Cengiz Çandar

Diklendi ve dik duruyor

15 Temmuz 2011
Yakın gelecekte –hatta orta vadede- “nasıl bir Türkiye’de yaşayacağız?” sorusunun cevabının ipuçlarını vereceği için önemli bir yanında BDP’nin, diğer yanında Ak Parti ile hükümetin yer aldığı görüşmeler.

İki gün üstüste yapılan görüşmelerin dünkü “turu” da, sonuç alınmadan bitti.

Haber kuruluşları aceleci ve siyasi bakış açılarına uygun başlıklar attılar: “Görüşmeler sonuç vermedi”...

Peki, son buldu mu?

Hayır.

Taraflar birbirlerini suçlamadan ayrıldılar. Görüşmelerin sonuç vermemesinin yerini, bu kez, “kırıcı polemikler” almadı. Görüşmeye devam edeceğe benziyorlar. “Uzlaşma” arayışı, her iki tarafın da lehine mütalaa ediliyor. “Sıfır toplamlı” oyundan, “kazan-kazan”a nasıl geçilebilir, onun yolları, yöntemi aranıyor.

Ak Parti’nin CHP ile kolayca hallettiği, BDP ile o kadar kolay olmuyor.

Ak Parti ile BDP nerede ayrılıyor?

Yazının Devamını Oku

Diyarbakır DTK’nın, BDP Ankara’nın

13 Temmuz 2011
CHP, “Ergenekon fedailiği” yaparak önce bir “yemin krizi” yarattı; ardından geri basarak “yemin edip” TBMM’ye geri döndü. Bunu yaparken, BDP’yi de zora düşürdü.

BDP’nin, bambaşka nedenlerle ortaya koyduğu “TBMM boykotu”nu, kendi “yemin boykotu” ile gölgeledi, şimdi de durup dururken yemin ederek, BDP’yi “ofsaytta” bıraktı.

TBMM’nin yeni başkanı Cemil Çiçek, bugün BDP’lilerle görüşecek. Görüşmeye Ak Parti grup yöneticilerini de çağırdı. Selahattin Demirtaş, “Başbakan’ın çağrısını değerlendireceğiz” diyor.

BDP, “TBMM boykotu”nu kaldıracaksa, en fazlasından, CHP’ninkine benzer bir “mutabakat metni” imzalayarak, yemin edeceğe benziyor. Çünkü, CHP, ona pek fazla bir “manevra alanı” bırakmadı.

CHP’nin TBMM’ye dönüşünden sonra, BDP’nin tatile girmek üzere olan Meclis’e gelmemesinin tek bir anlamı olur: Sonbahara kadar şiddet tırmanışının öncelik kazanması.

Bu da BDP’nin –dün değindiğimiz gibi- “rolü”nü ve “misyonu”nu anlamsızlaştırır, TBMM’ye sonbaharda dönüşü söz konusu olsa bile, onu da zorlaştırır.

Diyarbakır’da zaten DTK var

CHP’nin kendisini TBMM’ye “tescil ettirdiği” bir durumda, BDP’nin her hafta Diyarbakır’da toplanarak oynayacağı bir rol olmaz. O tür bir rolü zaten DTK (Demokratik Toplum Kongresi) oynar. BDP’nin anlamı bir “parlamento grubu” olmasında. Ankara’daki parlamentonun; Diyarbakır’daki değil.

İşaret ettiğimiz gibi, Diyarbakır’da BDP’nin kendine biçtiği rolü oynayacak, DTK zaten var.

Yazının Devamını Oku

BDP, Öcalan’a ayak mı diriyor?

12 Temmuz 2011
“Yemin krizi”nin CHP ile ilgili faslı çözüldü. BDP ile ilgili faslı ise, Abdullah Öcalan’ın Cuma günü yayımlanan açıklamasına rağmen çözümün eşiğinde görünmüyor.

