Cengiz Çandar

Suriye’de “kurban” kanı...

9 Kasım 2011
Bayramdan önce İstanbul’da önemli bir uluslararası toplantı yapıldı.

The İstanbul Forum adlı düşünce kuruluşu, daha iki yaşını tam doldurmadı ama Suat Kınıklıoğlu’nun yönetiminde, İstanbul’da dönemin en önemli gündem maddesine odaklanarak, uluslararası şahsiyetleri geniş bir tartışma platformunda buluşturdu.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasıyla başlayan The İstanbul Forum’un iki günü aşan çalışmalarına, Amerikalı, Filistinli, İsrailli, Mısırlı, Lübnanlı, Iraklı (Kürt), İngiliz, tabii ki Türkiyeli, çok sayıda tanınmış uzman, akademisyen, araştırmacı ve yazar katıldı. Bendeniz de panellerden birinin konuşmacıları arasındaydım.

“Arap baharı”, Türkiye’nin yeni bölge politikası, Türkiye-İsrail ilişkileri, Kafkasya’da enerji alanındaki gelişmeler ve Türkiye’nin Arap dünyasından nasıl görüldüğü başlıca panel konularıydı.

Özellikle, son panel olan “Türkiye’nin Arap dünyasından nasıl göründüğü” konulu panel, tüm konferansın herhalde en ilginç ve çarpıcı bölümüydü.

İki günü aşan yoğun tartışmalar ve çalışmalarda en çok üzerinde durulan ve konu olan ise Suriye’deki durum oldu.

Suriye’de olan-biten ve komşu ülkenin geleceği, her yerden öncelikli olarak Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Sadece, Türkiye’nin en uzun sınırının Suriye ile olmasından ve komşuluktan ötürü değil. Suriye, bir anlamda, uluslararası sistem tarafından Türkiye’ye ihale edilmiş ve Türkiye de bunu üstlenmiş vaziyette.

Zaten şu son haftalar ve aylarda Türkiye’ye ayak basan her yabancı gözlemcinin merakla cevap aradığı soru da Türkiye-Suriye ilişkilerine dair; “Ne oldu?” diye soruyorlar, “Neden?” diye devam ediyorlar, sadece her iki ülke değil her iki ülke liderlerinin, ailecek kurdukları sımsıcak ilişkiler söz konusuyken, Türkiye, Suriye’deki rejime karşı herkesten önce ve kesin bir tavır aldı?

Türkiye’nin “risk”li tercihi

Yazının Devamını Oku

Bayram sonrası: Sınırötesi mi; Ateşkes mi?

8 Kasım 2011
Mesut Barzani’nin Bayram arefesinde sona eren önemli İstanbul ziyareti, Bayram sonrasında PKK ve bu arada genel olarak Kürt sorunuyla ilgili gündemin ne yönde yol alacağının ipuçlarını verdi.

Bayramın ikinci günü yani dün medyanın peşinden gitti konu, Mesut Barzani ziyareti sonrasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamaydı. Başbakan, Sultanahmet Camii’ndeki Bayram Namazı’ndan sonra konuşmuştu ve medyaya bakıldığında, aynı açıklamadan farklı anlamlar çıkartılmıştı.

Özellikle iki gazeteye “savaş dili” egemendi. Habertürk, Başbakan’ın açıklamasındaki bir bölümü öne çıkartarak, “Hareket etmezse gereğini yaparız” diye manşet atmıştı.

Yani, Kuzey Irak’ta peşmerge PKK’ya karşı harekete geçmez ya da TSK ile birlikte PKK’nın üzerine çullanmazsa, “Türkiye gereğini yapacaktı”; ima yoluyla, Türkiye, Kuzey Irak’a girip, PKK’nın işini bitirecekti.

Habertürk’ün Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından çıkarttığı anlam buydu.

Buna benzer bir manşet, Taraf’tan geldi. Birinci sayfasına, kocaman “Ya Peşmergeyle, Ya Peşmergesiz” başlığını yerleştirmişti. Alt başlıklarda Başbakan’ın, Habertürk’ün de öne çıkarttığı sözlerine yer vermişti.

Hürriyet ise “özel haber” görüntüsünde, Mesut Barzani’ye verilen ve buyrukçu bir dille manşetine yansıttığı bir dosyadan söz ediyordu. Mesut Barzani’ye “Sızmayı Önleyin” denmişti ve “Erbil havaalanında sıkı kontrol; Kaçanı kovala-yakala; Arazide istihbarat, Karakollar önemli” diye neler yapması gerektiği bildirilmişti.

