Cengiz Çandar

Türkiye, Araplara “lider” olabilir mi?

7 Aralık 2011
Hafta sonu İstanbul’da açılan ve ardından Gaziantep’te toplanan Abant Platformu, Türkiye’nin Suriye’ye karşı izlediği siyasete kimlerin karşı çıktığını ortaya koymuş olmalıdır.

Beklendiği gibi bunlar, dışarıda Arap milliyetçileri ile Ak Parti’ye soğuk bakan Selefi eğilimli İslamcılar; içerde ise Soğuk Savaş artığı anti-Amerikan sol ile, her ne konu ve her ne pahasına olursa olsun, Ak Parti ne yapıyorsa ona karşı olmaya kararlı her kim varsa.

Bu hatırı sayılır bir gizli-açık muhalefet bloku. Türkiye’nin bölgesel liderlik rolüne takoz koyma potansiyeli mevcut. Tabii, bunda Türkiye’nin (iktidarın) kendi zaaflarının da hissedilir bir payı söz konusu.

Ak Parti’nin en ciddi “Aşil Topuğu” ise, “siyasi makas” değiştirilmediği takdirde iktidarı aşırı yoracak olan genç ve dinamik Kürt kitle.

Nitekim, kısa süre önce Fadi Hakura imzasıyla yayımlanan “Türkiye ve Ortadoğu – İçerde Güven, Dışarıda İddia” (Turkey and the Middle East – Internal Confidence, External Assertiveness) başlıklı bir Chatham House brifing kağıdında, çok kültürlü bölgeye (Ortadoğu’ya) Türkiye’nin ‘model’ olmasını engelleyecek “üç faktör”den söz ediyordu: Kürt sorununun ateşlenmesi, devletin yarı-laik devlet sistemi ve kırılgan demokrasi.

Kürt sorununun PKK üzerinden “kan ve ateşle” üzerinden gelinmesini öngören bir siyasi hat, bunun, kaçınılmaz biçimde, sivil siyasi alana tutuklama dalgalarıyla ve ifade özgürlüğünü baskı altına alma ile kendisini gösteren uzantısı; yani “kırılgan demokrasi”yi daha da kırılgan hale getirecek türden uygulamalar, Türkiye’yi dışarıda ciddi biçimde zora sokma ihtimali içeriyor.

İç politikada aşırı iktidar merkezileşmesinin, güç tekelinin ve keyfiliğin, Türkiye’nin ihtiraslı dış politika hedeflerini sakatlama ihtimali yabana atılmayacak ölçüde olduğu için, gerçek anlamında bir demokrasi ve özgürlük rejiminin önemi var.

Arap milliyetçiliğinin korkusu

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Soğuk Savaş boyunca esen Nasırcı Arap milliyetçiliğinin hayatta kalan en büyük sözcüsü Muhammed Hasaneyn Heykel, -dün de değindik- Arap dünyasını saran değişim rüzgarlarından dehşetli ve Türkiye’nin sahneye çıkmasından dehşetli korkuyor. “Gördüğümüz basit ifadesiyle boydan boya bölgeyi kaplayan  bir Arap Baharı değildir; aksine bir bölgesel ve uluslararası siysi değişim hızla geniş bir cephede hareket ediyor ve derin ve tehlikeli etkiler üretiyor” diyor.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’ye karşı; Suriye’den yana...

6 Aralık 2011
Cumartesi gecesi İstanbul’da bir dost evinde ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden ile beraberdik. Yaklaşık özellikle dış politika alanında 40 yıldır Amerikan Senatosu’nun en hareketli üyelerinden biri olarak isim yapmış ve 20 yıl Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nde çalışmış olan Biden, üç yılı aşkın süredir Başkan Obama’dan sonra ABD’nin “iki numarası”.