Başından beri, CHP’nin çıkarttığı krizin anlamsızlığını vurgulamıştık. CHP’nin çıkarttığı krizi sürdürebilmesinin imkansızlığına da. CHP’nin “yemin krizi”nden vazgeçmesi için ya Tayyip Erdoğan’ın CHP’nin kabul edilmesi imkansız ve üstelik gereksiz talepleri önünde geri adım atması veya CHP’nin krizi sürdürmenin krizi bitirmekten kendisi için daha ağır maliyete yol açacağını görmesi gerekiyordu.

İkincisi oldu ve CHP, TBMM’ye geri dönüyor.

Bugüne kadar geçen dönemde, bu konuda yara alan Ak Parti değil, CHP oldu. Ancak, CHP’nin krizi sürdürmesi, kendisi için “ölümcül” sonuçlar yaratacaktı. Şimdi, bu krizden “yaralı” çıktı çıkmasına, ama bu “yarası” ile yaşayabilir.

CHP’nin TBMM’ye dönmesi, herşeye rağmen, iyidir. Doğrudur.

“Yazılı mutabakat” arayışı

BDP’nin TBMM’ye dönmesi, en az CHP’nin dönmesi kadar, önemlidir. Ancak, CHP’ninkine oranla haklı nedenlerle “TBMM boykotu”na giren BDP, CHP’nin “yemin krizi” üzerine gölgede kalmış, hatta CHP’nin yedeğine düşmüş görünüyordu.

CHP’nin TBMM’ye dönüşü, BDP’nin üzerinden CHP gölgesini kaldırarak, BDP ile Ak Parti’yi, bir başka deyimle hükümeti yüzyüze bırakıyor. Bu da, bir bakıma, BDP’nin zaten katı gözüken tavrını aynen korumasına imkan veriyor.

Ne var ki, bir de ortada “Abdullah Öcalan iradesi” söz konusu.

Yazının Devamını Oku

Ergenekon ve Balyoz doğru; “Fenerbahçe operasyonu” haksız

9 Temmuz 2011
Bu yazıyı Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın Savcı Mehmet Berk önünde sorgusu devam ederken yazıyorum. Sonucu bekleme gereği duymadan. Sonuç ne olursa olsun, “Şike Operasyonu” adı verilen “proje” ile Aziz Yıldırım zaten “bertaraf edilmiş” oldu.

O nedenle bir önceki yazıya “Bu gerçekten şike operasyonu mu; yoksa bir Fenerbahçe operasyonu ya da Aziz Yıldırım operasyonu mu?” sorusuyla girmiştim.
Tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi, medya, bu “operasyon”un vurucu gücü olarak kullanıldı ve Aziz Yıldırım, savcı önüne çıkmadan günler önce kamuoyu algısı elde edilerek bitirildi. Onun ismi üzerinden Fenerbahçe de sarılması belki yıllar alacak şekilde ağır yaralandı.
Pazar sabahı Aziz Yıldırım gözaltına alındığı andan itibaren medyaya servis edilen ve önemli bölümü doğru çıkmayan “bilgi-bulgu-delil” sağanağı ile “yargısız infaz” yerine getirilmişti. O andan itibaren “Ergenekon bülbülleri”nin şakımaya başlayacağını, bu operasyonun “hukuk çiğnenerek” yapılması üzerine, “İşte Ergenekon ve Balyoz’da da aynı şey yapıldı” diyeceğini adım gibi biliyordum.
Ergenekon-Balyoz lobisinin oportünizmi
Dolayısıyla, bu şekilde yürütülen bir “Şike Operasyonu”nun “Ergenekon lobisi”ne Ergenekon ve Balyoz üzerinde “şaibe” varmış gibi bir argüman kozu sağlayacağının farkındaydım.
Ak Parti’nin şunun şurasında bir ay önce yüzde 50’lik bir seçmen desteğiyle yeniden iktidar olmasının, “Ergenekon-Balyoz hattı” için “ölüm fermanı” gibi algılanacağı besbelliydi.
Yapabilecekleri tek şey, “desperado” eylemlerine girişmekti, ki, bunu CHP’nin TBMM boykotu ile yaptılar. Sonuç, CHP’yi ve onun üzerinden Ergenekonculuğu güçlendirmek olmadı. CHP, gülünç duruma düşmeye başladı ve şimdi TBMM faaliyetlerine katılmak için “cankurtaran simidi” arama görüntüsüne girdi.