Sınır ötesinde “Peşmerge’siz”

Tabii, bunları kendisine bildirmek için Mesut Barzani’nin İstanbul’a gelip Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile görüşmesinin çok da gerekli olmadığı, manşet haberin yazımında ve yerleştirilmesinde, anlaşılan, pek düşünülmemişti.

Yazının Devamını Oku

Mesut Barzani ile bir saat

5 Kasım 2011
Irak Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, dün, dört Türk gazetecisi ile tam bir saat süreyle görüştü ve tutumunu gayet açık ve net biçimde ortaya koydu. İstanbul Çırağan Otel’de yapılan görüşmeye, M. Ali Birand’ın yanısıra CNN Türk’ten Ferhat Boratav, Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel ve Radikal’den Cengiz Çandar katıldı.
Irak Kürt lideri ile açık sözlü söyleşi, Mesut Barzani’nin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığı görüşmeden yarım gün sonra, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yapacağı görüşmeden birkaç saat, Başbakan Tayyip Erdoğan ile yapacağı görüşmeden bir gün önce gerçekleşti.
Yapılan görüşmeyi ilginç kılan bir önemli husus, Türk basınında Mesut Barzani’nin tavrı irdelenmeden, Davutoğlu’nun “Türkiye’nin görüşlerini gayet net biçimde ifade ettik” sözlerinin vurgulandığı bir günde gerçekleşmiş olması ve  Mesut Barzani’nin son derece net biçimde, hatta arada bir “isterseniz bu soruya cevabını off-the-record olsun” diye bizlerden gelen talebe rağmen, “Hayır, isterseniz yayınlayabilirsiniz” diyerek açık biçimde tavrını ortaya koyması idi.
Benim açımdan dün Radikal’de yayımlanan yazımın neredeyse tümüyle teyidi niteliğindeydi ve bir ara şu yazıyı yazmalı mıyım; tekrar olmayacak mı duygusuna kapıldım.
Ama, mademki Irak’taki Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı (Türk yetkililer nedense bu resmi sıfatı kullanmakta zorluk çekiyor ve Kuzey Irak yönetimi, Irak’ın kuzeyindeki yönetim gibi “Kürt” sözcüğünü telaffuzdan dikkat çekici biçimde kaçınıyorlar), topu topu dört gazeteci ile, üstelik yayımlanmak kaydıyla açık biçimde görüşlerini ortaya koydu; sözlerini onun ağzından yayımlamak görevimiz gereği.
Barzani’nin misyonu
Mesut Barzani, bir saat süren görüşmeye “Türklerle Kürtlerin ilişkilerinin düzelemeyecek ölçüde bozulmasını engellemek istiyoruz” sözleriyle girdi ve “misyonu”nu bu amaca göre tanımladı.
“Mesut Barzani isterse Kuzey Irak’ta PKK’yı bitirir” şeklinde Türkiye’de yayılan “algı”nın “doğru olmadığını” açıklayan Barzani, “Gergin bir dönemde bulunulduğu”na dikkat çekerek, “silahlı çatışmaların sürmesinin sorunu çözmeyeceğini” vurgulayarak, “bunlara son vermekten gayrı bir seçenek görmediğini” belirtti.
“Çatışmalar durmalı; onun ardından diyalog başlamalıdır. Başka seçenek yoktur” sözleriyle ısrarla ve defalarca Kürt sorununa “askeri çözümün imkansızlığı”nın altını çizen Barzani, Birand’ın “üç opsiyonun hangisine yakınsınız?” diye sorduğu ve “üç opsiyonu” sırasıyla “Ya PKK’yı Kuzey Irak’ta siz bitirin; ya birlikte bitirelim veya bizim bitirmemizi yola açın” şeklinde ifade ettiği soruya şu karşılığı verdi:
“Size çok samimi davranmamızı istiyorsanız; cevabım hiçbiridir. Barış için bir rol oynamaya hazırım. Ama içinde savaşı barındıran hiçbir opsiyona ilişkin bir rol oynamam.”
Savaşı “kullanım süresi dolmuş bir ilaç” olarak niteleyen Mesut Barzani, PKK’nın saldırılarını ve yaklaşımını doğru bulmadığını, karşı olduğunu ve bunu açıkça ilan ettiğini belirterek, “Türkiye, istese de istemese de, PKK’dan savaşı durdurmasını istemeye devam edeceğim” diye konuştu. “Şu sırada en önemli öncelik savaşı durdurmaktır, bunun ardından diyalog başlayabilir ve başlamalıdır” diyen Irak Kürt lideri, Türkiye’nin kendisinin bu yönde oynayacağı bir rolü “iyi karşılayacağını sandığını” da sözleri ekledi.
Bunun bir “arabuluculuk” gibi anlaşılmaması gerektiğinin özenle ve özellikle altını çizdi ve rolünün “diyalogun yeniden başlaması için siyasi baskı ve birtakım önlemler alınması” olduğunu bildirdi.
Ancak, bu önlemler arasında Türk askerinin, Kuzey Irak topraklarında peşmergeyle birlikte veya doğrudan “kontrol noktaları” kurulmasını içermediğini, Türk tarafından kendilerine böyle bir talebin zaten ifade edilmemiş olduğunu belirtti.