Biden’ın nitelikleri arasında ABD’nin “Irak dosyası”nın onun elinde olması geliyor. Amerikan Dışişleri, Pentagon, CIA ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Irak ile tüm bilgileri önce ona sunuluyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan ile uzun görüşmesinden çıkıp gelen Biden, bende, dünya politikasında işgal ettiği yere bakıldığında şaşırtıcı ölçüde konuşkan ve üstelik açık konuşan bir devlet adamı izlenimini bıraktı. Konu Irak’a geldiğinde sular seller gibi konuşuyor. Maliki’den Allavi’ye, Nuceyfi’den Haşimi’ye, Talabani’den Barzani’ye, Irak siyasal hayatının baş aktörleriyle konuşmalarını ayrıntıya girerek anlattı. Her biriyle, üç yıldan bu yana, haftada birkaç kez, en aşağı 45 dakika konuştuğunu belirtti.

Bu isimler arasında, Barzani ve Talabani’yle dostluğu yıllar ötesine gidiyor. Onları benim de gayet yakından ve uzun süredir tanıdığım kendisine söylendiğinde eğilerek “Onların en güvendiği kişi benim” dedi.

Biden ile bol bol Irak üzerinde konuştuk. Türkiye’ye gelmeden önce kendisinden brifing aldığı Morton Abramowitz de İstanbul’daydı. Abramowitz ile de, önceki gece, Biden ile konuşmamızın sağlamasını yaptık ve Amerika’nın Türkiye ve Ortadoğu politikasının üzerinde uzun uzun konuştuk.

İki cümlelik özet gerekirse:

1.     Başkan Obama, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın arkasında;

2.     ABD, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını destekliyor.

Türkiye ve Arap Devrimi

Yazının Devamını Oku

İrlanda Notları (4)

2 Aralık 2011
Dublin- Bürosunun duvarları dünya liderleriyle çekilmiş, aralarında Tayyip Erdoğan ile de sarmaş dolaş halde fotoğraflarıyla süslenmiş.

En önemli köşede, çerçeve içinde “Kuzey İrlanda Barışı”nı belgeleyen 1998 Hayırlı Cuma, bir diğer adıyla Belfast Anlaşması’nın üzerinde katılanların imzası, orijinali.

Fotoğraflara takılmış onu beklerken, yüzünde kocaman bir gülücük, tipik bir İrlanda İngilizcesi ile “Hi lads” (Merhaba çocuklar) diye içeri dalıyor. Bertie Ahern.

İrlanda tarihinin 1997-2008 arası en uzun süreyle başbakanlık yapmış ikinci ismi. 1977’de 25 yaşında parlamentoya girmiş. 1987’den 1997’ye kadar çeşitli bakanlıklar yapmış, Hükümette bulunduğu süre 21 yıl. Onun başbakanlığı döneminde İrlanda’nın büyük ekonomik başarı yılları. 2004’te AB genişleme süreci, onun Dönem Başkanlığı’na denk geliyor. Ama, onu tarihe geçiren büyük olay, “Kuzey İrlanda Barışı”na Tony Blair ile attığı imza.

Doğrudan giriyor söze, “Babam, 1920’lerdeki IRA’nın bombacılarından biri sıkı bir Cumhuriyetçi idi. Annem de bir Cumhuriyetçi militandı. O ailenin çocuğu olarak, Kuzey İrlanda konusuna el atmaya mecburdum” diye “tarihi rolü”nü açıklıyor.

Tony Blair’le el ele

Bertie Ahern’le görüştüğümüz oda, en önemli ve en gizli temaslarını yaptığı mekan. O tür temaslarda Başbakanlık makam odasını pek kullanmamış. “Securocrats” diye tanımladığı güvenlik bürokrasisine güvensizliğinden ötürü.

