Paylaş
Ne de olsa, ikincisi “aile” ile, sizi seven, en alçakgönüllü halleriyle sevgilerini ve saygılarını size hissettiren insanlarla yenilen bir yemek. Muş’un güzel zamanındayız üstelik. Bahar, şehrin sırtını yasladığı dağların karını eritmemiş ama aşağıda uzanan ve Karasu ile Murat’ın suladığı uçsuz bucaksız ovada yılda onbeş günlük bir ömrü olan Muş laleleri henüz fışkırmışlar.
Ülkenin en unutulmuş, gözden kaçmış köşelerinden biri Muş. O yüzden, Muş halkı, her an, her noktada, şehrin dağa tırmanan eski kesiminde Kale mahallesinde, aşağıda Murat Köprüsü’nde, sokaklarda yolumu kesip, Muş’a gelmiş olmamdan, Muş’ta bulunmamdan ne kadar mutlu olduklarını söylüyor ve sevecen nazarlarını dikip, tek kelime söyleyemeden kala kalıyorlar. İnsanın içini ısıtıyorlar, bir yandan da böylesine içten, böylesine doğal insanların bu kadar yalnızlık duygusu yaşamaları insanın içini burkuyor.
Onları birincil derecede ilgilendiren sorunun yakında çözümüne dair, sizden umut üretmeye çalışıyorlar. Onların içtenliğine ve sıcak dostluğuna ihanet etmemek, gerçeklerden ayrılmamak dürtüsü, yakın geleceğe dair parlak ufuklardan söz etmemi engelliyor.
Ama kötümserliğe de yer yok. Barışçıl bir çözüm için mücadeleden kaçınmak, vazgeçmek yok. Bu ülkenin insanlarına duyulması gereken inancı terk etmek yok.
Muş’ta, “sorun”un yakında, kısa vadede çözüleceğine dair, hiçbir şey söylemedim; onlar bu konuda benden hiçbir şey öğrenmediler ama ben Muş’tan çok şey öğrendim. Toplumun çözüm arzusunun derinliğini, bu ülkenin insan mayasının iyiliğini ve toplumun, bu konuda da toplumun siyaset sahnesinden çok daha duyarlı ve ilerde olduğunu.
Bu arada, Muş’ta Fenerbahçeliliğin, dikkat çekecek ölçüde yaygın olduğunu ve Muş’un –Muş kamuoyunun diyeyim- Fenerbahçe’ye yönelik haksızlıklar ve adaletsizlik karşısında öylesine ilgili ve duyarlı olduğunu tahmin edemezdim.
Bu da, TFF kararını işittiğim Londra’nın bu konudaki “duyarsızlığı”na karşılık, 24 sonraki Muş’u benim için daha anlamlı ve zevkli kıldı. Yollarda birlikte anı fotoğrafı çektirmek için önümü kesenlerin önemli bölümü, kendilerini Fenerbahçeli olarak tanıştırıyorlardı.
1 Mayıs’ta İstanbul Taksim Meydanı’na çıkan “Fenerbahçe Halktır; Yıkılmaz” pankartı, bir taraftarlık olgusundan ziyade, “Fenerbahçe başkaldırısı” gerçeğini ifade ediyor.
Fenerbahçe, büyük, yaygın ve güçlü bir başkaldırının “kimlik kartı” oldu; ya da haksızlık ve adaletsizliğe karşı bir tür “isyan”.
Bana en bilinçli sözlerle bu “isyan”ı dile getiren Muş havaalanındaki işçiden, aynı sözcükleri işittiğim, her hafta Londra’dan Fenerbahçe’nin maçlarına koşmayı ihmal etmeyen iş adamına, 15 Nisan’da Bağdat Caddesi’nde, 1 Mayıs’ta Taksim’e yürüyenlere, her maçından tribünleri dolduran 50 bin kişilik ruhtan, onların tribünlere gelmelerinin yasaklandığı üç seferde o tribünleri dolduran kadın ve çocuklara, dünyanın “en güçlü isyan orduları”ndan biri oldu Fenerbahçeliler.