Kara operasyonlarıyla sonuç alınamaz
Mesut Barzani, söyleşinin giriş bölümünde, “Türkiye’nin PKK’ya karşı Kuzey Irak topraklarında kara operasyonlarıyla sonuç alması ve böylece PKK’yı bitirmesi” ihtimaline ilişkin görüşlerini açıklarken, “Ne kadar operasyon yaparsanız yapın, bir sonuç getirmez. Bu, operasyonlarla sonuç alamayacağınız türden bir savaş” diye konuştu. “Gerilla savaşı ile uğraşmanın, ortadan bir cephe olmadığı için kolay olmadığını” birkaç kez söyledi.
Irak hava sahasının şu döneme dek ABD’nin kontrolünde bulunduğunu söyleyerek, hava operasyonlarıyla bir ilgilerinin bulunmadığını hatırlattı.
Bu kez, Türkiye’nin elinde çok üstün teknolojiye dayanan silahlar bulunduğu ve bunlarla sonuç alınabileceğinin düşünüldüğünün kendisine belirtilmesi üzerine, Mesut Barzani, kendi peşmergelik dönemi tecrübesini aktardı:“1988’de İran-Irak Savaşı bittiğinde, Hakurk bölgesine yerleştik. Saddam, Hakurk’a 5 tümen gönderdi ve üstelik kimyasal silahlar kullandı. Bizi sökemedi ve sonuçta yenilen Irak ordusu oldu.”
Barzani, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mart ayında Erbil’e yaptığı ziyaretin “tarihi” nitelikte olduğunu, orada “Kürt halkının inkarına son verildiğini” söylemesinin çok önemli olduğuna da değindi. O ziyarette söylenenlerin daha sonra “somut adımlarla desteklenmemiş olmasına rağmen”, Erdoğan’ın Erbil ziyaretinin önemini tekrar vurguladı.
O sözlerinden yola çıkarak, Türkiye’de Kürtlerin yasal zeminlerde, parlamentoda mücadele etme yollarının açık bulunduğunu belirterek, PKK’nın savaş çizgisine karşı çıktığını bir kez daha ifade etti. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na, BDP’nin anayasa hazırlık komisyonuna katılmasının çok önemli olduğunu söylediğini bildirdi.
“Savaş, Kürt halkının da, Türk halkının da çıkarlarına hizmet etmiyor” diyen Mesut Barzani, söyleşinin sonunda son KCK tutuklamalarına da değindi ve “Siyasi gerekçelerle insanları tutuklamanın Türkiye’nin güvenliğine hizmet etmediğine inanıyorum” sözleriyle KCK operasyonlarına ilişkin olumsuz bir tutum ortaya koydu.
Irak Kürt lideri, Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile bizimle paylaştığı görüşlerinin yanısıra ABD’nin çekilmesinden sonra Irak’taki durumu ve ikili ekonomik ilişkileri ele alacağını da açıkladı.
Barzani’ye Erbil yönetiminin Petrol Bakanı Aşti Hawrami’nin ve Dış İlişkiler Bakanı Falah ile Başkanlık Konseyi Başkanı Dr. Fuad Hüseyin eşlik ediyorlar. Bu isimler, dört gazetecinin Irak Kürt lideri ile yaptığı görüşmede de hazır bulundular.
Kişisel bir not
Bir son söz. Son KCK tutuklamaları ortamında benim ismimin diqe çevresinde bir cadı kazanı kaynatıldığının farkındayım. Rahmetli Turgut Özal ile ortak çalışmamızdan başlayarak, tüm ömrümü savaşın durdurulması, can kayıplarının önlenmesi, ülkenin içinde kan dökülmemesi için ve soruna siyasi ve barışçıl bir çözüm bulunmasına harcadım. Harcamaya devam ediyorum ve edeceğim.
Bu arada, Başbakan’ın kendisine sorulan bir soru üzerine son Fransa’daki ziyareti sırasında kullandığı “KCK’ya sahip çıkan arkadaşların görüşlerini gözden geçirmesi lazım” şeklindeki sözlerde kastedilen yazarlar arasında benim de bulunduğum iddia ediliyor.
Öncelikle, “KCK’ya sahip çıkma” gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirteyim. KCK konusunda iki yıldır anlatmak istediğimiz başka bir şey. KCK’ya sahip çıkmakla ilgisi yok. Yine de, Başbakan’ın davetine uyacağımı ve “görüşlerimi gözden geçireceğimi” söylemeliyim.
Buradan hareketle, Başbakan’a yönelik bir samimi talebi dile getireyim: “Görüşlerimizi gözden geçirelim. Kabul. Siz de lütfen bunca zamandır bu konuda yazdıklarımızı ve yapmaya çalıştıklarımızı özenle değerlendirerek, son dönemdeki politikanızı bir kez daha gözden geçirin. Çünkü, bu sorunu, siyasi ve barışçıl yönden çözme şansına hiç kimse sizinkadar sahip olmadı.”
İnsanların yok yere kurban edilmesinin önüne geçilmesi duygusuyla, herkesin Kurban Bayramı’nı kutluyorum.
Yazının Devamını Oku