“Ortam dinlemesinden mi endişeliydiniz?” diye takılıyorum. “Güvenlik bürokrasisini, yani asker-polis ve istihbaratçıları hiçbir zaman anlamadım” diyor, Kuzey İrlanda’da görevli MI-5’i kastederek. “Bunlar güvenlik için milyonlarca sterlin elde etmekte ve bunu harcamakta hiç sıkıntı çekmediler. MI-5, teröristlerle görüşmek işi yaramaz diyor, diyaloga karşı çıkıyordu. 1.7 milyonluk Kuzey İrlanda’ya 40 bin asker, 30 bin polis, MI-5’ini, MI-6’sını yığdılar. O kadar para saçtılar, sonuç alamadılar. Barış sürecinin başarısından sonra fikir değiştirdiler” sözleriyle görüşlerini açıyor.

Sürekli övdüğü Tony Blair’i, “establishment”ı hiç dinlemediği ve güvenlik bürokrasisi ile iş tutmadığı için övüyor. Solumda oturan Hasan Cemal kulağıma eğilip, “Bizimki şu anda tam tersini yapıyor. Tony Blair de, Bertie Ahern de, bizimkinin şu an yaptığının tam tersini yapmış ve sonuç almışlar” diyor ve sağımdaki Ahern’e “establishment’tan neyi kastediyorsunuz” diye soruyor.

Yazının Devamını Oku

İrlanda Notları (3)

1 Aralık 2011
Gerry Adams ile: Hükümet, PKK ve BDP için...

Dublin- Bütün dünya tanıyor zaten onu. Yıllardır. Ben de onu görmeden önce hakkında epey bilgi edinmiştim. Aynı yaşta olduğumuzu biliyordum. Dünyaya benden sadece 15 gün sonra gelmiş.

Gerry Adams. Sinn Fein’in 1983’ten beri lideri. Neredeyse 30 yıldır. Cumhuriyetçi örgütlerin bölünmeleriyle dolu İrlanda tarihinde, en etkili liderliği ortaya koyarak, “Kuzey İrlanda barış süreci”nin belki de en önemli aktörü olarak adını tarihe kaydettirdi.

Hayatının 20’li yıllarına ilişkin bilgiler puslu. Kendisi hiçbir zaman IRA üyesi olmadığını söylemesine rağmen, örgüt hakkında yazılmış en önemli kitaplarda IRA’nın, üstelik “şahin” kanadının liderlerinden biri olduğu, bir dönem yasa dışı silahlı örgütün en tepesinde bulunduğu ileri sürülüyor.

IRA’nın (ve dolayısıyla Sinn Fein’in de) Güneyli, yani Dublin’li liderliğin elinden çıkıp, Kuzeyli, yani Belfast’lı liderliğin eline geçmesi, Gerry Adams’ın “silahlı mücadeleden başka her yolu reddetmesi”yle ilgili olduğu “IRA-Sinn Fein uzmanları” tarafından aktarılıyor.

Gerry Adams’ın ismini tarihe geçiren –şayet doğruysa- bu geçmişi değil. Barış adamı olarak oynadığı tarihi rol. Dublin’de İrlanda Parlamentosu’nun küçük salonlarından birine, bizlerle görüşmek için girdiğinde vücut dilinden, ağzından çıkacak her sözü bu “arka plan bilgiler ve iddialar” içinde izlemek için mevzilendim.

Uzun boylu. Uzun süredir tüm dünyada ekranlara yansıyan karizmasının farkında ve belirgin bir özgüven saçıyor. Geçmişinin kendine özgü özelliklerinden ötürü pek “devlet adamlarında görülen türden protokoler” tavrı benimsemez ve kağıt üzerinde eşit düzeydeki “yoldaşlar”la ilişkiye alışık bir vücut dili kullanıyor. Sözlerini çok dikkatli seçmek yerine, aklına geleni diline hızla aktararak ifade ediyor sanki.

Siyaset daralırsa, silahlar konuşur

Gerry Adams, İrlanda’nın ve kendisinin geçmişine gönderme yaparken, 35 yıl çok can almış, kan akıtmış dönemden “devlet şiddeti ile mazlum şiddetinin kısır döngüsü” olarak niteledi ve IRA’ya ilişkin bir soruyu “Silahlı mücadele olmamasını dilerdim. Ama, şimdi elde edilen haklar başka türlü edilemezdi. Sinn Fein barışçı çözümü başardı” diye konuştu.