Yazının Devamını Oku

Bu gerçekten “Şike Operasyonu” mu?

8 Temmuz 2011
“Şike operasyonu” mu gerçekten? Yoksa, “Fenerbahçe operasyonu” mu; ya da “Aziz Yıldırım operasyonu” olmasın...

Doğma büyüme Beşiktaşlı ve Beşiktaş Kulübü kongre üyesi olduğunu açıklayan İsmet Berkan’ın önceki gün sosyal paylaşım sitesi Twitter’da yazdığı şu satırlara gözüm takıldı, televizyonda (A Haber) kelimesi kelimesine okudum:

“Şike operasyonu beni hiç rahatsız etmiyor, aksine bu operasyon sayesinde sevinmeye de hazırdım ama polisin operasyonunu kamuoyuna satma çabası beni işkillendirdi, bugün yaşananlar daha beter işkillendiriyor beni. Büyük resimde birşeyler dönüyor, ama ne?”

İsmet Berkan’ın sözünü ettiği, o gün Emniyet’ten alındığı açıklanan  ve polislerin Aziz Yıldırım’ın evine Pazar sabahı gidişini gösteren görüntülerin televizyon kanallarında sunumuydu. Araya “Şike Operasyonu”nda ele geçirilen  (Aziz Yıldırım’la ilişkisi yok) 8 ruhsatsız silahın görüntüleri de sokuşturuluyor.

Görüntülerde bir suçun suçüstü ortaya çıkartılması yok elbette. Ama böyle bir algı yaratılıyor. Aziz Yıldırım üzerinde. Tipik bir psikolojik harekat örneği. Daha ifadesi bile alınmamış birinin kamuoyu nezdinde infazı sağlanıyor.

Psikolojik harekat

Üstelik bu gizli olması gereken hazırlık soruşturması sırasında yapılıyor. Polis, medyaya –daha önce de yazdım- cömert bir servis yapıyor. Medya, hiçbir hukuk ve ahlak filtresinden geçirmeden eline tutuşturulanı yayımlayarak psikolojik harekata aracılık yapıyor.

Tıpkı 28 Şubat’ta yaptığı gibi. Tıpkı o dönemde mağdurlarından birinin ben olduğu “Andıç”ta yapıldığı gibi.

Hukuk ayaklar altına alınarak “adalet”e nasıl ulaşılacaksa, o yol izleniyor.

Yazının Devamını Oku

Fenerbahçe için kenetlenme vakti

6 Temmuz 2011
Büyük camiaların büyüklükleri, zafer anlarından çok, büyük kayıp dönemlerinde kendini ortaya koyar. Fenerbahçe bu dönemi kenetlenerek atlatacaktır.

Fenerbahçe, birçok Fenerbahçeli gibi benim de hayatımın merkezinde yer alır. Randevular, görüşmeler, dış ve iç geziler Fenerbahçe’nin maç takvimine ayarlıdır. Bir seferinde, Başbakan’ın İran gezisine çağrılmıştım, Tahran dönüşümüzün o hafta sonu oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçına yetişemeyeceği riskini göze alamadığım için geziden affımı istemiştim.

Son iki-üç yıl içinde Fenerbahçe, vaktimi daha da fazla işgal etmeye başladı. Fenerbahçe futbol takımı değil, spor kulübü. Türkiye’de sporun lokomotif gücü. Her alanda öyle başarılar elde etti ki, kadın ve erkek voleybol, kadın ve erkek basketbol maçlarını da izlemeye başladık. Takım sporlarının her dalında Avrupa’da şampiyonluğa oynayan Sarı-Lacivert ekiplerin heyecanı sardı içimizi.