Barzani’den ne çıkar; ne çıkmaz?

4 Kasım 2011
Mesut Barzani, İstanbul’a geldi. Tayyip Erdoğan kendisini Çukurca saldırısının travması devam ettiği sırada Türkiye’ye davet ettiğini açıklamıştı. Barzani, Başbakan Erdoğan’ın davetine icabet etmeden önce araya bir de Tahran ziyareti sıkıştırdı.

İki haftalık dönem zarfında bir takım dikkate değer gelişmeler oldu. ABD, yılsonuna dek Irak topraklarından askeri olarak çekileceğini açıkladı. Türkiye ile Suriye arasındaki ipler biraz daha gerildi. Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad, Suriye’nin bölgenin en önemli fay kırığı üzerinde oturduğunu, Suriye’nin “parçalanma” ihtimalini gündeme getirerek “siyasi deprem” olursa, bundan bütün bölgenin nasibini alacağını, yarı uyarı-yarı siyasi şantaj uslubuyla söyledi.
Bu arada, Çukurca çevresinde PKK’lılara yönelik, daha ziyade havadan, ileri teknoloji kullanımı ile bir operasyonda onlarca PKK’lı öldürüldü.
İki hafta önce, PKK’nın Çukurca saldırısı olduğunda Türkiye’de esen ya da estirilen hava, askerin olanca gücüyle Kuzey Irak topraklarına girip “PKK temizliği” yapacağı idi. Birkaç gün içinde, “operasyon”un Türkiye sınırları içinde yapıldığı bilgisi verildi. Birkaç gün önce Irak Kürt yetkilileri, Kuzey Irak (Irak Kürdistan’ı) topraklarına girmiş Türk askeri bulunmadığını bildirdiler.
Bu bakımdan, Mesut Barzani ile yapılacak görüşmelerde, Başbakan’ın iki hafta önceki basın toplantısında sözünü ettiği “PKK’ye karşı peşmerge ile ortak operasyon”, Irak Kürt liderinin ziyaretinin “en dramatik unsuru” olma özelliğini kaybetmişe benziyor.
Şayet resmi kanallardan böyle bir beklenti kamuoyuna pompalanıyorsa, bu beklentinin karşılanacağını ummak pek gerçekçi değil.
Bir kere, bizim hükümette, Çukurca’daki (daha doğrusu Kazan Vadisi’ndeki) kanlı bilançodan sonra, iki hafta önceki saldırının yol açtığı “intikam dürtüsü” törpülenmiş ve Kuzey Irak topraklarında gerçekleştirilmesi söz konusu olacak riskli askeri operasyona ilişkin hevesini yitirmiş olabilir.

Barzani’nin önündeki opsiyonlar

Ama daha önemlisi, Mesut Barzani’nin bu “opsiyon”a kapalı olduğunun, hükümet tarafından muhtemelen anlaşılmış olmasıdır.

Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın kucağına bırakılan zehirli hediye...

2 Kasım 2011
“Başbakan’ı KCK operasyonuna ikna edenler veya emrivakiyle kucağına bu zehirli hediyeyi bırakanlar, PKK’nın nesnel müttefiki olarak çalışıyorlar.

‘PKK’nın arkasında Ergenekon var’ iddiası yeterli müşteri bulmayınca, başlattıkları fiili olağanüstü halle PKK’nın giderek daha fazla beslendiği Kürt milliyetçiliği ateşini var güçleriyle büyütmeyi marifet sanıyorlar.... PKK ile girdikleri ölüm-kalım savaşında sadece hükümeti değil, Türkiye toplumunu rehin alıyorlar.”

Evet; yapılan budur, yaptıkları budur. Ahmet İnsel’in dün yazdığı gibi.

Ve evet, Başbakan “KCK operasyonuna ikna edilmiştir” veya bu “onun kucağına emrivakiyle bırakılmış bir zehirli hediyedir.” Bunun böyle olduğunu ben biliyorum. PKK’nın silah bırakmasının nasıl mümkün olacağı üzerine TESEV Raporu’nu hazırladığım sırada görüştüğüm devlet yetkililerinden, Başbakan’ın yakın çevresinden, Abdullah Öcalan’ın kendisiyle İmralı’da görüşen heyete ilişkin aktardığı bilgileri benimle paylaşan PKK yetkililerinden biliyorum.

Devletin –üstelik Başbakan’ın yakın çevresi olan- önemli bir bölümünün KCK operasyonlarını yanlış bulduğunu ve karşı olduğunu bizzat kulağımla o kişilerden işittiğim için biliyorum.

O nedenle, evet, Başbakan, “KCK operasyonuna ikna edilmiştir” veya “emrivakiyle kucağına bu zehirli hediye bırakılmıştır.”

Ve, tam da bu nedenle, bazı meslektaşlarımız, değer verdiğimiz bazı arkadaşlarımız KCK konusunda, tıpkı Başbakan gibi üzerine şeker sürülmüş zehirli elmayı ısırmış gözüküyorlar.

KCK sözleşmesinin basına düşmesiyle, birden KCK’nın aslında PKK’nın “paralel devlet projesi” olduğu keşfedildi; böylece, KCK’ya yönelik ne yapılıyorsa, bunun “meşrulaştırılması” sağlanmak isteniyor.

KCK’nın Kandil’den emir aldığını bildirenler de var. Murat Karayılan’ın sıfatının “KCK Yürütme Kurulu Başkanı” olduğu hatırlanırsa, bunun büyük bir “keşif” sayılmaz.