Yazının Devamını Oku

Hangisi zor: Diyalog ya da Savaş?

30 Kasım 2011
Dublin- “Kaç yılında doğdun?” diye sordum Michael Culbert’a. Benden bir yaş daha genç olduğuna yanında oturan Ian White inanamadı. Bembeyaz saçlarımla ben, birinden bir yaş daha büyük olduğuma inanılamayan bir duruma ilk kez rastlıyordum.

Michael, “Şaşıracak bir şey yok” dedi, Dublin’de gıcırdayan dar merdivenlerinden üst katına çıktığımız eski bir lokantada sohbet ederken; “Benim yaşadığım hayattan ötürü daha yaşlı gözüküyor olmam doğal...”

Michael Culbert, eski IRA savaşçılarından. “Barış Yapımı ve Eski Tutukluların Katkısı” başlığı altında konuşmak için iki saat ötedeki Belfast’tan kalkıp, Dublin yakınlarında kalmakta olduğumuz Carton House’a gelmişti. Akşam, Dublin’de yemekte de beraberiz.

İrlanda’daki “KCK” hali...

Michael Culbert, DPI’ın (Demokratik Gelişim Enstitüsü) “İrlanda Çalışması”nın ilk gününde en ilgi çeken konuşmacı oldu. Söylediklerinin içeriğinden öteye, kim olduğundan ötürü. İngiliz paraşütçüleri tarafından yakalanmış ve silahlı saldırı ve adam öldürmek suçuyla ömür boyu hapse mahkum olmuş ve tam16 yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakılmış. 1978’de çoluk çocuk sahibi genç bir adam iken girdiği dört duvar arasından 1993’te 45 yaşındayken çıkmış. O yaştan sonra üniversiteye dönüp yüksek lisans yapmış.

Öğleden sonraki konuşması sırasında, “Siyasi görüşleri anlamında aynı kişi olarak kaldığını, elbette gençliğindeki kişi ile şimdiki arasında tecrübe ve bilgi bakımından büyük farklar olduğunu ama yaptıklarından ötürü nedamet getirmek anlamında pişmanlık duymadığını” söyledi. “Pasifist falan değilim” diye vurguladı.

“Keşke” diyeceği hiçbir şey yok muydu?

“Çook” dediği anda, “Keşke elime hiç silah almasaydım” diyeceğini sanıyorsunuz ama o, “Keşke İngilizlerin eline geçmeseydim. Eşimden ve çocuklarımdan o yüzden onca yıl ayrı düşmeseydim” cevabını veriyor.

Hapishaneden başını eğmeden çıkanlardan biri olmalı ki, şu sırada “Cumhuriyetçi Eski Tutuklular”ınsosyo-ekonomik ve duygusal sorunlarıyla ilgilenen bir kuruluşun başında. Eski IRA tutuklularının sayısı 25 bini buluyor.

Yazının Devamını Oku

İrlanda Notları (1): Çözüm için asla vazgeçmeyin

29 Kasım 2011
"Kuzey İrlanda barış süreci çalışmamızın 'İrlanda ayağı' için buradayız. Bunu 2012 içinde Güney Afrika ve İspanya-Bask ziyareti izleyecek."

Dublin- “İrlanda nedir? Birçokları için batı Atlantik’in uzak bir köşesindeki yeşil ve sisli bir ada. Bir azizler ve âlimler, sarhoşlar ve günahkârlar, din adamları ve sıradan insanlar, dindarlık ve makineleşmiş politikacılar milleti. İsa ile Sezar’ın el ele tutuştuğu ve o sayede kiliselerin dolduğu, evlerin göçmenleri taşıyacak gemiler için boşaldığı, arkalarında kendilerini geniş ailelerinin diyasporasıyla avuttukları üzgün annelerini bıraktığı, köylü halkın üç güven kaynağının gizem, mucize ve dini otoritenin bulunduğu bir toprak.” 

