeni başkanı Cemil Çiçek, bugün BDP’lilerle görüşecek. Görüşmeye Ak Parti grup yöneticilerini de çağırdı. Selahattin Demirtaş, “Başbakan’ın çağrısını değerlendireceğiz” diyor.
BDP, “TBMM boykotu”nu kaldıracaksa, en fazlasından, CHP’ninkine benzer bir “mutabakat metni” imzalayarak, yemin edeceğe benziyor. Çünkü, CHP, ona pek fazla bir “manevra alanı” bırakmadı.
CHP’nin TBMM’ye dönüşünden sonra, BDP’nin tatile girmek üzere olan Meclis’e gelmemesinin tek bir anlamı olur: Sonbahara kadar şiddet tırmanışının öncelik kazanması.
Bu da BDP’nin –dün değindiğimiz gibi- “rolü”nü ve “misyonu”nu anlamsızlaştırır, TBMM’ye sonbaharda dönüşü söz konusu olsa bile, onu da zorlaştırır.
Diyarbakır’da zaten DTK var
CHP’nin kendisini TBMM’ye “tescil ettirdiği” bir durumda, BDP’nin her hafta Diyarbakır’da toplanarak oynayacağı bir rol olmaz. O tür bir rolü zaten DTK (Demokratik Toplum Kongresi) oynar. BDP’nin anlamı bir “parlamento grubu” olmasında. Ankara’daki parlamentonun; Diyarbakır’daki değil.
İşaret ettiğimiz gibi, Diyarbakır’da BDP’nin kendine biçtiği rolü oynayacak, DTK zaten var.
Başından beri, CHP’nin çıkarttığı krizin anlamsızlığını vurgulamıştık. CHP’nin çıkarttığı krizi sürdürebilmesinin imkansızlığına da. CHP’nin “yemin krizi”nden vazgeçmesi için ya Tayyip Erdoğan’ın CHP’nin kabul edilmesi imkansız ve üstelik gereksiz talepleri önünde geri adım atması veya CHP’nin krizi sürdürmenin krizi bitirmekten kendisi için daha ağır maliyete yol açacağını görmesi gerekiyordu.
İkincisi oldu ve CHP, TBMM’ye geri dönüyor.
Bugüne kadar geçen dönemde, bu konuda yara alan Ak Parti değil, CHP oldu. Ancak, CHP’nin krizi sürdürmesi, kendisi için “ölümcül” sonuçlar yaratacaktı. Şimdi, bu krizden “yaralı” çıktı çıkmasına, ama bu “yarası” ile yaşayabilir.
CHP’nin TBMM’ye dönmesi, herşeye rağmen, iyidir. Doğrudur.
“Yazılı mutabakat” arayışı
BDP’nin TBMM’ye dönmesi, en az CHP’nin dönmesi kadar, önemlidir. Ancak, CHP’ninkine oranla haklı nedenlerle “TBMM boykotu”na giren BDP, CHP’nin “yemin krizi” üzerine gölgede kalmış, hatta CHP’nin yedeğine düşmüş görünüyordu.
CHP’nin TBMM’ye dönüşü, BDP’nin üzerinden CHP gölgesini kaldırarak, BDP ile Ak Parti’yi, bir başka deyimle hükümeti yüzyüze bırakıyor. Bu da, bir bakıma, BDP’nin zaten katı gözüken tavrını aynen korumasına imkan veriyor.
Ne var ki, bir de ortada “Abdullah Öcalan iradesi” söz konusu.
O nedenle bir önceki yazıya “Bu gerçekten şike operasyonu mu; yoksa bir Fenerbahçe operasyonu ya da Aziz Yıldırım operasyonu mu?” sorusuyla girmiştim.
Tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi, medya, bu “operasyon”un vurucu gücü olarak kullanıldı ve Aziz Yıldırım, savcı önüne çıkmadan günler önce kamuoyu algısı elde edilerek bitirildi. Onun ismi üzerinden Fenerbahçe de sarılması belki yıllar alacak şekilde ağır yaralandı.