Yazının Devamını Oku

Kürt sorununda yeni ambalajlı eski strateji

1 Kasım 2011
Son KCK dalgası, Prof. Büşra Ersanlı ve yayıncı Ragıp Zarakolu gibi “Türk” ve “Türk ortamı”nda yer alan ve İstanbul’da ikamet eden, insan hakları alanında ve akademik dünyada saygın çalışmalarıyla tanınan insanlara da değince, hükümete ve Ak Parti’ye uzun süredir “entelektüel meşruiyet” sağlamış liberal-demokrat ve kimi sol çevreleri son derece rahatsız etti. Bu yöndeki gidişatın “demokratik iklimi” bozabileceğini seziyorlar. Bu alanda yeterince tecrübeye sahipler.
Bu sezgiye, yeni anayasa çalışmalarının sakatlanacağına dair kaygı eşlik ediyor. BDP, siyasi iktidarın KCK adı altında kendisine doğrudan yönelik ve pervasızca olararak gördüğü saldırısı üzerine anayasa çalışmalarından çekilirse ne olur?
BDP’nin katılmadığı bir anayasa çalışması yapılabilir mi? BDP, yer almazsa, anayasa yapılamaz mı?
Yapılabilir. Kağıt üzerinde12 Eylül Anayasası’ndan çok daha iyi bir anayasa ortaya çıkabilir de. Ama, o, beklenen ve gerekli anayasa olmaz. Çünkü, yeni anayasanın geniş bir toplumsal mutabakat metni olması ve Kürt siyasi hareketinin –sayısal ve oransal gücü ne olursa olsun- bu mutabakatın en önemli taraflarından biri olması gerekiyor.
Baskı ve terörden medet ummak
Ama siyasi iktidar, tam böyle bir dönemde, buna aykırı bir yönde seyahat etme eğiliminde. İktidar, PKK-KCK-BDP’yi bir “monolitik” siyasi blok olarak ele alıyor. Bu, değerlendirme özünde yanlış değil ama buradan yola çıkan “yeni strateji”nin hedefine ulaşabilmesi hayal gibi gözüküyor.
Bu “yeni strateji”nin en büyük zaafı; sonuç alınamamış, denenmiş, “eski” yollara başvuruyor olması. Yeni teorisyenlerinin yol göstericiliğinde “yeni” sanıyorlar ama “yeni ambalajı”yla “eski” strateji söz konusu olan.
Siyasi alanda “KCK tutuklamaları” ve BDP’ye baskı; askeri alanda PKK’nin belini kırmak. “Yeni strateji” bu; bu da, bunun neresi “yeni”?
Prof. Mithat Sancar, Altüst adlı dergiyle söyleşisinde olan-biteni ve olacakları çarpıcı bir şekilde şöyle ifade ediyor:
“Erdoğan’ın seçimlerden önce başlayan sert uslubu seçimlerden sonra daha da arttı ve somut bir programa dönüştü. Bu somut programda da artık kendilerini şuna ikna etmiş görünüyorlar: Eskiden terörle mücadelede orduya güvenilmiyordu, şimdi ordu kontrol altında, şimdi sivil irade daha fazla hakim, ihtiyacımız olan savaş araçlarını da temin edersek PKK’ye diz çöktürürüz, askeri açıdan büyük darbe vururuz. Bu nedenle büyük operasyon hazırlıkları başladı. Bu programın bir ayağına da diplomasiyi koyuyorlar. Bu ayakta da, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin PKK’ye karşı daha aktif davranmasını sağlamak, ABD’nin daha fazla desteğini almak, İran’la işbirliği yolları aramak gibi şeyler var. Bunları bir araya getirip bugüne kadar denenmemiş saydıkları bir yolu denemeye giriştiler. Açıkçası ‘askeri opsiyon’ hep denendi ama eksik denendi, şimdi şartlar daha uygun, zaten demokratikleşmeyi de sürdürüyoruz, eskiden bu da yoktu, biz bu şartlarda sonuç alırız’ gibi bir hesap yapıyorlar. Bir yandan da yeni anayasa yapma çalışmalarını devam ettireceklerini söylüyorlar.
PKK, bu yaklaşımı ve bunu hayata geçirme yolundaki hazırlıkları, varlığına yönelik büyük bir tehdit olarak görüyor ve o da şiddet kullanarak devleti ve hükümeti sıkıştırmak için elinden geleni yapıyor. Ayrıca bugüne kadar yaptığı eylemlerin daha da ötesine geçilebileceğine dair işaretler veriyor.”
Durum ve yakın gelecek perspektifi, özet olarak, tam budur.
Tabii, bu fotoğrafta, iktidarın elini güçlendiren ve söylemine ve perspektifine meşruiyet sunan terör tırmanışı ile PKK da yerini alıyor.
PKK, hiçbir şekilde mazur görülmemesi gereken şiddeti tırmandırmasında bölgesel ortamdan, bir başka deyimle, Türkiye ile Suriye arasında ortaya çıkan “çatlak”tan yararlanmayı hesap ediyor ve İran-Suriye ekseni üzerine kendisini yerleştirmeye bakıyor.
Bu da, çatışmayı “Türkiye içi”nden çıkartıp “bölgesel boyutlar”a taşıyor.
Karayılan-Davutoğlu-Barzani
İktidarın zorluğu bu noktada kendisini gösteriyor. Ne İran’dan, ne de daha önemlisi Irak Kürdistan yönetiminden, iktidarın hedeflediği amaçları doğrultusunda, tasarladığı ölçüde “işbirliği” sağlanamadığı anlaşılıyor.
Bu arada, Murat Karayılan, dün Erbil’de yayımlanan Rudaw gazetesine verdiği demeçte “Peşmerge ile gerilla arasında hiçbir zaman savaş olmaz. Kürtlerin birbirine karşı bir kez daha savaşmasının zemini kalmadı. Bu konuda Kürt siyasetçileri ve sözlerine inancım var” sözleriyle Mesut Barzani’ye çiçek attı.
Karayılan, Mesut Barzani’nin “siyasi çözüm” için uğraştığını söylemeyi ihmal etmeyerek, Ankara ile Erbil arasında PKK’ya karşı “askeri işbirliği” olmayacağını ima etmiş oldu.
Oysa, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Cumartesi gecesi “Türkiye’nin sınırlarının ötesine kendisine tehdit oluşturan bir oluşuma izin veremeyeceğini” bildirerek, “Kuzey Irak yönetimi bu terörist yapıyı durdurmalı ve bizimle işbirliği yapmalıdır. Aksi halde, içeri girer ve biz durdururuz. Bu bizim uluslararası hukuktan doğan hakkımızdır” diye konuşmuştu.
Çukurca saldırısı üzerine derhal Türkiye’ye çağrılan Mesut Barzani, önce İran’a gitti. Ankara’da bugün bekleniyor. Ama, bu arada, TSK’nın Kuzey Irak’a ayak basmadığını açıklamayı da ihmal etmedi.
Ne demek? Asker, Çukurca üzerine Kuzey Irak’a girmemiş miydi? Anlaşılan girmemiş. Mesut Barzani işbirliği yapmazsa –yapacağı garantisi yok- nasıl, nereye kadar gireceği, girip girmeyeceği belli değil.
Genelkurmay, 22 taburla 5 noktadan operasyon başlatıldığını açıkladığında, Türkiye’de sanki Kandil’e doğru yürüyüşün başladığı ve PKK’nın tozunun atıldığı izlenimi doğmuştu. Kısa süre sonra, operasyonun Hakkari il sınırları içinde yapıldığı açıklaması geldi. Çok sayıda PKK’lının öldürüldüğü bildirildi. Ne var ki, öldürülenlerin 8’inin aileleri Malatya’da bekletilen ve teşhis etmeye çalıştıkları cenazelerinin napalm ve kimyasal silahlarla öldürüldüğünü öne sürüyorlar.
Eğer bu doğru çıkarsa, vahim gelişmeler yönünde yol alıyoruz demektir.
Canlara ve zamana yazık
Maalesef, PKK ile siyasi iktidar, “öl-öldür” biçiminde bir sarmalda buluşmuş haldeler.
Öncelikli olarak, PKK, şartsız ve süresiz olarak silahlarını susturmazsa; hemen ardından iktidar da “yeni stratejisi”ni gözden geçirip, bundan geri dönmezse olacak olan şudur:
Türkiye’de epey bir süre kan dökülecektir. Demokratik ortam kısıtlanacaktır.
Kaybedilen ve kaybedilecek canlara ve zamana çok yazık olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Van’ın acı siyasi dersi