Bundan 14 yıl önce ilk kez geldiğim Dublin’de satın aldığım İrlanda’nın o dönem en büyük gazetecisi sayılan, aynı zamanda tarihçi ve yazar Tim Pat Coogan’ın ‘The IRA’ adlı kitabı böyle başlıyordu. O tarihte daha ‘Hayırlı Cuma Anlaşması’ imzalanmamıştı. Kuzey İrlanda sorunu çözülmemişti. 4.5 milyonluk İrlanda nüfusuna (Kuzey İrlanda nüfusu ise 1.7 milyon) ek olarak ABD’de yaşayan İrlanda kökenlilerin sayısı 43 milyondu.

Bu ‘gizemli’ İrlanda’ya hafta sonunda ayak basar basmaz, ev sahibimiz İrlanda Dışişleri Bakanlığı öyle istediği için, ilk iş olarak Boyne Savaşı’nın yapıldığı alana götürüldük. 1690 yılındaki savaşta taht mücadelesi yapanlardan Katolik Kral II. James, damadı olan Protestan Kral William of Orange karşısında İrlanda ve Britanya adalarının tarihindeki en büyük savaşta yenik düşünce, İrlanda da İngiliz hâkimiyeti altına düşmüş. Dolayısıyla Katolikler de Protestanların.

İrlanda ve İngiltere (daha doğrusu Büyük Britanya ya da Birleşik Krallık) tarihleri birbirlerinin içine geçmiş durumdalar ve bu iç içe geçmiş tarihi arka plan anlaşılmadığı takdirde Kuzey İrlanda sorunu ve sorunun çözümünün de anlaşılamayacağını düşünüyor İrlanda yetkilileri.
Temmuz ayında İngiltere-Kuzey İrlanda-İskoçya (Londra-Belfast-Edinburgh) gezisinde bir araya gelmiş olan kadro tek bir fire vermeden, dört ay sonra bu kez İrlanda’da. İrlanda’dayız.

Kuzey İrlanda ve Güney Afrika çözümünde yer alanların oluşturduğu ve benim de Prof. Mithat Sancar, Prof. Sevtap Yokuş ve Yılmaz Ensaroğlu ile birlikte ‘Uzmanlar Kurulu’nda yer aldığım Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI), çatışma çözümü için uluslararası deneyimlerin karşılaştırmalı çalışmalarını sürdürüyor.

Kuzey İrlanda barış süreci çalışmamızın ‘İrlanda ayağı’ için buradayız. Bu çalışmayı 2012 yılı içinde Güney Afrika ve İspanya-Bask Bölgesi ziyaretleri izleyecek.

Temmuz ayındaki, katılanların her biri için unutulmaz nitelikteki olan Birleşik Krallık turunun güçlü etkisi, Ak Parti ve BDP’den üçer, CHP’den iki milletvekilinin, onların yanı sıra Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu, Bejan Matur, Ayhan Bilgen ve yeni katılım olarak Hilal Kaplan’ın da yer almasıyla ‘çözüm arayışı için dersler’ diye nitelenebilecek çalışmayı İrlanda’ya taşımış durumda.

Yazının Devamını Oku

Dersim Özürü: 2. “Yetmez Ama Evet”

26 Kasım 2011
Anayasa değişiklik paketi 12 Eylül 2010 referandumuna sunulurken, esas pozisyonları itibarıyla, anayasanın yeniden yazılmasından yana olmakla birlikte söz konusu değişikliklerin referandumda kabul edilmesinden yana olanlar, bu pozisyonlarını “yetmez ama evet” diye ifade etmişlerdi.

O günden bugüne polis-adliye ekseninde yaşanan tüm olumsuzluklar onların başına kakılır oldu. Son bir yıllık ve çok kez vahim nitelikteki uygulamayı hatırlatanlara onları bir nevi “pişmanlığa” davet ettiler. Adeta “yetmez ama evet” tavrı almış olmalarından ötürü “özür dilemeleri” beklendi.