Pazar sabahı Aziz Yıldırım gözaltına alındığı andan itibaren medyaya servis edilen ve önemli bölümü doğru çıkmayan “bilgi-bulgu-delil” sağanağı ile “yargısız infaz” yerine getirilmişti. O andan itibaren “Ergenekon bülbülleri”nin şakımaya başlayacağını, bu operasyonun “hukuk çiğnenerek” yapılması üzerine, “İşte Ergenekon ve Balyoz’da da aynı şey yapıldı” diyeceğini adım gibi biliyordum.
Ergenekon-Balyoz lobisinin oportünizmi
Dolayısıyla, bu şekilde yürütülen bir “Şike Operasyonu”nun “Ergenekon lobisi”ne Ergenekon ve Balyoz üzerinde “şaibe” varmış gibi bir argüman kozu sağlayacağının farkındaydım.
Ak Parti’nin şunun şurasında bir ay önce yüzde 50’lik bir seçmen desteğiyle yeniden iktidar olmasının, “Ergenekon-Balyoz hattı” için “ölüm fermanı” gibi algılanacağı besbelliydi.
Yapabilecekleri tek şey, “desperado” eylemlerine girişmekti, ki, bunu CHP’nin TBMM boykotu ile yaptılar. Sonuç, CHP’yi ve onun üzerinden Ergenekonculuğu güçlendirmek olmadı. CHP, gülünç duruma düşmeye başladı ve şimdi TBMM faaliyetlerine katılmak için “cankurtaran simidi” arama görüntüsüne girdi.
Doğma büyüme Beşiktaşlı ve Beşiktaş Kulübü kongre üyesi olduğunu açıklayan İsmet Berkan’ın önceki gün sosyal paylaşım sitesi Twitter’da yazdığı şu satırlara gözüm takıldı, televizyonda (A Haber) kelimesi kelimesine okudum:
“Şike operasyonu beni hiç rahatsız etmiyor, aksine bu operasyon sayesinde sevinmeye de hazırdım ama polisin operasyonunu kamuoyuna satma çabası beni işkillendirdi, bugün yaşananlar daha beter işkillendiriyor beni. Büyük resimde birşeyler dönüyor, ama ne?”
İsmet Berkan’ın sözünü ettiği, o gün Emniyet’ten alındığı açıklanan ve polislerin Aziz Yıldırım’ın evine Pazar sabahı gidişini gösteren görüntülerin televizyon kanallarında sunumuydu. Araya “Şike Operasyonu”nda ele geçirilen (Aziz Yıldırım’la ilişkisi yok) 8 ruhsatsız silahın görüntüleri de sokuşturuluyor.
Görüntülerde bir suçun suçüstü ortaya çıkartılması yok elbette. Ama böyle bir algı yaratılıyor. Aziz Yıldırım üzerinde. Tipik bir psikolojik harekat örneği. Daha ifadesi bile alınmamış birinin kamuoyu nezdinde infazı sağlanıyor.
Psikolojik harekat
Üstelik bu gizli olması gereken hazırlık soruşturması sırasında yapılıyor. Polis, medyaya –daha önce de yazdım- cömert bir servis yapıyor. Medya, hiçbir hukuk ve ahlak filtresinden geçirmeden eline tutuşturulanı yayımlayarak psikolojik harekata aracılık yapıyor.
Tıpkı 28 Şubat’ta yaptığı gibi. Tıpkı o dönemde mağdurlarından birinin ben olduğu “Andıç”ta yapıldığı gibi.
Hukuk ayaklar altına alınarak “adalet”e nasıl ulaşılacaksa, o yol izleniyor.