29 Ekim 2011
Van depreminde, çok güzel dayanışma örneklerine karşılık, depremzedeler bakımından can sıkıcı bir karmaşa yaşandığını, bir bakıma “devlet”in “çuvalladığını Londra’da anladım.

Londra’da “Center for Turkey Studies and Development” adında ömrü bir yılını doldurmayan bir “Merkez” ve başında 30’lu yaşlarının en başında İbrahim Doğuş adlı bir beceri ve yetenek harikası bulunuyor. Bu kuruluş, Türk’ünden Kürt’üne, Alevi’sinden Sünni tarikatçısına, Kıbrıs Türklerine herkese uzanıyor ve Türkiye odaklı çalışmalarının içine dahil ediyor. Şu ara, deprem için büyük yardım topluyor.

Kuruluşun etkisi İngiliz kurumlarının üzerinde hissediliyor. Londra’nın 32 alt belediyesinde 18 seçilmiş Türkiyeli (12’si Kürt ve Alevi) mevcut. Bunların bir bölümünün seçiminde “Center for Turkey Studies”in büyük etkisi var. Seçilenlerin tümüyle de ilişkisi.

“Merkez”, başta İşçi Partisi, bütün İngiliz partilerin üst yönetimi ve taban örgütleri ile de yakın ilişkiler geliştirmiş durumda. Bu yıl 5 Nisan’daki açılışını Başbakan Yardımcısı ve Muhafazakarlar’ın koalisyon ortağı Liberal Parti lideri Nick Clegg yapmış.

Bizim “devlet”, Londra’yı ziyaret eden Tayyip Erdoğan’a görüşmesi sırasında Nick Clegg’e bu “Merkez”in açılışına katılmaması gerektiğini söylemesini telkin etmiş. Nick Clegg, herşeye rağmen, açılışı yapmış.