Fenerbahçe, bu sezon tüm takım sporlarında şampiyon oldu, beşte beş yaptı.

Fenerbahçe’nin yarıştığı rakipleriyle arası ya açılıyor ya da rakiplerinin de çıtasını yukarı çekiyor. Örneğin, Galatasaray, kadın ve erkek basketbolunda bayağı önemli yatırım yapmaya başladı. Beşiktaş da o alanlarda kıpırdanıyor. Sonuç olarak, Türkiye’de sporun çıtası da yükseliyor.

Erkek milli basketbol takımının geçen yıl dünya ikincisi olmasının, kadın basketbol takımının birkaç gün önce Avrupa ikincisi olmasının, kadın voleybolunda Avrupa’da ve dünyada erişilen başarıların altında Fenerbahçe var.

Futbol stadı nasıl olur, nasıl yapılır başı Fenerbahçe çekti. Şimdi İstanbul Ataşehir’de muhteşem bir kapalı spor salonu inşaatı sonbaharda açılmayı bekliyor. Bolu Düzce’de Topuk Yaylası’nda çok önemli tesisler henüz açıldı.

Aziz Yıldırım’ın unutulmaz katkıları

Fenerbahçe’nin bu başarılarının altında, uzun bir altyapı çalışması, sabırlı bir inşa süreci ile bir ismin imzası yer alıyor: Aziz Yıldırım.

Yazının Devamını Oku

Madımak’ı unutmamak...