Bu görkemli ordunun en önünde sporcular vardı. Avrupa Şampiyonu olan Voleybol Takımı “Sarı Melekler”, Türkiye Şampiyonu olan Erkek Voleybol Takımı ve Kadın Basketbol Takımı ve de Fenerbahçe Spor Kulübü’nün “Amiral Gemisi” futbol takımı. Aykut Kocaman’ın komutasında, Türkiye’de aynı anda iki şampiyonluğu kovalayan tek takım konumundaki futbol takımı. İnanılmaz bir travma altında 10 aydır mücadele eden ve ayakta kalan, ayağa kalkmış Fenerbahçelilerin başını yukarı kaldıran, onlara “onur”unu iade eden futbol takımı.
Türkiye’nin yakın tarihinin “en kirli” operasyonlarından birinin hedefi oldu Fenerbahçe. Hem de “Temiz Futbol” adı altında, göz boyayıcı bir şekilde, görülmemiş bir sahtekarlıkla gerçekleştirilen bir “kirli tertip”in hedefi. Fenerbahçeliler, olan-biteni, Başkan Aziz Yıldırım’ın gözaltına alındığı günün tarihiyle “3 Temmuz Süreci” olarak niteliyorlar.
28 Şubat süreci, Türkiye için neyse; 3 Temmuz süreci de, Fenerbahçe için odur.
3 Temmuz sürecinde yapılanlar, medya üzerinden polis-yargı ekseninin Fenerbahçe’ye yaptıkları; 28 Şubat sürecinde, medya üzerinden askerin yaptığıyla birebir aynıdır.
Fenerbahçe Başkanı, Fenerbahçe futbol takımı ve koca Fenerbahçe camiası, “psikolojik harekat”ın hedefi yapıldı.
Ve, Fenerbahçeliler, başta Kulüp Başkanı, buna baş eğmediler; tam tersine başkaldırdılar. Her Fenerbahçeli, elinde ne imkan varsa, onunla mücadele etti.
Emek ve alınteri çalınmak istenen, “onur”una leke sürülmek istenen futbol takımı, en olumsuz şartlarda öyle bir mücadele ortaya koydu ki, bu sezon iki kupa birlikte kovalayan tek futbol takımı olarak, geçen yıla ilişkin bütün iftiraları yerle bir etti.
Tıpkı 28 Şubat sürecini, sonuçlarıyla birlikte, Türkiye halkının yıktığı gibi, Fenerbahçe de, Fenerbahçelilerin dayanışması, kenetlenmesi ve direnişiyle 3 Temmuz sürecini yıktı.
Önce, “kirli tertip”in uygulayıcısı olan M.Ali Aydınlar başkanlığındaki Futbol Federasyonu yıkıldı. Onunla birlikte, o federasyonun kurulları da büyük ölçüde değişti.
TFF’nin –bunca aydır onca haksızlık ve adaletsizliğe kılını kıpırdatmamış olan- kimilerinin kimyasını bozan son kararları, 3 Temmuz sürecinin yenilgisinin, “psikolojik harekat”ın geri püskürtülmesinin belgelenmesinden başka bir şey değildir.
“Temiz futbol” ne olacak peki?
“Kirli tertip”le futbol temizlenmez. Daha da kirlenir. Öyle de kirletildi zaten. Ortada, örneğin Hasan Cemal’in inanmak istediği gibi bir “faili meçhul şike” yok; onun fanatiklik derecesindeki Galatasaraylılığının tavır takınmasını engellediği ama bizlerin, faillerinin kim olduğunu gayet iyi bildiği, bir “kirli tertip” var.
Gerçekten “temiz futbol” istiyorsanız, 28 Şubat’ın sorumluları nasıl bugün hesap veriyorsa, 3 Temmuz sorumluları da ortaya çıkartılıp hesap verecekleri vakit olur.
3 Temmuz süreci henüz bitmedi. Nasıl Tayyip Erdoğan’ın hapiste olduğu günlerde 28 Şubat süreci bitmediyse; Aziz Yıldırım (ve İlhan Ekşioğlu ile Tamer Yelkovan) her hukuki dayanağı çökmüş bir dava sürecinde hapiste tutuldukça 3 Temmuz süreci de bitmez.
Önce Aziz Yıldırım’a özgürlük. Sonra 3 Temmuz süreci sorumlularına sıra gelecek. 28 Şubat’ın sorumlularına sıranın 15 yıl sonra da olsa geldiği gibi...
Paylaş