Yani, dışarıdaki “Resmi Türkiye”, dışarıdaki “Sivil Türkiye”ye, ikincisinin ilişki kurma çabalarına rağmen, uzak duruyor. Uzak durmakla kalmıyor, Başbakan’ı da dolduruyor, İngiliz siyasetçilerine yönelik sonuç alınamayan “kulis”e yöneltiyor.

Van başarısızlığının ardındakiler

Bütün bunların Van depremi tablosuyla ne ilgisi mi var? Var.

Van depremi bildiğimiz, farkında olduğumuz bir gerçeği bir kez daha ama büyük felaket üzerinden acı bir biçimde ortaya koydu. Bir “Devlet’in Türkiye’si”, bir de “Halk’ın Türkiye’si” var. Bunlar pek kesişmiyorlar.

Yazının Devamını Oku

Van’ın PKK’den ve hükümetten beklediği...

28 Ekim 2011
Londra- Hayatımın unutulmaz gecelerinden biriydi önceki gece. İngiliz Parlamento binasında konuşma yapacak, iki saat geçirecektim.

Gelenekleri ve buna bağlı ritüellerini hiç aksatmamalarıyla tanınan İngilizlerin bu özelliğinin simgesi olan Parlamento binasında bunu bozduk. İki saat dolduğu anda terkedilmesi gereken salonu, konuşma uzadığı için iki buçuk saatte terk ettik.

Önceki gecenin unutulmaz gecelerinden biri olması, konuşmanın kendisi değildi. O konuşmanın o binada yapılabilmiş olmasıydı. İngiliz Parlamento binasının kökü 1097 yılına gidiyor. Parlamento’nun girişindeki, yüzyıllar boyu tüm Avrupa’nın en geniş salonu olmuş olan Westminster Hall’dan geçerken, bir yandan Gotik mimari harikasını hayranlıkla izliyor, bir yandan da 900 yılı aşkın tarihini düşünüyor, buradan kimler geldi, kimler geçti diye düşünüyorum, ister istemez.

Binanın büyük bölümü, büyük yangının ardından 1864’te yeniden inşa edilmiş. Merdivenlerinden çıkarken, merdivenlerinden inerken heykeller, heykeller, heykeller... Lord Palmerston, Benjamin Disraeli, William Gladstone, Lloyd-George, Winston Churchill. Tarihimizde yeri olan, dünya tarihinin de çizilmesinde rol almış heykellerden sadece birkaçı.

Parlamentoların Anası’ndaİngiliz Parlamentosu, “Parlamentoların Anası” kabul ediliyor; dünyadaki nice demokrasinin standartları bu binadan çıktı. Her bakımdan heyecan verici bir bina.

Salonlarından birinde, 100 kişiye aşkın bir topluluk önünde, bundan dört ay önce yayımlanmış olan “Dağdan İniş-PKK Nasıl Silah Bırakabilir? Kürt Sorunu’nun Şiddetten Arındırılması” ismiyle kaleme aldığım Tesev raporu, son dönemde Kürt sorununun içinde bulunduğu aşama ve tabii ki, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İngiltere’de de ilgiyle ve hüzünle izlenmekte olan Van Depremi üzerinde konuştum.

İzleyiciler arasında dört de parlamenter vardı. Emma Reynolds, Eric Joyce, Andy Slaughter ve Jeremy Corbyn. Aralarından üçü, şu andaki seçim anketlerinin sonucu iki yıl sonra da geçerli olursa, İşçi Partisi’nin kuracağı İngiliz hükümetinin üç bakanı. İngiliz geleneklerine göre, muhalefetin iktidar olması halindeki bakanlarının kimler olacağı, muhalefetteyken belli oluyor. Şimdiki sıfatları, bu nedenle “gölge bakan”.

Her biri kısa konuşmalar yaparak, toplantıya katkıda bulundular.Ben de konuşmamın başında, Türkiye’nin bir numaralı sorununun tartışılmasına gösterdikleri ilgi ve o akşam saatinde, İngiliz Parlamentosu’nun bu harikulade güzel salonunda yer aldıkları için teşekkür ettim ve “Bu rapor, adres olarak, ülkemin bir numaralı sorununa dair, kendi ülkemin karar vericileri ve parlamenterleri için kalem alınmıştı ama kendi ülkemin hiçbir parlamenteri, sizin gösterdiğiniz ilgiyi göstermedi” dedim.

Yazının Devamını Oku