5 Temmuz 2011
Sivas’ta 2 Temmuz, bir Cuma günü ve 18 yıl önce gerçekleşen feci olayı Ankara’da akşamüstü öğrenmiştik. Hasan Cemal ile birlikte.Sabah gazetesinde çalışıyorduk ve yanlış hatırlamıyorsam, TBMM’deki bir görüşmeyi izlemek üzere Ankara’daydık. Sabah’ın o dönemki genel yayın yönetmeni Zafer Mutlu, ikimizin de hemen Sivas’a yola çıkmasını istemişti. Gece yarısına doğru yol çıktık. Sabahın ilk ışıklarına yakın bir saatte şehrin çevresindeki asker kordonundan geçerek girmiştik Sivas’a. Olaylardan sonra şehre giren ilk basın mensupları olduğumuz söylenmişti.
Sabahın o saatinde in cin top oynuyordu Sivas sokaklarında. Güneşin doğuşuyla birlikte insanlar toplanmaya başladı. Herkesin anlatacak bir şeyi vardı, biz de dinliyor not alıyorduk.
Olayların gelişimini iki gün öncesinden başlayarak, saat saat, an an anlatıyorlardı. Madımak’ı akşam saatlerinde yakmışlardı. Akşam saatlerine dek, gerginlik birikiyordu.
Ben, vilayet binasına takılmıştım. Çünkü kalabalıklar, özellikle Cuma namazından çıktıktan sonra, vilayetin önünden geçerek Madımak oteline gidip, otelin önünde toplanmışlardı.
Gaflet içindeki devlet
Sürekli vilayet binası ile Madımak arasında gidip geliyordum. Topu topu 6-7 dakika sürüyordu yürüyerek. Nasıl olur da, Vali, “ben geliyorum” diye günler öncesinden bas bas bağıran, ülkenin yakın tarihinin en yüz kızartıcı olayını önlemek için gerekli adımları atmamıştı? Anlaşılır gibi değildi.
Hasan’la birlikte hastaneye de gittik. Arif Sağ hastanedeydi. Arif Sağ’dan Madımak’ın içinde ne olup bittiğine dair anlattıklarını dinledik.
Öğleden sonra yazıyaoturduk.Yazımın başlığı “Sivas Faciası: Provokasyon ve Gaflet” idi.
Yazıda Vali’nin, bir başka deyimle “devlet”in sergilediği “gaflet”e vurgu yapmıştım ve olayların bariz “provokasyonlar” sonucu olduğuna hükmederek, bunlardan en başta Aziz Nesin’i sorumlu tutmuştum.
Sivas’ın Alevi-Sünni çatışmasına uygun kırılgan bir fay hattı üzerinde bulunduğunu biliyordum. “Provokasyon”a çok uygun bir zemini vardı. Nitekim, provokasyon olmuştu da. Besbelliydi bu. “Devlet” de, aralarında benim çok yakından ve yıllar öncesinden tanıdığım, bazıları dostum olan insanların cayır cayır yakılmasına adeta çanak tutacak bir ihmalkarlık içinde olan-biteni izlemişti.
Asım Bezirci’yi gençliğimden beri tanırdım. Metin Altıok ile de tanışmışlığım vardı. Nesimi Çimen’i bilirdim. En önemlisi, Behçet Aysan ile birlikte 1987’de Atina’da “Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü”nü Mikis Theodorakis’in elinden birlikte almıştık. Yakılan 37 kişi arasında bu isimler ve niceleri vardı.
Özür...
O yazıyı, Sivas’ta Sivaslıları dinledikten sonra içimde elem ve ondan da büyük bir öfkeyle yazdığımı hatırlıyorum. Katliamın kitlesel çatışma potansiyeli taşıdığının farkında olarak, “İslamcılar”ı özellikle eleştiri oklarına bilinçli olarak hedef kılmadım. Yazı yayımlandıktan sonra “İslamcı” diye tanımlanan çevrelerden “dikkatli” ve “sorumlu” davrandığım için övgüler aldım.
Övgülerden etkilenmedim. Tam tersine, o yazı içimde hep bir sıkıntı yumrusu olarak kaldı.Ve, uzun meslek hayatım boyunca, isabetini savunmakta kendime karşı zorlandığım pek az sayıda yazının başında geldi.
İki nedenle: 1) Birçok gözlem doğru olmakla birlikte, Aziz Nesin’e haksızlık ettiğim ve yakışıksız sıfatlar kullandığımı düşündüm. Öyle yapmam yanlıştı; 2) Kimin provokasyonda payı ne olursa olsun, 37 kişinin canını alan öylesine bir kundakçılık olayında, “siyasi denklem” kurmayı değil, “vicdanın sesi”ni dinlemeliydim. Ölenler –üstelik ölüm biçimleriyle- bağrımı yakmıştı ama bu duygum, ne yazık ki, yazıya yansımamıştı.
Madımak’ın 18. Yıldönümünde, 18 yıl önce yayımlanmış yazılar internet üzerinden dolaşıma sokuldu. Benim “Sivas Faciası: Provokasyon ve Gaflet” yazısının Aziz Nesin’e yönelik cümleleri de...
Yanlışlar insanın peşini bırakmaz. O yazının belki gözlemleri değil ama ruhu yanlıştı. Asıl önemlisi de zaten buydu. Ruhunun yanlış olmasıydı. 18 yıl aradan sonra, itiraf etmeliyim ki, o yazıyı yazmış olmamın iç sıkıntısı beni hiç bırakmamıştı. Madımak’ın 18. Yıldönümü bunu dile getirmeme vesile olsun.
O yazının yanlış ruhundan ötürü incittiklerim olmuşsa, hepsinden özür dilemeyi borç bilirim.
Alevilerin haklı talepleri
Madımak’ın 18. Yıldönümünde, internet ortamına bir “Özel Harekatçı”nın “itirafları” da düştü; “Madımak’ın yakılmasında ‘derin devlet’in” rolünü anlatıyor.
Bunun üzerinde önemle durulması gerektiğini düşünüyorum. Bizim 3 Temmuz 1993 Cumartesi günü, gün boyu Sivas’ta gördüğümüz manzara, Sünni, Alevi, kimi dinlersek dinleyelim, işittiklerimiz bir “provokasyon”a işaret ediyordu. “Derin devlet” kokusu geliyordu. Ama elde kanıt olmayınca, “provokasyon”a ilişkin olarak “derin devlet”i suçlamak pek inandırıcı olmayacaktı.
Oysa şimdi, Madımak’ın 18. Yıldönümünde böyle bir imkan var. Bu konunun deşilmesi, Türkiye’de Alevi-Sünni çatışması üzerinde kimin, nasıl oynadığını da ortaya çıkaracak ve “iç bütünlüğün sağlanması”na dolayısıyla yardımcı olacaktır.
Bu arada, şunu da ifade etmeliyim:
“Alevi sorunu”nun, “Kürt sorunu”na yakın önemde bir sorun olduğunu, hatta daha derin bir tarihi ve psikolojik arka plana sahip olduğu düşüncesindeyim. Dahası, Alevilerin tüm haklı taleplerini destekliyorum.Zorunlu din dersleri uygulamasına karşı çıkmalarından, Cemevlerinin statüsüne kadar ileri sürdükleri her talebin doğru, meşru ve “inanç ve ibadet özgürlüğü”nün bir parçası olduğunu savunuyorum.
Tüm ömrünü mazlumların ve mağdurların haklarını seslendirmeye adamış biri olarak, zaten başka türlüsü söz konusu olamaz.
Madımak’ı unutmamak, Alevilerin haklarını savunmaktır.
Yazının Devamını Oku