Fenerbahçe, birçok Fenerbahçeli gibi benim de hayatımın merkezinde yer alır. Randevular, görüşmeler, dış ve iç geziler Fenerbahçe’nin maç takvimine ayarlıdır. Bir seferinde, Başbakan’ın İran gezisine çağrılmıştım, Tahran dönüşümüzün o hafta sonu oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçına yetişemeyeceği riskini göze alamadığım için geziden affımı istemiştim.
Son iki-üç yıl içinde Fenerbahçe, vaktimi daha da fazla işgal etmeye başladı. Fenerbahçe futbol takımı değil, spor kulübü. Türkiye’de sporun lokomotif gücü. Her alanda öyle başarılar elde etti ki, kadın ve erkek voleybol, kadın ve erkek basketbol maçlarını da izlemeye başladık. Takım sporlarının her dalında Avrupa’da şampiyonluğa oynayan Sarı-Lacivert ekiplerin heyecanı sardı içimizi.
Fenerbahçe, bu sezon tüm takım sporlarında şampiyon oldu, beşte beş yaptı.
Fenerbahçe’nin yarıştığı rakipleriyle arası ya açılıyor ya da rakiplerinin de çıtasını yukarı çekiyor. Örneğin, Galatasaray, kadın ve erkek basketbolunda bayağı önemli yatırım yapmaya başladı. Beşiktaş da o alanlarda kıpırdanıyor. Sonuç olarak, Türkiye’de sporun çıtası da yükseliyor.
Erkek milli basketbol takımının geçen yıl dünya ikincisi olmasının, kadın basketbol takımının birkaç gün önce Avrupa ikincisi olmasının, kadın voleybolunda Avrupa’da ve dünyada erişilen başarıların altında Fenerbahçe var.
Futbol stadı nasıl olur, nasıl yapılır başı Fenerbahçe çekti. Şimdi İstanbul Ataşehir’de muhteşem bir kapalı spor salonu inşaatı sonbaharda açılmayı bekliyor. Bolu Düzce’de Topuk Yaylası’nda çok önemli tesisler henüz açıldı.
Aziz Yıldırım’ın unutulmaz katkıları
Fenerbahçe’nin bu başarılarının altında, uzun bir altyapı çalışması, sabırlı bir inşa süreci ile bir ismin imzası yer alıyor: Aziz Yıldırım.
Bütün bunlara ek olarak, Selahattin Demirtaş’ın dilinde de “yumuşama” dikkat çekici. Demirtaş, Hatip Dicle sorununun aşılması için Ağrı ya da Diyarbakır’da “ara seçime gidilmesi” önerisini getirdi.
Ağrı ya da Diyarbakır’da veya başka bir yerde “ara seçim” formülüyle BDP’lileri ilzam eden “kriz”in aşılabilmesi için, elbette, Hatip Dicle’nin (ve benzer konumdakilerin) seçilebilmesinin önündeki engelin giderilmesi, yani “yasal düzenleme” yapılması da gerekecek.
Bunun için ise Ak Parti’nin ön alması ve “kriz”i aşmak için gerekli yasal değişiklikleri yapacağına dair bir sinyal vermesi gerekiyor. Ama, bunun için TBMM’nin çalışması ve TBMM’nin bu amaçla çalışması için Ak Parti ile BDP’nin arasında bir “diyalog mekanizması”nın kurulması şart.
Böyle bir diyalog, yeni anayasanın yapılabilmesi, Türkiye’nin demokratikleşme yolunda ilerlemesi ve bu çerçeve içinde Kürt sorununun çözüm sürecinin yol alabilmesi için de zorunlu.
Seçim sonuçlarının belli olduğu ilk andan itibaren bunu ısrarla vurguladık. Yeni anayasanın, esas olarak, Ak Parti-BDP omurgasına dayanması gerektiğine dikkat çektik.
TBMM açılmadan, YSK marifetiyle ortaya çıkan “kriz”, her türlü normalleşmenin önünü tıkar gibi oldu. CHP’nin de “Ergenekoncu” hamlesi “kriz”i katmerledi.