Yanlış mı yapmışlardı “yetmez ama evet” diyerek? Bugün gelinen noktada “pişman” olmaları mı gerekiyor?

Günlük hayatın her veçhesinde “maksimalizm” noktasında duruyorsanız, “yetmez ama evet”i doğru bulmaz, sonrasındaki her gelişmeyi kendi “maksimalist” pozisyonunuzun doğrulanması olarak gerekebilirsiniz.

Ama, maksimalizmi stratejik ufuk olarak değerlendiriyorsanız, günlük hayatın her evresinde maksimalist talepler ileri sürüp, kendini orada kilitleyemezsiniz.

“Yetmez ama evet”, böyle bir şey. 12 Eylül referandumundan bu yana yaşanan olumsuzluklar, “evet”in yanlışlığını göstermiyor, “yetmez” kısmının önemini ortaya çıkarıyor.

Anayasa referandumuna “hayır” veya “boykot”, o gün mevcut ve savunulması mümkün olmayan arkaik yargıyı arkalamak anlamına geliyordu. “Evet” doğruydu. Fakat, “yetmez” kaydıyla.

Aynı durum şimdi Başbakan’ın “devlet namına” Dersim katliamına ilişkin “özür”ü için de geçerli.

Dersim için sadece Başbakan’ın “özür”ü ve bunu CHP lideri ile bir polemik konuşmasının içine yerleştirmesi elbette yeterli değil. Arkası da gelmeli.

Yazının Devamını Oku

Başbakan, Dersim’le “resmi tarih”i yırttı!

24 Kasım 2011
Başbakan Tayyip Erdoğan dün müthiş bir iş yaptı. Arşivlerden Dersim katliamını ortaya çıkarttı, yaklaşık 75 yıllık “resmi tarihi” yırttı attı.

“Belge 2” dedi ve “Burada belgeyi şimdi size göstereceğim. 8 Ağustos 1939 tarihli bir belge. Jandarma Komutanlığı’ndan başvekalet yüksek makamına gönderilmiş. Dersim’e yapılan müdahalenin bilançosu veriliyor. Baskınların devam edileceği bildiriliyor. Ekte de bir cetvel var. Ölü diri teslim olanların rakamları. 1936-37-38-39’da toplam 13 bin 806 kişinin öldürüldüğü bu resmi belgede ifade ediliyor. Bakın deprem felaketinden bahsetmiyorum. Öldürülenlerden bahsediyorum” diye devam etti ve noktaladı:

“Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum.”

Dersimlilerin bir çoğu  yıllardır Zazaca “Tertele Dersim” diye, Dersim’in bir ayaklanma olmadığını, bir “soykırım” olduğunu haykırıp duruyor, en azından “devletin özür dilemesini” istiyorlardı.

Tayyip Erdoğan devlet arşivlerinden verdiği rakamlarla “Tertele Dersim”i ortaya çıkarttı ve bir de özür diledi. Bu, hiçbir bahane ve gerekçeyle geçiştirilemeyecek, büyük bir olaydır.

Dersim’deki tarihimizin yüz karası, insanlık dışı, trajik olaylar bilen biliyordu ve bu konuda sonsuz da yayın vardı. Radikal de üç gündür “tarihi” bir yayın, unutulmaz bir gazetecilik sergiliyor. Ama, Türkiye’nin Başbakanı’nın olan-biteni gerçek haliyle sergilemesi ve bir de “literatürde varsa özür dilemesi” hepsinden önemlidir.

“Literatürde” şayet yoksa da, bundan böyle olmuştur!

İki adım daha

Ancak, bunun yarın üstü örtülecek ve sadece Tayyip Erdoğan’ın CHP’ye yönelik eleştirilerinden biri olmakla açıklanacak kuru bir devlet özür dilemesi olmaktan çıkarılması için iki adımın daha atılması şarttır:

Yazının Devamını Oku