Nasıl bir BDP gerekiyor?

2 Temmuz 2011
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “kriz”e müdahale etmesinin olumlu sonuç üretme ihtimali, dün Ahmet Türk ve Şerafettin Elçi ile yaptığı görüşme ile ortaya çıktı. Ahmet Türk, görüşmeyi “pozitif enerji aldık” diye niteledi.

Bu arada, BDP’lilerin Diyarbakır’dan Ankara’ya taşınmaları da hayra alamet. TBMM’ye yakın durmalarında yarar var.

Bütün bunlara ek olarak, Selahattin Demirtaş’ın dilinde de “yumuşama” dikkat çekici. Demirtaş, Hatip Dicle sorununun aşılması için Ağrı ya da Diyarbakır’da “ara seçime gidilmesi” önerisini getirdi.

Ağrı ya da Diyarbakır’da veya başka bir yerde “ara seçim” formülüyle BDP’lileri ilzam eden “kriz”in aşılabilmesi için, elbette, Hatip Dicle’nin (ve benzer konumdakilerin) seçilebilmesinin önündeki engelin giderilmesi, yani “yasal düzenleme” yapılması da gerekecek.

Bunun için ise Ak Parti’nin ön alması ve “kriz”i aşmak için gerekli yasal değişiklikleri yapacağına dair bir sinyal vermesi gerekiyor. Ama, bunun için TBMM’nin çalışması ve TBMM’nin bu amaçla çalışması için Ak Parti ile BDP’nin arasında bir “diyalog mekanizması”nın kurulması şart.

Böyle bir diyalog, yeni anayasanın yapılabilmesi, Türkiye’nin demokratikleşme yolunda ilerlemesi ve bu çerçeve içinde Kürt sorununun çözüm sürecinin yol alabilmesi için de zorunlu.

Seçim sonuçlarının belli olduğu ilk andan itibaren bunu ısrarla vurguladık. Yeni anayasanın, esas olarak, Ak Parti-BDP omurgasına dayanması gerektiğine dikkat çektik.

TBMM açılmadan, YSK marifetiyle ortaya çıkan “kriz”, her türlü normalleşmenin önünü tıkar gibi oldu. CHP’nin de “Ergenekoncu” hamlesi “kriz”i katmerledi.

Yazının Devamını Oku